Gençler, Gezi Parkı’nı bir karnavala dönüştürmüş durumda.
Gezi Parkı’na giderek, yeni bir dili, yeni bir siyaset anlayışını içeren bir karnavalı yaşıyorsunuz.
Park’ta eşimle yürüyoruz.
Karnavalın içinde sanat var, müze var, mizah var, yaratıcılık var, birliktelik var, işbirliği var.
Gezi Parkı bir sanat eserine dönüşmüş durumda.
Gençler, yaratıcılıklarıyla, ahlaki benlik konumlarıyla, birlikte hareket ederek, tüm Türkiye’ye, başta siyasetçilere ve yöneticilere çok önemli bir ders veriyorlar.
Türkiye’nin dönüşümünü yeni bir aşamaya getiriyorlar:
Kutuplaşmayı değil, birlikte hareket etmeyi;
Pasif direnişi;
Şiddetsiz tepkiyi;
Hakaret ya da küfür edenleri kınamayı;
Onurlu insanlar olarak, saygı temelinde yaklaşılmayı;
Kendilerine yapılan hakaretler için özür dilemeyi beklemeyi;
Özür bekledikleri alanı temizlemeyi;
Hepsini, bu gençlerden duyduk ve gördük.
Sivilleşmeden demokratikleşmeye geçmenin;
Ekonomi-demokrasi birlikteliğinin;
Demokrasiyi, çoğunluk-azınlık ilişkisi ekseninde değil; aksine, katılım, müzakere ve birlikte yaşamak temelinde görmenin önemini, Gezi Parkı gençleri tüm Türkiye’ye gösterdiler.
“Demokrasi-Çevre-Kapitalizm Eleştirisi ilişkisi”nin bugün ve yarının dünyası ve Türkiye’si için ne kadar önemli olduğunu ortaya koydular.
Marjinal bir söylemle değil; tam tersine, gençler, muhalefetin nasıl etkili olacağını, hem de yeni bir “demokratik merkez” anlayışını seslendirdiler.
Kararların topluma sorularak verileceği;
İnsanların yaşam alanlarına ve tercihlerine karışılmayacağı;
Belli bir ahlak anlayışı temelinde toplum mühendisliğinin yapılmayacağı;
Çoğulculuğun benimseneceği ve,
Katılım ve müzakerenin ön plana çıkartılacağı bir merkez anlayışı.
Almanya Yeşiller Partisi Eş-Başkanı sevgili Cem Özdemir ile sohbet ediyoruz.
Gezi Parkı Protesto sürecini, 1970’li yılların başında, Almanya’da, Yeşillerin ortaya çıkma sürecine benzetiyor.
“Gezi Parkı öncesi-Gezi Parkı sonrası Türkiye ayrımının abartılı olmayacağını” ve “bu sürecin bugün tam tanımlayamadığımız yeni bir şeyi ortaya çıkarttığını” söylerken, şu noktayı da ekliyor; “Eğer bu süreci, başta hükümet, siyasi partiler ve siyasetçiler anlamaya çalışmazlarsa, bundan sonraki dönemde ciddi sorunlar yaşayabilirler”.
Cem’e hak veriyorum.
Şüphesiz ki, sürecin provokasyonlara açık olmasını ciddiye almalıyız.
Bu sürecin, başka emelleri olan güçler tarafından kullanılabileceğini de görmeliyiz.
Ama, bugün esas olan, özellikle Başbakan Erdoğan’ın yapması gereken, Gezi Parkı protestosunun özgün yapısını görmek ve bu parkta olan gençlere hak ettikleri onurla yaşlaşmak, onları takdir etmek, dinlemek ve onlara, orada olan insanlara yapılan polis müdahalesine karşı yapılacakları hızla yaşama geçirmektir.
“Eve dönün ve konuşalım çağrısını” yapmaktır.
Gezi Parkı’nı önemsemek ve gençlerle konuşmak, Türkiye’yi olası provokasyonlara karşı da güçlü kılacaktır.
Gençlerin mesajlarını almak ve Türkiye’yi rahatlamak, Başbakan’dan beklentimizdir.
Son iki günde iki kere Başbakan’ı dinledim.
Yukarıda açımlamaya çalıştığım gençlerin sesine ve taleplerine yanıt veren bir konuşma duymak istiyordum.
Gezi Parkı gençlerinin, “Tamamdır, eve dönüyoruz” diyebileceği bir konuşma.
Kuzey Afrika gezisi sonrası konuşması çok sertti.
Ama, Avrupa Birliği Bakanlığı’nın düzenlediği “Türkiye-AB ilişkileri” konferansının açılış konuşmasında, Başbakan daha yumuşak bir üslupla konuştu.
“Demokratik taleplere can feda” ve “Demokratik talepleri dinleriz” diyerek ve bu noktaları üç kere tekrarlayarak, tavrını ve üslubunu yumuşatmış izlenimini verdi.
Konferans sırasında dinlediğim AK Parti üst yöneticilerine, Başbakan’ın Gezi Parkı’ndaki gençleri dinlemesinin çok yararlı olacağını söyledim.
Gençlerin tutumunun, hareket tarzının ve söylemlerinin Türkiye için bir kazanç olduğunu görmek, bugün atılacak en önemli adım.
Umarım , Başbakan gençleri dinlemek için bu adımı atar.