Taner Akçam, Taraf gazetesinde (24 Haziran), özellikle Başbakan Erdoğan’ın dikkatle okuması gereken ilginç ve önemli bir yazı yazdı.
Yazının başlığı, “Lyndon Johnson ve Tayyip Erdoğan”.
Yazısında Akçam, Amerikan başkanlarından Johnson’un, Siyaset Bilimi çalışmalarında da önemli bir örnek olay olmuş, iktidarını en güçlü anında kaybetmeye başladığı “6 Ağustos 1965 Watts Ayaklanmaları”nı anlatıyor.
Los Angeles’ta, ırk ayrımına karşı Siyahlar tarafından başlatılan ayaklanmalar, 11 gün sürüyor, 34 kişi ölüyor, 1032 kişi yaralanıyor, 3438 kişi tutuklanıyor.
Watts ayaklanmalarını önemli kılansa şu; ayaklanmaların Siyah-Beyaz eşitliğine karşı en fazla çalışmış Başkan Johnson döneminde, hem de onun eşit oy hakkı için önemli başarılar elde ettiği bir zamanda olması.
Oy Hakkı Kanunu başarısını kazanmış Başkan Johnson, birdenbire karşısında, Siyah-Beyaz eşitliği temelinde yapılan bir mücadele görüyor.
Irkçılığın çok güçlü olduğu Güney’de, ırkçılığa karşı başarılı bir mücadele vermiş Johnson, metropol kent Los Angeles’ta başlayan bu eşitlik mücadelesini anlayamıyor.
Dahası, Johnson, Watts Ayaklanması’nı “kendisinin ırk eşitliği için yaptıklarından sonra, kendisine yapılan bir nankörlük” olarak yorumluyor ve “Nasıl olur? Bütün bu yaptıklarımdan sonra bana bu nasıl yapılır” diyerek kızıyor.
Başkan Johnson çok güçlü bir lider. Çalışkan. Zor işleri başarıyor; ırkçılığın güçlü olduğu 1960’lar Amerika’sında, Vatandaşlık Hakları Kanunu, Oy Hakkı Kanunu gibi alanlarda başarı elde ediyor.
Johnson’un kızgınlığı ve tepkiciliği, başarılı olduğu bir anda hatalar yapmasına, kendi iktidarına zarar verecek bir eğilime girmesine neden oluyor.
Sonunda, Johnson iktidarını kaybediyor. Amerika’da ırk mücadelesi devam ediyor, Martin Luther King’in suikastıyla başka evrelere taşınıyor.
Akçam’ın doğru vurgusu gibi, ne Johnson, ne de çevresi, Watts Ayaklanması’nı anlayabiliyor, doğru yönetebiliyor.
Şüphesiz ki, Watts Ayaklanmaları ile Gezi Parkı protestosu ya da Başkan Johnson ile Başbakan Erdoğan arasında, tarihsel, siyasal, kültürel, yönetim anlayışı temelinde önemli farklar var.
Ama, önemli olan nokta şu: Johnson ve Watts ayaklanmaları, Gezi Parkı protestosu bağlamında, özellikle yönetici kesimlerin, dolayısıyla, Erdoğan ve çevresinin ders alması gereken bir örnek olay.
Alınacak en önemli ders, Türkiye ve sizin için bu kadar çok şey yaptıktan sonra bunu bana nasıl yaparsınız demek, kızmak, nankörlük olarak görmek, tepkici olmak yerine, yaşanılan süreci ve insanları anlamak, “Niye” sorusunu sormak, yanıt için, dinlemek, öğrenmek.
Diğer bir deyişle, yaşananlara tepki duymak yerine, “iyi ve demokratik yönetim mekanizmaları ve anlayışı”yla çözüm aramak.
Hele, bugün, Gezi Parkı protestosuna ek olarak, hatta ondan çok daha kritik sorunları içeren bir dönemi yaşarken:
Suriye krizi ve kaynayan Ortadoğu, dış politikamızı ciddi bir çıkmaza sokarken;
Zaten durma noktasında olan Türkiye-AB ilişkileri çıkmaz noktasına savrulurken;
Dünya ekonomik krizi, Türkiye dahil, Brezilya ve diğer gelişen ve yükselen ekonomilere ciddi sorunlar yaratırken;
Yeni Anayasa için toplumun umutları sıfır noktasına doğru giderken ve bugüne kadar başarıyla giden Çözüm Süreci’nde, silahların bırakılmasından barışın inşasına geçiş için, “demokratik reform paketinin hazırlanması ve yaşama geçirilmesi” gereği varken.
Başbakan, kızgın, tepkili, kendisine karşı bir komplo temelinde Gezi Parkı protestosuna yaklaşıyor.
Ekonomik krize, AB sürecine, dış dünyaya da komplo mantığı içinde bakıyor.
Gücünü kanıtlamak için, Türkiye’yi zamanından önce seçim sürecine sokmak gibi bir eğilim içinde.
En azından, böyle bir görüntüyü ortaya çıkartıyor.
Kızgınlığı, aklının önüne geçiyor.
Bu sadece kendisine değil, tüm Türkiye’ye büyük zarar verebilir.
Bugün artık, akıl ve anlama yoluyla, Türkiye’yi iyi ve demokratik yönetime tekrardan sokma zamanı.
Çözüm süreci, bu bağlamda, önemli ve kaçırılmaması gereken bir fırsat.
Sizler bu yazıyı okurken, ben, Akil İnsanlar grubu olarak, Başbakan’la Çözüm Süreci toplantısında olacağım.
İzlenimlerim, bundan sonraki yazıda.