Tıpkı tarihimiz gibi, demokrasi serencamımız da ihanetlerle doludur. Malum, demokrasinin olmazsa olmazı siyasi partilerdir. Siyasi partiler de genel olarak; ideolojik partiler ve kitle partileri olarak ikiye ayrılır.
Demokrasiye geçmeye karar verdiğimiz 1946 yılında; mevcut olan CHP’ye, yine kendi içinden alternatif bir parti (DP) doğdu. İşte bizim demokrasimiz bu iki ana damar üzerinden bugünlere geldi.
Daha doğrusu, gelmeye çalıştı. Zira geçen bu 70-80 sene esnasında her on yılda bir yapılan askeri darbelerle demokrasimiz doğrandı; kuşa çevrildi.
Kamil manada demokratik bir gelenekten gelmiyorduk ve demokrasinin çilesini çekmemiş, onun için her hangibir bedel ödememiştik.
Çok partili demokratik sistem bize dışarıdan dikte edildi ve dışarısının arzusu istikametinde yapılandırıldı (vesayet). Bu çarpık durum 1960 darbesi sonucu yapılan anayasa ile kurumsallaştırıldı. Artık iş, askerin, rejim için tehlike görmesine kalmıştı (35. Madde).
Her kafası estiğinde, bu tehlikeyi görüp darbe yaptı.
Dış güdümlü mahut askeri vesayet( gerçekte ise, dışarısının NATO), seçilmişlerin başları üzerinde Demokles’in kılıcı misali her daim sallandırıldı.
Her on yılda bir tu-kaka edilen siyasetin gelişmesi, kurumsallaşması ve topluma yayılması ve toplumca sindirilmesi önlendi. Öyle ki, aklı başında aileler, çocuklarına siyasete girmemeleri yönünde telkinde bulundu.
Böylece siyaset çığırından çıkarılmış, siyasetçiye ülkeyi idare etmek yerine idare-i maslahatçılık yapması kalmıştır.
Bize bu denli telkinde bulunan batı, biz dahil hiçbir İslam ülkesinin gerçek manada demokratik-leşmesini istemez. Onların istediği; rejimleri ne olursa olsun, ülkelerin kendilerine uydu olarak bağlı kalmalarıdır.
Bizim gibi; ille de demokrasi olacaksa, vesayet odaklı yani yine kendi güdümlerinde olması şarttır.
Görüldüğü gibi, Türkiye, gerçek bir demokrasi mücadelesi verecekse, bunu, hem içeride hem de dışarıya karşı vermesi gerekir.
Daha açık ifadesiyle tam bağımsız olup kendi kararlarını kendisinin vermesi gerekir.
Bunun için de ekonomik yönden güçlü olması, savunmasını yapabilmesi ve hepsinden önemlisi, yerli ve milli bir siyasi iradeye sahip olması gerekir.
Türkiye ne zaman kendi ayakları üzerinde doğrulmak isterse, içimize yerleştirdikleri ayrık otları devreye girer. Ahtapot misali hem içimizden hem de dışımızdan bizi sarmalayıp kuşatırlar.
Tehditlerine maruz kaldığımız, içerideki ve dışarıdaki terör örgütlerine ve bunların arkalarındaki güçlere (devletler) bakın; ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır.
Ve yine bakınız; yeniden bağımsızlık savaşı veren Türkiye, hala devletin içine sızmış ve dışarıdan her türlü tehdidi yapmakta olan ayrık otlarını ayıklamakla uğraşıyor. (FETÖ vb.)
Yılmadan, bıkmadan, usanmadan mücadeleye devam!
Zira ya devlet başa, ya kuzgun leşe!