Arap Baharı, en genelinde, bir değişim süreci. Kendi kendilerine değişemez diye tanımlanan halkların değişim mücadelesi. Daha fazla din, daha fazla ideoloji ya da daha fazla tek adam liderliği v.b. gibi taleplerin değil; aksine, daha fazla iş, daha fazla insani güvenlik, daha fazla refah, daha fazla iyi ve adil yönetim taleplerinin halk tarafından seslendirildiği bir değişim süreci.
Gerçeklerle yüzleşme
Ama, değişim kolay değil. Uzun ve acı dolu bir süreç. Tunus ve Mısır’dan sonra, Libya’da da bu gerçekle karşılaştık. Çarpışmalar, ölümler, linçler; bize Arap Baharı’nın acı ve karanlık yüzünü gösterdi. Romantizmin gerçeklerle yüzleşmesini ortaya çıkarttı. Suriye’deyse, gerçeklerin ne kadar acı ve trajik olabileceğini gördük.
Her gün Esad rejimi tarafından öldürülen insanlar, yok edilen aileler... Direnen halka karşı acımasızca yapılan saldırılar. Ölümden kaçan insanlar. Başta Türkiye ve Ürdün, evlerini bırakıp sınır ülkelerine başlayan göç. Ölümle göç arasında karar vermeye zorlanan, sayıları, sadece Türkiye’de 140 bini geçmiş insanlar.
Esad rejimi gitmeli, bu insan acısı bitmeli; Suriye’de yaşanan, “uluslararası boyutta bir insani krizdir” serzenişleri... Türkiye ve benzeri ülkelerin ve de sivil toplum örgütlerinin bu yönde yaptığı çağrılar... Sonuçsuz kalan çağrılar... Suriye, Mısır ve Tunus değil; Suriye’deki muhalefet sorunlu. “Esad-sonrası Suriye İslami köktencilere bırakılabilir” korkuları... Aslında haksız da olmayan korkular. Gerçekten, Suriye, bir Mısır değil. Suriye, kimliksel, mezhepsel ve kültürel anlamda karmaşık ve sorunlu bir ülke. Suriye’yi, Esad-sonrası dönemde, büyük belirsizlikler ve riskler bekliyor.
Doğru, vurgulanması ve tartışılması gereken noktalar bunlar. Hatta, ülkeleri, örneğin Türkiye’yi, hatalı kararlar almaya sürükleyen noktalar da. Suriye sorununun Türkiye dış politikasını nasıl bir çıkmaza soktuğunu yaşadık, hala da yaşıyoruz. Kendi gücünü abartan ve Rusya ile İran gibi ülkelerin jeopolitik çıkar temelli uluslararası ilişkiler anlayışlarını göz ardı eden Türkiye, Esad hemen gitsin diye, “tek başına ön plana çıkma” ya da “muhalefet gruplarıyla muğlak ilişkilere girmek” v.b. gibi önemli hatalar yaptı.
Ama, kabul edelim; Suriye’yle ilgili bu gerçekler, bugüne kadar katlanarak yaşanan insan trajedisinin yanında önemsizdir. Esad’lı Suriye’nin yarattığı insan trajedisiyle, Esad-sonrası Suriye’nin içerdiği riskler karşılaştırılamaz. Bu nokta çok kez dillendirildiği halde, bugüne kadar, korkuların ve çıkarların altında ezildi, sessizleştirildi.
Fakat, Suriye’de ölüm ve acı eşiği aşıldı. Çıkarlarını gözetenler bile, Esad-sonrası Suriye’nin bugünden daha az riskli olacağını kabul ediyorlar. Washington, Brüksel ve Londra’da konuştuğum insanlar arasında, farklı siyasi görüşte olsalar bile, “Esad’ın günleri sayılı; artık gitme sürecinin başladığı” görüşü hakim.
Suriye Devrimci Muhalifler Grubu’nu, AB, “Suriye halkının meşru temsilcisi” olarak tanıma durumuna geldi. Fas, Marakeş’te, 12 Aralık’ta yapılan Suriye Dostları toplantısında, Moaz el Hatip, muhalifler koalisyonunun resmi lideri olarak tanındı. 10 Aralık’ta Suriye Büyükelçiliği’nin dört temsilcisini sınır dışı eden Almanya’nın Dışişleri Bakanı Westerwelle, “bu Esad rejimiyle ilişkimizi en aza indirdiğimizin somut bir göstergesidir” dedi.
Diğer taraftan, bu hafta başında Beyaz Saray Basın Sözcüsü Mark Toner, Ortadoğu ve Latin Amerika’dan çeşitli ülkelerin Beşar Esad’a ve ailesine sığınma olanağı tanıyacağını söyledi. Dahası, 13 Aralık’ta Rusya bile, Dışişleri Bakan Yardımcısı Mikhail Bogdanov’un ağzından, Esad rejiminin Suriye’nin büyük bir bölümünde kontrolü kaybettiğini ve “Muhaliflerin artık görmezden gelinmez” olduğunu kabul etti. Rusya artık kendini Esad-sonrası Suriye’ye hazırlıyor.
Esad’ın günleri sayılı. Esad-sonrası Suriye olgusuyla karşılaşacağımız günler hızla yaklaşıyor. Türkiye, bugüne kadar yaptığı hatalardan doğru dersler çıkartarak, kendisini, Esad-sonrası döneme bu sefer vizyon temelinde hazırlamalı. Türkiye, bu dönemin de en önemli aktörlerinden biri olacak. Artık, hata yapma lüksü de yok.