Geleceğimizi büyük ölçüde belirleyecek ve “nasıl bir Türkiye’de yaşayacağız” sorusuna yanıtın ortaya çıkacağı tarihi ve zor bir süreçten geçiyoruz.
Tarihi; çünkü, hepimiz biliyoruz ki, ölümün, şiddetin ve çatışmanın bitmesi, barışın inşası ve Kürt sorununa çözüm olasılığının ortaya çıkması, kutuplaşmış değil, birlikte yaşayan, çatışan değil müzakere eden, farklı kimlikler arası ilişkilerde güven duygusunun arttığı, “demokratik, adil ve istikrarlı bir Türkiye” olasılığını ortaya çıkartacaktır.
Bu olasılık bugün var, hem de başarı şansı yüksek.
Böyle olduğu için de, toplum barış sürecine destek veriyor.
Barış süreci belirsizlik ve risk de içeriyor; uzun bir çatışma ortamından sonra, barış süreci “çok hızlı” işliyor.
Dünya örneklerinden farklı olarak, her şey çok hızlı gelişiyor, değişiyor.
Bu sorun çözülmez derken, üç-dört ay içinde, çatışmasızlık ve silahların bırakılması durumuna geldik.
Haklı olarak, kafa karışıklığı, endişe, hatta korku artıyor.
Ne oluyor gerçekten? Nasıl bir anlaşma var? Bölünecek miyiz? Türklük yok mu oluyor? Gerçekten barış gelecek mi?
Bu sorular soruluyor.
Şiddet, hakaret içermediği sürece, düşünce özgürlüğü temelinde, ciddiye almamız ve tartışmamız gereken sorular.
Barış sürecinin başarılı olabileceği ve Türkiye için yararlı olduğu doğru.
Ama, belirsizlik ve riskler içerdiği de doğru.
Toplum olarak, bu “ikili durumu, başarı şansı ile riskin birlikteliğini” tartışmalıyız. Akil insanlar, bu tartışmayı, ülkemizin farklı bölgelerinde insanlarımızla yapacaklar.
Karşılıklı diyaloğa ve birbirinden öğrenmeye dayalı bir tartışma.
Bu nedenle, akil insan olmayı kabul ettim.
Toplumla, insanlarımızla bu süreci paylaşma olasılığını bana verdiği için.
Gönüllü olarak, hiçbir menfaat gözetmeden, iki ayımın büyük bir kısmını bu fikir ve duygu paylaşım sürecine vereceğim.
İzmir: Mazereti olmayan kent
Siz bu yazıyı okurken, biz İzmir’de olacağız.
Ege bölgesi çalışmamıza İzmir’den başlıyoruz.
Ege’nin ve Türkiye’nin en önemli, aynı zamanda, en kritik kentlerinden biri.
Aslında, kentten büyük, Ege bölgesinin “kent havzası”; etrafındaki kentlerin dönüşümünü, ekonomik büyümesini de etkileyen bir kent.
Aynı anda, “modern, Avrupalı, Akdenizli ve tarihi liman” olan tek kentimiz.
Ama, son yıllarda “içine kapanmış ve tepkili” bir kentimiz de.
Anadolu kentlerini ve bu kentlerin dönüşümünün Türkiye’ye etkisini son on yıldır, özellikle TÜBİTAK projeleriyle çalışıyorum.
İki tane proje yaptım. İkisinde de İzmir vardı. İzmir çalıştım.
Doğan Kitap’tan, bu konuda, 2010 yılında Kentler: Anadolu’nun Dönüşümü, Türkiye’nin Geleceği kitabını yayımladım.
İzmir’i bu çalışmada, İzmir: Mazereti olmayan kent, başlığında inceledim.
İzmir, çok potansiyelli, çok güzel, bir sürü artısı olan bir kent.
Eğitimiyle, coğrafyasıyla, iklimiyle, insani sermayesiyle, liman olmasıyla v.b. artı nitelikleriyle gelişmeye ve kalkınmaya en elverişli ve etrafındaki kentlere, ve böylece Türkiye’ye çok büyük katkı verebilecek bir kent.
Ama, içine kapanmış da bir kent.
Bu konuda, nedenleri de var.
Fakat, silkelenip, büyük bir hamle yapmaması için de “mazereti yok”.
İzmir, bir konuşmamda vurguladığım gibi, bir “Barselona” olabilir.
Hamle, zihniyet ve vizyonla ilgili.
İzmir’e, sıklıkla gittim, konuşmalar yaptım. İzmirli arkadaşları dinledim.
Bence, İzmir bu hamleyi yapacaktır.
Bu hafta sonu, İzmirli arkadaşlarımızın barış süreciyle ilgili görüşlerini, endişelerini, korkularını ve eleştirilerini dinleyeceğiz.
Onların görüşleri ve duyguları çok önemli.
Onlara, kendi görüşlerimizi anlatacağız.
Karşılıklı konuşacağız, tartışacağız.
Türkiye için yararlı olanın ne olduğunu birlikte arayacağız.
Her zamanki gibi, İzmir’e gitmekten, İzmir’de olmaktan çok mutluyum.