Fuat Keyman

Fuat Keyman

fkeyman@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Çözüm sürecine destek büyüyor.
Destek verenlerin ortaklaştığı nokta şu; barış herkes için, Türkiye’nin barışı olmalı. Sadece Türkleri ve Kürtleri değil, tüm toplumsal kesimleri ve doğa ile ilişkimizi kapsamalı.
Ancak böyle bir barış, ülkemizde, birlikte yaşamayı ve toplumsal güveni güçlendirebilir.
Çok doğru bir saptama.
Ama gel gör ki, Türkiye, en temel sorunu olan Kürt sorununu çözmek için çok önemli bir eşiğe geldiği bir zamanda, tam aksi yönde manzaralar ortaya çıkıyor.
İçki yasağı tartışmaları, Gezi Parkı'nda biber gazları, vinçle ağaçlara saldırılar, Başkanlık tartışması ve üçüncü köprüye, Alevi insanlarımızı rencide edecek “Yavuz Sultan Selim” isminin verilmesi.
İki Türkiye tablosu yine ortaya çıkıyor.
Çözüm sürecini yaşayan, konuşan ve toplumsal barışını inşa etmede büyük adımlar atan bir Türkiye.
Aynı anda da, sadece ülkemizde değil, dünya basınına da yansıyan, biber gazı atılan genç kadını ve vinç tarafından sökülen ağacı sergileyen bir Türkiye.
İkisi de aynı anda yaşanıyor.
Buna dur demeliyiz.
Barışa yaklaştığımız bu anın kıymetini bilmeliyiz.
Madem üçüncü bir köprü artık yapılacak.
En azından, hem Türkiye’nin, yurtdışında da kullanılan, kıtalar, medeniyetler, kültürler arası “köprü” imajına, hem de, bugüne kadar çatışmada, terörde, faili meçhulde, siyasi suikastlerde kaybettiklerimizin anısına uygun olarak, üçüncü köprünün ismini, “Barış Köprüsü” koymalıyız.
Yavuz Sultan Selim ismi Alevileri haklı olarak rencide ediyor.
Onlara saygılı olmalıyız.
Tüm insanlığı, tüm kimlikleri ve doğayı kapsayan bir birlikte yaşamı simgeleyen “Barış Köprüsü” ismini, üçüncü köprüye vermeliyiz.
Benim teklifim bu.
Tarihe geri giderek bazı kimlikleri incitmek yerine, yarını birlikte kurmanın önemini sembolize eden bir isim koyalım yeni köprüye.
“Barış Köprüsü” diyelim ki, ona her baktığımızda, barışın ne kadar kıymetli olduğunu hatırlayalım.

Haberin Devamı

AK Parti Başkanlık sistemini niye istiyor?
Üç neden seslendiriliyor:
1- Başbakan, “tek adam” olarak Türkiye’yi yönetmek istiyor.
2- AK Parti, parlamenter demokrasinin ürettiğine inandığı ve özellikle 1990’larda çok ciddi istikrarsızlıklara yol açan, “askeri ve yargı vesayeti rejimi” ya da “zayıf koalisyon hükümetleri” dönemine dönmek istemiyor.
3- Türkiye’yi dünyanın ilk 10 ekonomisine sokmak, kişi başına düşen milli geliri 25.000 dolara çıkartmak, dış politika etkili küresel aktör olmak, toplumsal barışı ve güveni güçlendirmek v.b amaçları içeren “2023 vizyonu”na ulaşmak için Başkanlık sisteminin parlamenter sistemden daha yararlı ve işlevsel olacağına inanılıyor.
Başkanlık sisteminin nesnel ve anlamlı bir temelde tartışılması için, üçüncü nedene odaklanmalıyız.
Ama, AK Parti’nin Başkanlık sistemi çalışmasının önemli isimleri olan Burhan Kuzu, Mustafa Şentop, Yavuz Atar ve Osman Can’a sorduğum zaman, Osman Bey haricinde, geleceğe ve 2023 vizyonuna hiçbir gönderme yapmayan, aksine, geçmişe, vesayet rejimi ve zayıf koalisyonlar dönemine aşırı odaklanmış açıklamalar duyuyorum.
Türkiye, son 11 yılda güçlü çoğunluk hükümeti ile yönetildi.
Bundan sonraki yıllarda da koalisyon olasılığı çok az.
Zayıf muhalefet devam ettikçe, AK Parti güçlü çoğunluk hükümeti olarak yönetimde kalacak.
Bu nedenle, AK Parti’nin niye başkanlık sistemi istediğine dair geçmişe dönük açıklamaları açıklayıcı ve inandırıcı değil.
2023 vizyonu ile Başkanlık sistemi arasındaki ilişki inandırıcı bir temelde kurulmadıkça da, toplumun başkanlık sistemi için desteği düşük olacak.
AK Parti’nin Başkanlık sistemi önerisi iyi hazırlanmamış gözüküyor.
Öneriyi toplumla paylaşmamak ve tartıştırmamak da, “Başbakan tek adam olmak istiyor” algısını yaygınlaştırıyor.
Başkanlık sistemi önerisinin, en azından şimdilik, geri çekilmesi, Türkiye için en doğru karar olacaktır.