Mouseion… Antik Yunanlılardan bu yana: “Bilimler Tapınağı”, “Musalar Tapınağı” veya “İlham perilerinin yaşadığı yer…” diye tanımlanır ve günümüze “müze” olarak gelir… İlki M.Ö 300’de İskenderiye sarayının bahçesinde, çevresinde kütüphane, amfi tiyatro, gözlemevi, yemek ve çalışma odaları, botanik ve hayvanat bahçeleri olacak şekilde kurulur. Bir yer düşünün ki amacı felsefe üretmek, düşünmek, icat çıkarmak amacıyla kurulmuş olsun… İşte onlar tarihin ilk müzeleri.
Yüzyıllarca, üst tabaka denilen çok az bir kesimin erişiminde olduğu müzeler Oxford’da, 1600’lü yıllarda halka açılan ilk müzeye ev sahipliği yapar. Amerika’da ilk müze 1750 yılında açılır ve ardından Paris, Louvre Müzesi 1793 yılında halkla buluşur. Berlin’deki ilk müze 1830’da ziyarete açılır. Ülkemizdeyse Topkapı Sarayının avlusundaki Aya İrini’de 1845 yılında müzeciliğe adım atarız. Bu yer Mecma-ı Asar-ı Atika (Eski Eserler Koleksiyonu) ismiyle İstanbul Arkeoloji Müzesinin temelini de oluşturur. Ve ilerleyen yıllarda sahneye ismini akıllarımıza ve tarihe kazıyacak arkeolog, ressam ve müzeciliğimizin kurucusu Osman Hamdi Bey çıkar.
Dijital çağa, hız çağı deniyor. Özellikle ilerleyen yıllarda insan düşünmesinin yerini alabilecek bir yapay zeka geliştirilmeye çalışılıyor. Bu da biz insanların yapay zekalarla mücadelesinde gelişmemiz ve yaratıcılığımız için düşünmeye yer ayıracağımız mekanlara ihtiyacımız çok demek oluyor… Binlerce yıl önce ilk kurulduğundaki amacı gibi ilham veren, bilginin aktarıldığı, düşünmenin yaşandığı, düşünmeyi deneyimleten yerler olmalı müzeler… Çünkü insanı bir robottan ayıran en temel özelliğimiz bilime, kültürel birikimimiz ve sanatla bakışımız, insanlığımız olacak.
Ne mutlu ki bu ruhu yaşatmaya devam ettirenler de var. Sosyolog Nazan Değiş Gezer bu hafta konuğum. Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesine yolunuz düştüğünde güzel bir fotoğraf için bakınırken olağanca nazikliği ve doğallığıyla “dilerseniz ben sizi çekeyim…” diye yanınıza her an gelebilir. Kendisinin müzenin müdürü olduğunu öğrenmeniz ise ayrı bir heyecanı size yaşatacak eminim…
Nazan Hanım, sizi sizden dinleyerek başlayalım…
1968 yılında Ankara’da doğdum. Doğduğum günden beri Ankara’da yaşadım. ODTU Sosyoloji eğitimi aldım. Öğrenciliğim sırasında da hep sosyal bilimler alanında, ürün değil insan odaklı işlerde çalışmayı hayal etmiştim. İnsanlarla birebir ilişki kurabileceğim, etkisini ve geri dönüşünü alabileceğim bir mesleğim olsun istemiştim. Bunu da gerçekleştirebildiğimi düşünüyorum.
Yaptığınız işlerden söz edelim istiyorum müzeye geçmeden. Çok ilgi çekici bir iş deneyiminiz ve birikiminiz var çünkü.
Elbette. Üniversiteyi bitirdiğimde uluslararası organizasyonlarda görev almayı planlamıştım ve ilk çalıştığım iş de bir BM bir projesiydi. Sonrasında 32.Gün haber programıyla başlayan ve 20 yıldan fazla sürecek televizyon, haber ve belgeselcilik dönemi başladı.
20 yıl medya sektöründen sonra müzecilik o zaman değil mi?
Evet. 2016 yılında Erimtan Müzesi’nden gelen müzenin yöneticiliği teklifiyle her zaman izleyici, ziyaretçi tarafında olduğum ve çok sevdiğim müzeciliğe yepyeni bir adım atmış oldum.
Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi Müdürü olarak çok güzel işler çıkarıyorsunuz. Erimtan’ın hikayesini sizden bir rica edelim.
Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi, Ankaralı sanatsever- koleksiyoner -iş insanı Yüksel Erimtan’ın 60 yılı aşkın süredir biriktirdiği arkeolojik eserlerin bir müzeye dönüşmesi ile 2015 yılında kurulmuş bir müze…
Çok genç bir müze! Peki kaç eser var?
Koleksiyoner müzesi olmasından kaynaklanan seçkin bir zevkin ürünü 1925 nadide arkeolojik eseri barındırıyoruz müzemizde. Ve bir adet ünik eser de bulunmakta. Geç Roma döneminde basılmış ve bir definenin parçası olan altın bir sikke.
