31 Aralık akşamı saat 12’de yeni yıl dilekleri tutar, beraber kutlama yaptığımız eşlerimize, sevgililerimize, yakınlarımıza, arkadaşlarımıza sarılır ve yeni yıla gireriz.
Ocak 1, yeni yılın ilk günüdür. Bir başlangıçtır. İnsanın umutlu olacağı bir zamandır.
Ama Türkiye’de ocak ayını sevmek kolay değildir.
Havanın erken karardığı, soğuk ve kasvetli günlerin çok olduğu, ama en önemlisi; karlı, çamurlu, soğuk sokaklarda, bir sürü insanımızın hunharca katledilişleri sonrası cansız bedenlerinin yattığı bir aydır, ocak ayı.
Doğrudur; ocak ayında sevdiklerimizin doğum günlerini kutlarız.
Ama, soğuk ile ölümün birleştiği sokaklarda cansız bedenleri yatan insanlarımıza baktığımız zaman da, bir o kadar hüzünleniriz.
Kanlı, acılı, kasvetli ocak ayı
Hain kurşunlarla, bombalarla kaybetmişizdir onları.
Özdemir Sabancı, 9 Ocak 1996
Onat Kutlar, 11 Ocak 1995.
Hrant Dink, 19 Ocak 2007.
Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993.
Muammer Aksoy, 31 Ocak 1990.
Ve Abdi İpekçi, 1 Şubat 1979.
Suikast sonucu ölen insanlarımız. Daha niceleri.
Paris suikastları gündemi işgal etti. Özdemir Sabancı ve Onat Kutlar’ın medyaya gelmemesine neden oldu. Bu hafta sonu, 19 Ocak’ta Hrant Dink’in ölüm yıldönümü.
Yine toplanacağız, yürüyeceğiz, öldürüldüğü Agos gazetesinin önüne.
Gelecek hafta, Uğur Mumcu için anma törenleri düzenleyeceğiz.
Ankara’nın gözü yaşlı diyeceğiz.
Sonra, Muammer Aksoy ve Abdi İpekçi için.
Unutmayacağız diyeceğiz.
Toprakları bol olsun.
19 Ocak 2007; o gün de soğuk, kasvetli bir gündü.
Öğleyin, arabada giderken öğrendim, Hrant’ın vurulduğunu.
İnanması çok zordu. Ama doğruydu. Hrant’ı kaybetmiştik. Göz göre göre gelen bir cinayetin sonucunda, o büyük yüreği, sevecen insanı, barışın ve birlikte yaşamanın sesini kaybetmiştik.
Diğerleri gibi Türkiye, bir değerini, hain kurşunlar sonucunda kaybetmişti.
Hrant’ı tanıyordum. Hrant’ın, karşılaştığı dostlarını o sıcak ve güzel kucaklayışı bana da nasip olmuştu.
Ölümünden bir iki ay önce bir gün Beyoğlu’nda karşılaştığımız zaman, o güleç ve sevecen yüzüyle, kucaklaşmıştık.
O gece, sokaktaki kısa sohbet, onu son gördüğüm andı.
Niye suikastlar
Suikast kelimesinin etimolojik kökeni, 11. ve 13. yüzyıllara kadar gidiyor. İran ve Suriye’de, Selçuklu hanedanlığı ve Abbasi halifeliği tarafından dışlanan Nizariler tarafından geliştirilmiş bir saldırı yöntemi olarak tanımlanıyor. Siyasi ve dini liderleri ve önemli konumdaki insanları öldürerek, siyasi sonuç elde etmek eylemini tarif ediyor. Öldürme eylemini yapanlar, genellikle haşhaş kullandıkları için, bu kişiler “haşhaşin”ler olarak adlandırılıyorlar. Suikast kelimesinin İngilizce karşılığı, “Assassination”ın, haşhaşin kelimesinden türediği düşünülüyor.
Hedef seçilen bir kişi öldürülerek, büyük siyasi sonuçlar elde etmeye çalışılıyor. (x)
Öldürülen kişinin kim ve hangi güçler tarafından öldürüldüğü genellikle bulunmuyor.
Ama, niye öldürüldüğünü, suikast sonrası gelişen olaylardan ve siyasi iklimden öğreniyoruz.
Her suikastin sonucunda, Türkiye’nin büyük istikrarsızlıklara, kutuplaşmalara ve darbelere sürüklendiğini görüyoruz.
Umut yerini korkuya; siyaset yerini silaha; rekabet yerini öldürmeye; yönetmek yerini hükmetmeye; müzakere yerini şiddete ve ötekileştirmeye; çözüm yerini çıkmaza bırakıyor.
Bugün yaşadığımız, çözmekte zorlandığımız tüm sorunların, bir yerinde, önemli suikastlar var.
Kürt sorunu, laiklik sorunu; Alevi sorunu; çoğulculuk ve kültürel kimlik temelli özgürlükler sorunu; bu sorunlar ekseninde yaşadığımız toplumsal ve siyasal kutuplaşmalar; siyasi alanda yaşadığımız darbeler ve istikrarsızlıklar; hepsinin, bir noktasında süreci hızlandırmak ya da derinleştirmek işlevini yerine getiren suikastları görüyoruz.
Peki, acının, gözyaşının ötesinde ne yapmalıyız? Yanıtı, 19 Ocak 2007’de hayatıyla ödeyen, Hrant veriyordu. 19 Ocak Cumartesi, köşemi Hrant’ın yanıtına bırakacağım.
———————————————-
(x) Oxford ve American Heritage sözlükleri.