Büyük bir yalanın paydaşıyız hepimiz. Susmaya ölesiye alışmış, tetiğe basanlardan biri bildiklerimizi anlattığı davanın tek tutuklusu olarak yargılandığında, hatta akıl hastası raporu alması için uğraşıldığında bile şaşırmayan dilbaz suskunlarız.
O sitede yüz yüze
Pervin Buldan, Savaş Buldan’la evlendiğinde, adına “çözüm süreci” denilen, bir umut bu topraklara barışı getirecek çok tartışmalı bir dönemin en önemli figürlerinden biri olacağını bilmiyordu.
Türkiye’nin ilk kadın başbakanının “en erkeksi” tavırlarla bir otelden Türkiye’ye elindeki listeyle “hesap soracağız” diye seslendiğinde kocasının öldürüleceğini bilmediği gibi.
Aynı sitede yaşadığı, bazı sabahlar karşılaştığı Ömer Lütfi Topal, Mehmet Ağar gibi isimlerin yaşamında bırakacağı büyük yarayı da bilmiyordu elbette.
Uyuşturucu sabıkası olmayan kocasının “uyuşturucu kaçakçısı” olarak damgalanıp, uyuşturucu nedeniyle hüküm giymiş özel devlet görevlileri tarafından öldürüleceğini, en ağırından hafifine tüm tartışmalarda eşinin isminin yanına “o da uyuşturucu kaçırıyormuş canım” diye işaret konulacağını da.
Oysa kendisinden daha “siyasetten anlamayan bir ev hanımı” diye söz edildiği yıllarda bile Türk Ceza Kanunu’nda, “Kemik kırıp, vücutta naylon eritip, kafasına sıkıp, bir dere kenarına atmak” diye bir ceza olmadığını biliyordu. Eşinden bahsedilirken, yüreğini sızlatan o kanıtsız suçlamalar sıralandığında bunu haykırıyordu sürekli:
“Öyle olsaydı bile cezası bu muydu?”
Öğrenecekti, kimileri için ceza kanunu, kimileri için “öldürenlerin cezasız” kalmasıydı devletin hukuku.
İkinci çocuğuna hamile, içinde nasıl bir cesaret ve adalet duygusu taşıdığını henüz Türkiye’nin bilmediği bir ev hanımı.
Kahramanların ekmek parası
Çiller’in 1994’teki o basın toplantısının ardından, Türkiye’nin çok değil birkaç yıl sonra bir trafik kazasıyla varlığını öğreneceği, devletin ise çok iyi tanıyıp bildiği bir çete tetiğe basmaya başlayacaktı.
Birileri ne hikmetse belli piyasaları elinde tutan, parası olan, ihaleleri denetleyen, evraklarda istenilen değişiklikleri yapmayan Kürtlerden bir liste oluşturmuş ve en yetkililerin eline tutuşturmuştu.
Ve slogan atmanın çok kolay, marşlar söyleyip birilerini hedef göstermenin kahraman olmaya yettiği yıllardı.
Hele “kurşun atıyor ve yiyorsanız” en yetkili ağızlar tarafından kahraman ilan edilmeniz olağandı.
Her ne kadar o vatansever kahramanlar, bir miktar para karşılığı ölüm listelerinden adınızı çıkartabiliyor olsalar da “teröristleri” öldürmek büyük sevap ve dokunulmazlıktı.
İçimdeki o sancı
“Bize operasyon yapacaklar” diyen kocası Savaş Buldan, kendisi için çemberin daraldığını anladığında bile yakın arkadaşlarını uyarıyordu. Politik yazılara, filmlere, şarkılara imza atmış, devlet katında “terörist” diye işaretlenmiş arkadaşlarına “Yurtdışına çıkın” diyordu.
Önce Nüfus Müdürü Abdülmecit Baskın hedef alındı. 11 Ocak 1994’te Behçet Cantürk ve şoförü Recep Kuzucu, 4 gün sonra mezarını ziyaret eden akrabası Hilmi Taruk öldürüldü. 25 Şubat’ta Ankara’da Yusuf Ziya Ekinci. 28 Mart’ta Fevzi Aslan ve yeğeni, 12 Mayıs’ta Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanı Namık Erdoğan.