Kurucusunun mimariye ilgisi olduğu için Erimtan Müzesi yapımından itibaren ne gibi özellikler taşıdı?
Mesela hazır bir binanın müzeye dönüştürülmesinden değil, tamamen bu müze için inşa edilmiş bir müze binasından bahsediyoruz. 3 eski binanın yıkılarak, Ankara Kalesi’nin sahip olduğu tarihi dokuya uygun- hatta aynı taşların kullanıldığı- bir bina inşa edilmiş. Her ayrıntısı bir anlam taşıyor. Mimarları Prof. Dr. Ayşen Savaş, Can Aker ve Onur Yüncü çok ince düşünerek, planlayarak böyle bir yapıt ortaya çıkarmışlar. Eserleri, izleyici ile kurduğu iletişimi, mimari ve küratöryal özellikleri ile de öne çıkan bir müze Erimtan.
Çok güzel, ben de gezerken o doğal dokudaki tarih hissini aldığımı söylemeliyim. Müzenizin içerikleri konusuna gelirsek…
Tabii. Aslında Erimtan Müzesi yalnızca bir müze değil. Aynı zamanda bir kültür merkezi olarak faaliyet gösteriyor. Arkeoloji koleksiyonunun yanı sıra sanatın farklı disiplinlerinden süreli sergilere, konferans, söyleşi ve seminer programlarına, çocuk-genç-yetişkin katılımcılar için müzede öğrenme atölyelerine, rehberli müze keşif turlarına, online aktivitelere de yer veriyoruz. İzleyicilerimiz de tüm bu etkinlikleri çok yakından ve severek takip ediyorlar.
Evet, ziyaretim esnasında bahçenizde çok güzel bir sanat deneyim alanınızın etkinliğine şahit oldum. Peki, Erimtan’da yaratmaya çalıştığınız fark nedir?
Fark; klasik müzeciliğin “Dokunma!”, “Yaklaşma!”, “Sessiz ol!” algılarını yıkmak… Hedefimiz her yaştan izleyicinin müzeyi sevmesini, her gelişinde farklı bir etkinlikle karşılaşmasını, izleyici ve müze arasında, izleyici ile sanat arasında, izleyici ile arkeoloji arasında sağlam bağlar kurulmasını sağlamak…
Peki dijital çağda kültür sanat ve tarihin öneminden bahseder misiniz?
Pandemi hayatımızda birçok şeyin sorgulandığı, halihazırda hayatlarımıza egemen olan dijitalleşmenin daha da arttığı farklı bir dönem oldu, olmakta. Bu bağlamda müzeler de izleyicisini kaybetmemek ve ayakta kalabilmek için elinden geleni yaptı. Bizler de çevrimiçi atölyelerle, söyleşilerle, sosyal medya üzerinden etkinliklerle, konser ve canlı yayınlarla varoluşumuzu devam ettirmeye gayret gösterdik.
Canlı müze gezileri bile sağlandı bu karantina dönemlerinde… Herkes yaratıcılığını olabildiğince zorladı. Konu gelmişken bu çağ için yaratıcılık nasıl bir öneme sahip sizce?
Tabii biz de karantina dönemindeki çevrimiçi çalışmalar kadar açılma sonrası yeni normal dönemde klasik müzeciliğe kattığımız yeniliklerle etkinlikler yaparken daha yaratıcı ve özgün olmayı amaçladık. Yaratıcılık hayatın her alanında hele ki kültür sanat alanında büyük önem taşıyor. Yaratıcılığa kapalı kurumlar maalesef durağan ve sıkıcı olmaktan kurtulamıyor ve yeni neslin farklılık arayışını yakalayamıyor.
Müzecilikte Türkiye nerede yer alıyor?
Türkiye binlerce yıldır, yüzlerce kültüre ev sahipliği yapmış ve bu sebeple de arkeolojik olarak çok zengin bir coğrafyada yer alıyor. Hal böyleyken müzecilik de arkeolojik eserleri barındıran, koruyan devlet arkeoloji müzelerine yönelmiş durumda. Ülkemiz müzeciliğinde çeşitliliği ve çağdaş sanatı daha çok büyük şirketlerin finanse ettiği özel müzelerde görüyoruz. Dünyada da durum böyle, özel müzeler özel fonların, vakıf ve kuruluşların finansal destekleriyle yaşamlarını sürdürüyorlar.
Size örnek aldığınız, dünyaca başarılı bulduğunuz müze modelleri sorsam…
Elbette. Dünyada çağdaş müzecilikte MOMA, Whitney, TATE Museum, Brooklyn Museum hem sergilemeleri hem eserleri hem de izleyici ile müze iletişimi açısından çok başarılı örnekler diyebilirim.
Ekonomi… Özellikle bu sektörün katma değer yaratması, ülke ekonomisine katkısı, marka değer taşıması gibi konulardan bizlere örnek verir misiniz?
