“İşte bu kuvvetler ayrılığı denilen olay var ya, o geliyor sizin önünüzde bir engel olarak dikiliyor”. “Yasama, yürütme, yargının bu ülkede öncelikle bu milletin menfaatini düşünmesi lazım ve ardından da bu devletin menfaatini düşünmesi lazım”. Başbakan Erdoğan, Şeb-i Arus törenlerinden önce Konya’da konuşuyor. Televizyondan defalarca dinliyorum bu cümleleri.
Bence, Başbakan Erdoğan’dan, sistem tartışmaları içinde duyduğumuz en eleştirel ve net çıkışlardan biri. Önemle üzerinde durulmalı.
Kuvvetler ayrımı
İlk önce Kuvvetler Ayrımı noktasına eğilelim. Başbakan çok iyi biliyor ki; Siyaset Bilimi içinde, “asgari ölçüt” olarak, eğer bir ülkenin yönetim sisteminde,
Kuvvetler Ayrımı varsa, demokrasi vardır;
Kuvvetler Ayrımı birazcık varsa, otoriter rejim vardır;
Kuvvetler Ayrımı yoksa ya da Kuvvetler Birliği varsa, totaliteryanizm ya da faşizm vardır.
Bu basit ama temel veri içinde, Başbakan’ın kuvvetler ayrımını eleştirirken, kuvvetler ayrımına karşı olmadığını; ama, başka bir şeyden konuştuğunu varsayabiliriz.
Bu bağlamda, önemli bir açıklama Adalet Bakanı Sadullah Ergin’den geldi. Ergin, Türkiye’de yargı sorununun çok önemli bir boyutu olan, özellikle de idari yargıda, “hukuki denetim” ile “yerindelik denetimi” ilkelerini hatırlattı. Yargının yürütmenin görevi olan yerindelik denetimi yaptığını vurguladı. Ve ekledi; Başbakan, yaptığı çıkışta idari yargıyı ve bürokrasiyi eleştiriyor, kuvvetler ayrımı ilkesini değil. Konya’ya yapılmak istenen ama yargı engeli nedeniyle hâlâ yapılamayan şehir hastanesi gibi hizmetleri de örnek gösterdi.
Ergin’e tümüyle katılıyorum. Türkiye’de yargının vesayete varacak hareket tarzının çok önemli bir boyutunu, yerindelik denetimi ilkesi oluşturuyor. Bu ilkeyle, yargı yürütmeymiş gibi kararlar alıyor.
Demokratik sistem
Bu açıklama, Başbakan’ın çıkışını doğru zemine oturtuyor; ama orada da esas ciddi sorunlar başlıyor.
Müdahaleci, engelleyici yargı; bürokratik oligarşi. Bu eleştirilerinde Başbakan haklı.
Ama Başbakan’ın, eğer ölçüt Türkiye’de demokrasiyi ileriye götürmekse, yargı ve bürokrasinin tümüyle yürütmeyi rahatlatıcı bir hareket tarzına girdiği zaman ortaya çıkabilecek büyük sorunlardan da bahsetmesi gerekiyor. Ya da kafasında nasıl bir yargı ve bürokrasi bağımsızlığı/tarafsızlığı düşüncesi var, onu da ortaya koyması gerekir. Bu ortaya konulmayınca, ortaya çıkan, benim “güçlü yürütme demokrasisi” dediğim, güçlü ve merkezi yürütme temelinde toplumun, yargı ve bürokrasi engeli olmaksızın yönetimi oluyor.
Dahası, ileri demokrasiler, yargı ve bürokrasi bağımsızlığı/tarafsızlığının ölçütü olarak, “bireysel ve azınlık hak ile özgürlüklerin korunması ilkesi”ni alıyorlar. Dolayısıyla, demokrasinin ileriye gitmesi için yürütme, yasama ve yargının, işleyişlerinde ve birbirleriyle ilişkilerinde, haklar ve özgürlükler dilini, özellikle de devlet iktidarının sınırlanması için ölçüt alması gerekiyor.
Ama Başbakan’ın bu bağlamda, “yargının milletin önceliğini kendisine ölçüt olarak almasını” istemesi, bizi çok sorunlu bir alana sürüklüyor. Millet, kulağa hoş gelen ama çok geniş ve tanımı yoruma açık bir kavram. Yorumlanmasına göre, kapsayıcı olabileceği gibi çok dışlayıcı olabilecek de bir kavram. Bu nedenle de bireysel ve azınlık hak ve özgürlükleri ilkesi, demokrasilerde, ölçüt olarak alınıyor, millet değil.
Başbakan, bu çıkışıyla Başkanlık sistemi tartışmasını iyice Türkiye’nin gündemine sokuyor. Hızla, yeni anayasa yapım sürecinin bitirilip, başkanlık sitemini tartışacağımız bir döneme giriyoruz. Aslında konuşulan, güçlü ve merkezi yürütme demokrasisi; Ergun Özbudun Hoca’nın güzel deyişiyle, biraz da “Türk usulü”.