Fuat Keyman

Fuat Keyman

fkeyman@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Amerika’nın dünya siyasetinde herhangi bir konu üzerine ne düşündüğünü öğrenmek istiyorsan Washington’a git, derler.
Yaşadığımız çözüm sürecinin önemli bir boyutu şu soru: Amerika çözüm sürecine nasıl yaklaşıyor?
Ege Bölgesi illerine akil insanlar grubumla yaptığım ziyaretlere çok kısa bir ara verdim.
Amerika’ya, Washington’a gittim.
Washington ziyaretimde, yaptığım görüşmeler ve katıldığım toplantılarda, bu sorunun yanıtını da aradım.

Erdoğan-Obama buluşması
Hemen şu noktayı belirteyim; gelecek hafta Washington’da, Erdoğan-Obama görüşmesi var.
Bu görüşme, Washington’da, çok önemli görülüyor ve çok ciddiye alınıyor.
Başta Suriye ve Irak, İran, İsrail-Filistin ve Arap Baharı-Ortadoğu sorunlarının masaya yatırılacağı bir görüşme.
Şüphesiz ki, çözüm süreci de ana gündem maddelerinden biri olacak.
Washington’da çözüm süreci, Arap Baharı ve Ortadoğu’da yaşanan değişim ve dönüşüm bağlamında tartışılıyor.
Türkiye’deki iç gelişmelerle çok fazla ilgilenilmiyor.
Asıl tartışılan soru, çözüm sürecinin Arap Baharı ve Ortadoğu’yu nasıl etkileyeceği.
Çözüm sürecinin Suriye ve Irak sorunları temelinde ne anlama geldiğiyse, tartışmaların temel odak noktası.
Washington’da, İsrail’in Türkiye’den özrü ve Türkiye-İsrail ilişkilerinde, Obama’nın nitelemesiyle, “normalleşme” olasılığı olumlu görülüyor.
İran sorunuysa, İsrail’in özründen sonra, üçüncü sıraya düşmüş durumda.
2013’te, Washington’da, Suriye ve Irak tartışılıyor. Bu tartışma, tüm hızıyla devam edecek.

Amerika’nın muğlaklığı
Ama, benim bugün okuyucularımla paylaşmak istediğim konu, “Amerika’nın çözüm sürecine nasıl yaklaştığı” sorusu.
Yaptığım görüşmelerden sonra, şu sonuca vardım:
Amerika’nın çözüm sürecine verdiği destek net değil; aksine, ciddi derecede muğlaklık içeriyor.
İlginç olarak, bu muğlaklığın kaynağı, çözüm sürecinin sonucunda, Türkiye’nin, hem içinde, hem de “Irak-Suriye ekseniyle Ortadoğu’da, yani bölgesinde güçleneceği” düşüncesi.
Netleştirirsem: Amerika, Türkiye’nin kendi içinde barışa ve istikrara kavuşmasını istiyor; ama, çözüm süreciyle oluşmaya başlayan “Türkiye-Kürtler işbirliği” sonucunda, Türkiye’nin bölgesinde güçlenmesini de, bugün, rahatlıkla kabul edemiyor.
Amerika, sanki, Türkiye’nin hem kendi Kürtleri, hem de Irak ve Suriye Kürtleriyle “işbirliği yaparak ve beraber hareket ederek”, bölgesinde güçlenmesine hazır değil gibi.
Çözüm sürecini konuşurken, hemen Irak sorununun gündeme getirilmesi bunun bir göstergesi.
Dün Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti olasılığına olumlu bakan Amerika, bugün gelişen Türkiye-Kuzey Irak ilişkilerine biraz şüpheyle yaklaşıyor ve Türkiye’nin Irak’ın bütünlüğünü savunmasını istiyor.
“Türkiye-Kuzey Irak ilişkileri, Irak’ın bölünmesiyle sonuçlanmamalı” diyorlar.
“Türkiye, dün de bugün de Irak’ın bütünlüğünü savunuyor zaten” diyorum.
Ama, net olarak görüyorum ki, çözüm sürecine destek bu noktada muğlaklaşıyor.
Benzer bir tavır, Suriye konusunda da var.
Suriye ve iç savaş, temel güvenlik riski olarak görülüyor.
Çözüm sürecinin, Suriye’nin parçalanması anlamına gelmemesi gerektiği vurgulanıyor.
Ve, Türkiye’den, beni korkutan bir biçimde, Esad rejiminin gitmesi için daha aktif olması isteniyor.
“Sert ve askeri güce karşıyız, nasıl bir aktiflikten konuşuyoruz” diye soruyorum.
Çok net yanıtlar alamıyorum.
Bu tartışmalar, Erdoğan-Obama buluşmasının da ana gündemini oluşturacak.
Zor bir buluşma olacak.
Washington seyahatim sonucunda şunu gördüm: Çözüm sürecinin riski içerde değil, dışarda.
Çözüm süreci, ilk başta ve temelde “insani bir süreç”. Ama, Türkiye’yi içinde ve dışında güçlendiren bir süreç de.
Bölünen, zayıflatılan bir Türkiye’den değil, aksine, “güçlenen bir Türkiye”den konuşuyoruz.
Güçlenen Türkiye’yi acaba dünya kabullenebilecek mi? Esas tartışmamız gereken sorulardan bir tanesi de, bu soru.