Obama-Erdoğan görüşmesi, çok yoğun bir tempoda ve çok uzun süren çalışmalar içinde geçti.
Bu görüşmenin dışında da, Başbakan Sayın Erdoğan, Washington’da, çok önemli konuşmalar yaptı, toplantılara katıldı.
Diplomatik çözüm
Bugün, artık, Suriye krizinin çözümü ve iç savaşın durdurulması için yol haritasını biliyoruz.
Türkiye’nin de içinde aktif rol oynayacağı ve başta Rusya, Çin ve İran’ın ikna edileceği, çok taraflı yumuşak güce dayalı bir diplomatik çözüm.
Obama her türlü askeri müdahaleye kesinlikle karşı.
Tampon bölge türü seçeneklere de karşı.
Obama, Suriye’de, diplomatik yolla ve yumuşak güç içeren baskılarla, Esad’ın gitmesini, iç savaşın durdurulmasını ve Baas rejiminin de içinde olacağı, farklı kimlikleri içeren ve koruyacak bir “geçiş yönetimi”nin kurulmasını istiyor.
Başbakan da bu çözüme ikna olmuş gözüküyor.
Diplomatik çözüm, Amerika’nın “öncülük” edeceği ve Türkiye’nin de aktif rol oynayacağı “İkinci Cenevre Süreci”nin hızlı bir biçimde yaşama geçirilmesi anlamına geliyor.
Amerika, Rusya, İngiltere, AB, Türkiye, bu süreçte hızlı bir diplomasi trafiği yaşayacaklar.
Esad’ın gitmesinin ve Suriye krizinin çözüm yoluna sokulmasının diplomatik baskıyla sağlanması belki Türkiye’nin tam istediği değil.
Gerek Reyhanlı katliamıyla canı yanan, gerek ciddi bir Suriyeli mülteci sorunu yaşayan Türkiye, haklı olarak, sürecin hızlandırılmasını istiyor.
İkinci Cenevre süreciyse bu hızlanmayı garanti etmiyor.
Ama altını çizelim, diplomatik çözüm en doğru tercihtir.
Türkiye, diplomatik çözümü hızlandırmaya çalışırken, kendi içinde de çözüm sürecinin başarısı için çalışmaya devam edebilir.
Çözüm sürecinin önemi
Çözüm sürecinin ne kadar önemli olduğunu Amerika seyahatinde de gördük.
Çözüm sürecinde bugüne kadar ortaya çıkan başarı, Başbakana, Amerika’ya, eli güçlü ve öz güvenli gitme olanağını verdi.
Daha da önemlisi, Obama yönetiminin Türkiye’ye “en önemli sorununu çözme noktasına gelmiş ve artık yumuşak karnı olmayan bir ülke” olarak bakmasını sağladı.
Çözüm sürecinde başarı sağlayan, barış kapısını aralayan ve “Türkiye-Kürtler işbirliği” temelinde bölgesine ve küresel dünyaya yaklaşan bir Türkiye, başta Amerika, herkesin gözündeki önemini ve değerini daha da yükseltiyor.
Çözüm süreci en başta insani bir süreç.
Ama Türkiye’nin bölgesel ve küresel barışa katkı verme potansiyelini artıran da bir süreç.
Çözüm sürecinin değerini bilmeliyiz ve başarı için çalışmaya devam etmeliyiz.
Türkiye halkı, farklılıkları içinde, çözüm sürecini ciddiye aldı ve bu sürece sadece destek değil, çok önemli katkıda bulundu.
“Makul içinde bu süreç başarıya ulaşabilir, ulaşmalı da” mesajını verdi.
Çözümün anahtarı olan demokratikleşme kavramının içinin doldurulmasında gördüğü endişelerini ve kaygılarını ortaya koydu.
Bunu, kavga ederek değil, aksine, konuşarak ve müzakere ederek yaptı.
Toplum, demokrasi içinde ve makul bir çerçevede, birlikte yaşamaya ve paylaşmaya hazır.
İş, refah, barış, yarına güvenle bakmak ve eşitlik istiyor.
Demokratik, refah, güvenli ve farklılıklarımız içinde eşit vatandaşlığa sahip olacağımız bir Türkiye istiyor.
Bu bağlamda, Başbakan’ın Amerika’da, “Başkanlık sistemi bizim için olmazsa olmaz değil” ve Başbakan Yardımcısı Sayın Beşir Atalay’ın, Habertürk televizyonu Basın Kulübü programında, “Yeni anayasa için gerekirse başkanlık sistemi isteğimizden vazgeçeriz” açıklamalarını çok önemli buluyorum.
PKK sınır dışına hızla çekiliyor.
Artık kalıcı barışın sağlanacağı demokratikleşme aşamasına geçiyoruz.
Bu dönemde yapılan bu açıklamalar, toplumu rahatlatıcı ve yeni anayasa yapım sürecinde yaşanan tıkanıklığın önünü açıcı nitelikte.
“Suriye krizinin çözümü ve iç savaşın durdurulması” ve “çözüm süreci ve yeni anayasa”... Sonbahara kadar bu iki konuyu tartışacağız.