Gökçer Tahincioğlu

Gökçer Tahincioğlu

yuzlesme@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bir adalet sisteminin nasıl çalıştığını anlamak için, “kimi koruduğuna” bakmalısınız.
Afiş hazırlayan 3 tane genci, poşu takan 3 tane çocuğu, slogan atan 3 tane öğrenciyi terör örgütü üyesi ilan eden bir adalet sistemi, alışık olduğu yerden sorulmadığında nasıl bir tavır alır misal.
O tavır sistematik mi?
Bir adalet sisteminin gösterenleri, ne yaptığı ve yapmadığına bakılarak anlaşılır.
Kadın cinayetinde, çocuk istismarında, palalı bir saldırıda, “hoşlanılmayan” bir partinin eş zamanlı bütün binaları yakıldığında ne yapılmadığı ve ne yapıldığı.
Zirve Katliamı davası, işte tam da böyle bir davadır.
* * *
18 Nisan 2007’de, hukukumuza göre “hassas gençler”, Malatya’daki Zirve Yayınevi’ni basarak Necati Aydın, Uğur Yüksel ve Tilmann Geske’yi boğazlarını keserek öldürdü.
Gençler, Malatya’nın “iyi çocuklarıydı.”
Son 2 yıldır ev hapsindeler sadece.
Tam 9 yıl sonra geçen hafta savcılık Zirve Katliamı ile ilgili mütalaasını açıkladı.
Savcılığa göre, bırakın davadaki onca koca koca ismi, bu çocuklar bile “örgüt” değildi.
Ülkede kalan herkes örgüttü ama insanları planlayarak, ideolojik amaçlarla, misyonerlikle ilgili iyiden iyiye bilgilendirildikten sonra öldüren 5 ismin eyleminin, “aralarında hiyerarşik bağ olmadığı, eylemlerinin süreklilik arz etmediği ve katliamda kullandıkları bıçakların teknik anlamda terör örgütü sayılmaya yetmeyeceği” gerekçeleriyle, “terör eylemi” sayılamayacağı vurgulandı.
Mahalleden birkaç hassas genç, işte sinirlenip birkaç misyoneri öldürmüştü.
* * *
Ama bakın, aslında geçen bu 9 yılda hassas gençlerle ilgili neler oldu?
- Katliamın ardından olay yerinde bıçaklarla birlikte bir de silah bulundu. Katliamdan önce 4 silah edinen ve bunları deneyen sanıklar, bu silahları yol kontrolünde yakalatmıştı. Beydağı Polis Merkezi, silahların elinde olduğuna yönelik tutanak düzenlerken, tutanakta yer alan 1312 seri nolu silah nasılsa yayınevinden çıkıvermişti. Görevi ihmal denilip geçiştirildi.
- 20’yi aşkın klasörden oluşan dava dosyasında, sanıklara ilişkin sadece 2-3 klasör bilgiye yer verilirken, kalan klasörlerin tamamında misyonerlik faaliyetleri anlatıldı, öldürülen isimlerle ilgili araştırmalara yer verildi. Savcılık öldürülenlerin sicilini araştırmıştı.
- Katliamdan sonra kaçarken balkondan düşüp yaralanan Emre Günaydın’ın davranışlarının izlenmesi, seslerinin kaydedilmesi kararlaştırıldı. Ancak kayıt sisteminin ses alma ve kendi hafızası dışında bir kaynağa kopyalanabilme özelliklerinin olmadığı ancak olaydan 9 gün sonra fark edilebildi.
- Sonraki günlerde yapılan kayıtlarla ilgili de skandal yaşandı. Günaydın’ın hastanede tedavi gördüğü sırada kaydedilen ses ve görüntülerinin yer aldığı 42 kaset, savcılık ve polis tarafından mahkeme onayına geç sunulunca delil değerini yitirdi.
- Katliamı yapanlardan Cuma Özdemir’in cezaevine telefon kartı soktuğu ortaya çıktı. 21 Nisan’da tutuklanan Özdemir’in kartı cezaevine ne zaman soktuğu belirlenemezken, Malatya Başsavcılığı, telefonla sadece cezaevinden konuşulup konuşulmadığını araştırmakla yetindi.
* * *
- Asıl kritik nokta ise İlker Çınar’dı. Yani uzun yıllar Tarsus Proteston Kilisesi Başpapazlığı yapan isim. Çınar, 28 Şubat 2005’te, bir televizyon programında aniden Müslüman oldu ve aynı yılın eylül ayında Siyasi Misyonerliğe Karşı Güçbirliği Derneği’ni kurdu. Trabzon’daki Rahip Santoro ve Hrant Dink cinayeti ile Zirve Yayınevi baskını öncesindeki kışkırtıcı açıklamalarıyla dikkati çekti. Emekli Sandığı Mersin Bölge Müdürlüğü’nün kayıtlarında 16 Ağustos 1992 girişli, 70661xx sicil numarasıyla, “uzman çavuş” olarak gözüküyordu. Çınar’ın ismi dosyaya 2008’de ifadelerle girdi. Ne hikmetse soruşturulmadı.
- Dava en ciddi aşamaya geçtiği aşamada ise boyut değiştirdi. Aniden gizli tanıklar ortaya çıktı. Dava, etkisini de aslında böyle yitirdi. Bir anda Ergenekon’la bağlantılandırıldı, bir yerden bir yere giden insanlar bile dosyaya dahil edilip tutuklandı. Gerçek sanıklar ve bağlantıları görünmez kılındı. Dert başkaydı. İşte o dönemin gizli tanığı, 2008’de dosyaya ismi girdiğinde soruşturulmayan Çınar’dı. Üzerinden çıkan, “TUSHAD” adlı yapıya bağlı kimlik ise ifadelerinden çok daha mühim bir kanıttı. Gayri resmi olarak kurulan sivil harp örgütünün varlığı, “paralel yapı” soruşturmalarından sonra devlete, askere soruldu. Elbette verilen yanıta göre böyle bir örgüt yoktu.
Onca telefon bağlantısı, onca misyonerlik karşıtı çalışma görünmez oldu. Jandarma haber elemanlarının Proteston kiliselerine yönelik sızma girişimlerinin somut biçimde ortaya konulmasına rağmen cinayeti işleyen 5 sanık dışındaki tüm isimlerin beraati istendi, 5 sanığın eylemleri ise terör eylemi olarak bile görülmedi.
Burası Türkiye’ydi.
Önce canının istediğini suçlayan yapı davayı içinden çıkılmaz hale getirmiş, sonra bozulan ayarlar düzelir düzelmez bütün eski kodlar devreye girmişti.
Misyonerlerin boğazlarının kesilerek öldürülmelerinin neresi terördü ki?
Cinayetten hemen sonraki polis tutanağında olay için “ideolojik kavga” denilmişti.
Tartışma biraz büyüyüvermişti.
İlk günkü tutanak neyse, 9 yıl sonra gelinen nokta da aynı şimdi.
Bir ülkenin adalet sistemini anlamak için neyi koruduğuna bakmalısınız.
Dikkatlice bakın, orada adalet ve eşitlik diyen çocukları bulamayacaksınız.