3 Haziran 1994’te Savaş Buldan, Hacı Kıray ve Adnan Yıldırım’ın etrafı, her akşam oturdukları Yeşilköy Çınar Otel’de sarıldı. Yanlarında olan ve tuvalete giden arkadaşları ise şans eseri o kıskaçtan kurtuldu. Polis telsizli ve yelekli kişiler, 3 yakın arkadaşı bir araca bindirip, gözlerini bağlayarak Bolu’ya kadar götürdü. Bolu Yığılca’daki atış poligonunda işkence ile sorgulanan 3 arkadaşın cesetleri, ertesi gün Taşlı Melen Çayı’nın kenarında bulundu. Her biri akıl almaz işkenceler görmüş, kafalarına sıkılarak dere kenarına atılmıştı.
Hoş geldin Zelal
Eşinin kayıp haberini alan Pervin Buldan, erken doğum yaptı. Eşinin tarifsiz acılarla dünyaya veda ettiği sırada Zelal geliyordu dünyaya. Ve Buldan’ın önünde bilmediği yepyeni bir dünya.
Mücadele etmesi gerekiyordu.
Sıcak evinden sokaklara taştı. Cumartesi Anneleri’nin her cumartesi dayak yiyen, örselenen, vazgeçmeyen yoldaşı.
HADEP’te siyasete atıldı.
1999 seçiminde milletvekili adayı olduysa da baraja takıldı.
“Mağdur Ailelerle Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği” adlı bir dernek kurarak, hesap sormaya devam etti. Derneği “sakıncalıydı”.
2002’de kapatılınca vazgeçmedi. Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Yardımlaşma Derneği’ni kurdu bu kez. Aynı yıl milletvekilliğine yine adaydı ve yine önünde baraj vardı.
2005’te Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilen 1000 kadın arasındaydı. Iğdır’dan çıkan küçük kız, artık dünyanın alkışladığı acı ve umut yüklü bir kadındı. 2007’de Meclis’teydi. 2011’den sonra ise BDP Grup Başkanvekili olarak politik yaşamın en önemli figürlerinden biri.
İçimdeki fırtına
Yıllar geçti, kartlar yeniden dağıtıldı ama birileri hâlâ hep muteberdi.
Sonra bir oyunbozan, tetikçilerin en kanlılarından Ayhan Çarkın çıkageldi.
Tek tek anlattı bildiğimiz gerçekleri.
Araçla kaçırılan çocukların kafasına ormanda nasıl sıktıklarını, evinin önünden kaçırılanların nasıl öldürülüp atıldığını, kimlerin hangi paraları paylaştığını. Suskun bir ülkenin çaresizce izlediği, kimilerinin ise vahşice alkışladığı “kahramanlıkları”.
Önce ismi geçen herkes tutuklandı. Ne garip bir süre sonra tek tutuklu olarak Çarkın kalmıştı.
Ama artık malumun saklanabilecek yanı kalmamıştı.
Çarkın yetmemiş olacak ki yanına “gizli tanık” ifadesi iliştirilip alışkanlıkla, Baskın’ın öldürülmesi ile ilgili dava açıldı.
Savcılık, Buldan’dan Cantürk’e uzanan ölüm listesini dosyaya dahil edip 2014’te zamanaşımına girecek dosyaları da rafa kaldırmayacağını koydu ortaya.
Ve ilk duruşma, ilk yüzleşme tetikçilerle.
Buldan, geçen hafta içindeki o duruşmada salondan “içimde fırtınalar kopuyor” diye yazdı.
Gözlerinin içine bakabilen sadece Çarkın’dı.
Diğerleri ise yüzleşirken “emekli katil” diye iki kelimede bütün kimlikleri haykıran acılı bir kadınla, pek öyle “kahraman” sayılmazdı.
Mezarlıktaki hasret
Zelal, hiç doğum günü kutlayamadı. Küçükken okulda gizli saklı, gönlü olsun diye kesilen küçük pastalar yerini mezarlık ziyaretlerine bıraktı büyüdükçe. Babasının öldüğü gün doğmak, ona büyük bir hasret ve sorumluluk bırakmıştı.
Yas tutmaya bile vaktin olmadığı bir ülkede, pastanın üzerindeki bir mumu bile iç rahatlığıyla üfleyemeyen o çocuklardan biri.
19 yaşında bugün Zelal.
Ve bu ülkenin o çocuklara büyük bir kutlama borcu var.
“Bize operasyon yapacaklar” diyen kocası Savaş Buldan, kendisi için çemberin daraldığını anladığında bile yakın arkadaşlarını uyarıyordu. Politik yazılara, filmlere, şarkılara imza atmış, devlet katında “terörist” diye işaretlenmiş arkadaşlarına “Yurtdışına çıkın” diyordu