Bu soruya örnek olarak Leonardo Da Vinci’nin Mona Lisa resmini verebiliriz. İnsanlar, başta Mona Lisa’yı görmek için Louvre Müzesi’ne gidiyor. Louvre Müzesi yılda 10 milyon ziyaretçi ile buluşuyor. Binlerce kişiyi istihdam ediyor. Global markalarla iş birliği yapıyor, Mona Lisa’lı saatler, t-shirtler, ayakkabılar üretiliyor ve Paris’e kilometrelerce uzak başka ülkelerde de satılıyor. Böylelikle bir sanat eseri ile bir müze, bir şehir ve bir ülke değer kazanıyor.
Harika! Çok net anlattınız… Peki ülkemizden bu anlamda katma değer yaratan kültür ekonomisine örnek vermeniz gerekirse?
Ülkemizden örnek vermek gerekirse… Her şehirden insanlar Odunpazarı Modern Müzesi’nin mimarisini ve koleksiyonunu görmeye Eskişehir’e gidiyor, Baksı Müzesi için Bayburt’a gidiyor. İstanbul Bienali veya Contemporary İstanbul için İstanbul’a gidebiliyor. Bu örneklerin belki de en önemlisi Göbeklitepe’dir. Her yıl milyonlarca yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği, hakkında filmler, diziler çekilip, kitapların yazıldığı bir kültürel miras.
Peki, müzecilik alanında atılması gereken adımlar nedir ülkemizde gelişmesi için?
Türkiye’de özel müzeciliğin yaygınlaşması gerekli. Ve en önemlisi özel koleksiyonerlerin koleksiyonlarını müzeye dönüştürüp toplumla paylaşması gerekli. Ve tüm bunların gerçekleşebilmesi için devletin ve özel sektörün teşvik ve desteği şart.
Pandemi döneminde müzecilik sektörü nasıl etkilendi bu süreçte?
Zor bir dönem oldu tüm dünya için… Pandemi sürecinde tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kültür alanında çalışan kurumları ve profesyonelleri sarstı. Birçok müze kapandı, bir kısmı çalışmalarına ara verdi, çalışanlarını çıkarmak zorunda kaldı.
Haklısınız, ya Erimtan Müzesi özelinde kriz yönetim süreçleriniz nasıldı pandemide?
Erimtan Müzesi’nde bu süreci hasarsız bir şekilde atlatmayı başardık diyebiliriz. Müzelerde yangın, deprem gibi doğal afetler ya da savaş, terör gibi insan kaynaklı zararlara karşı bir şekilde hazırlıklıyız. Aldığımız eğitimler ve yönetmelikler sayesinde tüm bu olumsuzluklara karşı nasıl önlemler alıp nasıl davranmamız konusunda bilgi sahibiyiz ama bir pandemide ne yapacağımız konusunda hiçbir öngörümüz yokmuş, bunu tüm dünya ile anladık biz de. “Çevrimiçi veya zoom” diye bir kavram girdi hayatımıza. Ekip arkadaşlarımızla birlikte durumu kabullendikten sonra yeni ve yaratıcı neler yapabiliriz diye düşündük. Daha yoğun sosyal medya kullanımı, çevrimiçi konser programı, söyleşiler ve çocuk atölyeleri bize sınırsız ve duvarsız müzeciliğin olabileceğini öğretti.
Ne güzel söylediniz! “Sınırsız ve duvarsız müzecilik…” Neler kazandırdı bu çalışmalar?
Örnek vereyim… Bu atölyeler sayesinde Ankara’ya hiç gelmemiş, Muş’tan, Erzurum’dan, Kars’tan çocuklarla tanıştık ve onlara müzeyi anlattık. Okul gruplarına evlerinden katılabilecekleri rehberli keşif turları yaptık, arkeoloji ve sanat üzerine sohbet ettik. Bu atölyeleri ve turları tamamen ücretsiz yaptık. Biz de katılımcılar da çok zevk aldı. Bir turizm acentesi iş birliği ile dünyanın en güzel müzelerini yine çevrimiçi olarak rehber eşliğinde ziyaret ettik. Pandemi sırasında müzede açtığımız sergiler ile ilgili etkinlikler düzenledik. Pandemi ile çok şey öğrendik, kendimizi geliştirdik.
Gelecek Öncesi Çağlar köşemin sorusuna geleyim… Gelecek ve Müzecilik üzerine gelecek hayaliniz nedir?
Bence ideal olan, müzelerin kültürel mirası barındıran, koruyan, depolayan yerler olmaktan çıkarak, insanlarla birebir ilişki kuran, onların hayatlarına dokunan, eğiten, öğreten, eğlendiren, düşündüren mekanlar olmasını sağlamak çok fark yaratacak. Bugün de gelecekte de müzeciliğin durağan işleyişinden kurtulup disiplinler arası faaliyetlere yer vermesi müzelerin en önemli kazanımları olacaktır.
Twitter: https://twitter.com/FlzDag
Instagram: Benfilizdag