Salonda, kanepede oturuyor. Titreyen elini, grubumuzdan Fadime Hanım tutuyor.
Konuşurken zorlanıyor. Sesi de titriyor.
Gözleri dolu.
“Keşke bu süreç altı ay önce başlasaydı. O zaman oğlum şehit olmazdı”.
Akil insanlar grubu olarak, Denizli’deyiz.
Cemile Avcı hanımı ziyaret ediyoruz.
Yani, bir şehit ailesini.
Vedat Avcı.
1987 doğumlu.
Altı ay önce, görevde, Güneydoğu’da şehit olmuş. Akşam oğluyla telefonda konuşmuş, Cemile Hanım. Oğlu Vedat, sabaha karşı dört civarında göreve çıkmış. Sabahleyin, oğlunun şehit olduğu haberini almış.
“Akşam konuşuyorsun, sabah ölüm haberini alıyorsun” diyor.
“Çok zor, çok acı” diyorum.
“Çok zor” diyor.
Ve ekliyor; “Bu çalışmaya altı ay evvel başlansaydı, benim oğlum ölmeyecekti. Artık başka çocuk ölmesin”.
Çay ikram ediliyor. Cemile Hanım bizler için çörek yapmış. Çayımızı içiyoruz. Sonra, Vedat Avcı’nın odasına geçiyoruz. Burası bir şehit odası. Sanki oğlu hala orada yaşıyor gibi. Asılı üniformalar. Vedat Avcı’nın diğer asker giysileri ve eşyaları. Cemile Hanım yanımda. Elinde oğlunun kırılmış cep telefonu var.
“Son akşamı bu telefonla benle konuştu” diyor.
Kırık, parçalanmış bir telefon. Odada durmak zor. Salona dönüyoruz. Cemile hanımın kocası, kırk yaşında vefat etmiş. Büyük oğlu Vedat şehit olmuş. Küçük oğluyla birlikte yaşıyor. Vedat Avcı için dua ediyoruz. Ayrılıyoruz.
“Bu süreç başarılı olsun, ölümler bitsin, başka çocuklar ölmesin” diyor Cemile hanım.
Sürece destek ve mahalle baskısı
Denizli ziyaretimiz genellikle olumlu geçti. Sivil toplum örgütleriyle, öğrencilerle, iş dünyasıyla yaptığımız toplantılarda, endişeler, korkular, tepkiler yanında, genellikle, barış sürecine ve bizim çalışmalarımıza destek veren konuşmalar yapıldı.
Hatta, sabah yaptığımız toplantıdan sonra, bir katılımcı, Avni Özgürel’in yanına gelip, “aslında ben sürece karşıydım. Buraya da bu duyguyla ve tepkimi dile getirmek için geldim. Ama, sizleri dinledikten sonra fikrim değişti” dedi. Bu, hepimizin hoşuna gitti.
Demek ki, gönüllü olarak, Ege bölgesinin farklı illerine yaptığımız ziyaretler ve çalışmalar, boşuna değil. Destek verenleri dinliyoruz. Endişeli olanları dinliyoruz.
Birlikte yaptığımız konuşmalar sonrası, fikirler değişebiliyor.
Toplantıya gelenlerin bazıları, üzerlerindeki “mahalle baskısı”ndan söz ettiler.
Bazı partilerin ve örgütlerin temsilcileri, “Aman, akil insanlarla görüşmeyin, toplantılarına katılmayın, onlarla konuşmayın” diyorlarmış.
“Üzerimizde baskı var, bu baskıya rağmen geldik” dediler. Üzücü.
Çarşıda da bir grup, Türk bayraklarıyla toplanmış, barış sürecine tepkilerini gösteriyorlarmış. İnsanlara baskı uygulamak doğru değil. Ama, endişeleri ve tepkileri şiddetsiz bir yolla ortaya koymak, doğru ve gerekli.
Medya da, olanı ve yaşanılanları doğru sunmalı. Sadece tepkilere odaklanmak doğru değil. Mahalle baskısının artmasına da neden oluyor. Halbuki, İzmir gibi, Denizli’de de, destek, tepkiden fazlaydı. Denizli, olumlu ve faydalı geçti.
Denizli göç alan bir Ege ilimiz.
Çalışkan, girişimci bir ilimiz.
Silahların susması ve barışın inşası buralara çok daha olumlu bir hava getirecek.
Türk kimliği, yeni anayasa, bölünmeyle ilgili endişeler var.
Sanki, yeni anayasa’da, giriş paragrafına, kapsayıcı, farklılıklara saygılı, insan haklarını koruyan ve haklar ve özgürlükler temelinde tanımlanmış “Türk milleti” konursa; ve vatandaşlık maddesi de, eşit vatandaşlık temelinde tanımlanmış “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı” olarak yazılırsa, Denizli’de, barış sürecine katkı artacak gibi.
Yaptığım konuşmalar sonucunda bu düşünceye sahip oldum. Ama, en önemlisi, Cemile Hanım’ı dinlemek. Ölümün ve acının bitmesini istemek.
Kimliklerimizi yumuşatarak ve “insani olanı” ön plana çıkartarak, ölümü ve acıyı bitirebilir, barış kapısını aralayabiliriz.
Denizli’de, Cemile Hanım’la gözlerim doldu, ama başarı için umudum biraz daha arttı.