Gerçek hayatları ve gerçek kahramanları hiç uzaklarda aramayalım… Bugün olduğumuz yerdeysek, bu, hayatlarının en büyük girişimini yapmış, yaşadığımız dünyaya en paha biçilmez eserini bırakmış, yaratıcılığının zirvesini yaşamış annelerimiz sayesinde… Onlar gerçek kahramanlarımız…
Peki… Anneliğin adıyla taçlanmış başka neresi vardır adı Anadolu olan dünyada? Anatolia, Yunanca’da güneşin doğduğu yer anlamındayken zamanla evirilip, Anadolu oluyor. Bir tesadüf müydü? Bence, tesadüf olmamalı. Çünkü, ana Tanrıçaların ülkesi bu topraklar.
Tek tanrılı dinlere geçişin çok öncesi yaratımın, doğurganlık ve bereketin simgesi kadın… Anne!
Binlerce yıl önce de anneliğe duyulan güçlü inanış ve saygı, doğanın, doğa ananın sunduğu ürünlerle beslenen avcı toplayıcılar için vazgeçilmezdi. Her ne kadar avcı-toplayıcı (Paleolitik Çağ- Yontma Çağ) dönemin erkek gücüne dayandığı iddia edilse de o çağdan günümüze gelen çeşitli Ana Tanrıça heykelcikleri bizlere annelik ve doğurganlığın o dönemde de kutsal sayıldığını gösteriyor.
Derken, tarım ve hayvancılık ile yerleşik döneme (Neolitik Çağ- Cilalı Taş) geçişte anneliğe, kadının doğurganlığına duyulan saygı daha güçleniyor. Ana Tanrıçalar dönemi başlıyor… Yerleşik hayatla, toprak tohumla işlenerek, emek verilerek bereketleniyor ve ürün veriyor. Bu da annelik ile özdeşleştiriliyor. Bu inanca ait günümüze kadar kalmış birçok örnekleri Anadolu’muzda görüyoruz. Çatalhöyük, karnında tohum taşıyan ana-tanrıça heykelciğinden, Sümer emziren anne heykelciğine ve Kibele bereket tanrıçasına kadar…
Gelelim 2020’li yıllara… Bugün Anadolu’nun gerçek kahramanları olan ana tanrıçaları, kraliçeleri, sultanlarının bir kısmı bizimle… Güzel bir sürprizle de ilk kahraman benim annem, ablamın kaleminden sizlerle.
---
Mübadele döneminde öksüz ve yetim, küçük yaşlarda bir erkek çocuğu… Gemiler yanaşıyor Preveze sahiline. Jandarmalar silahlarıyla kol geziyor “Evlerinizi boşaltın!” diye… Abisine bile ulaşamadan, teyzesiyle birlikte sahile yanaşan eski köhne bir gemiye hınca hınç doluşuyorlar. Hiç görmedikleri anavatanlarına doğru yola çıkıyorlar. İzmir onları beklemekte, ama çok sevdiklerini, canlarını, evlerini, yaşamlarını, geride bırakmış olarak.
O küçük çocuk benim dedem…
Aradan yıllar geçer, dünyalar güzeli Girit ve Makedonya göçmeni bir ailenin kızına aşık olur ve evlenir dedem. Güzel Ege’de bu aşkın meyvesi annem Şükriye Dağ doğar. Maalesef ki o hayat koşullarında bu AŞK uzun sürmez, ayrılırlar. Annem çok küçük yaşta babasıyla kalır. Anneannem uzaklara…
Yıllarca geçen annesizlik özlemi hep içini kemirir annemin. Evlenir, ilk önceleri Almanya’da sonra Türkiye’de hep çalışır, derken eşini çok genç yaşta kaybeder. Yaşam akar, bizleri okutur ve büyütür, ama hep aklında ANNE vardır. Annem nerede? Artık 36 yaşındadır annem ve bir gün babam rahmetli olmadan anneme bir sürpriz yapar: “Anneni buldum. İstanbul’dalar!”. Nihayet mavi gözlü, güzelliği dillere destan anneannemle kavuşabilecektir.
İlk kavuşma anları ise hala tüylerimi ürpertir. Annemin annesine ağlayarak sarılışı, gözünde sel olan yaşlarıyla…
Seni seviyoruz annecim. Anneler günün kutlu olsun.
Funda Girgin
---
40 yaşındayım. Annem, Semiha Cankat, benim yaşımdayken uzunca süre hasta olan eşini 5 sene önce kaybetmişti. İki kız çocuğuyla İstanbul’da yaşadığı zorlukları, bunların nasıl üstesinden geldiğini, kendi travmalarını görmezden gelip, yaşamaya ve yaşatmaya çalıştığını anlatmak bir paragrafa sığmaz. Kızlarının okuması, güçlü olması, kendi başlarına ayakta durmayı öğrenmeleri için adanan bir hayata dair kitabı yazılır.
Annem, kendince senelerdir yazar, kolilerce defteri vardır. Kendi deyimiyle o sayfalar “hayatının dile geldiği” binlerce kelime ile dolu.
Bir de fiziken gerçekte olmayan bir kitabı vardır. Doğru bulmadığı tavırlarda her cümlenin sonuna eklediği “Bizim kitabımızda yazmaz…” sözüne karşılık gelen bu kitap: “Semoş’un Ahlak Kitabı”. İçinde erdem, namus, dürüstlük, adalet, vicdan gibi kavramların olduğu “İyi İnsan Olma Kılavuzu”’ymuş meğer. Bugün en çok bunun için müteşekkirim anneme. Bu kılavuzla bizi iyi birer insan yaptığı için. Elinden gelenin en iyisini yaptığı için. Koşulsuz ve sınırsızca sevdiği için. Herşey için teşekkürler canım Semoş’um.
Duygu Kavame
---
Annem, Aynur Kaçıra, henüz 5 yaşındayken Adana’nın Pirsultanlı köyünde açılan tek köy okulunda eğitimine başlamak zorunda kalır. Eğitimci olan dedem, şartlar ne olursa olsun, kız çocuklarının okuması gerektiğini düşündüğünden, annemi yine daha çok küçük yaşta yatılı öğretmen okuluna gönderir.
16 yaşında gencecik bir sınıf öğretmeni olur annem. O yıllarda içinde ukde kalan tarih sevgisini 45 sene boyunca yüzlerce öğrencisine de hep anlatır. Mucize de burada başlar… Hayallerini gerçekleştirmek için hiçbir zaman geç olmadığına inanan ve tüm ailemizi de hep yüreklendiren canım annem hayalinin peşinden gider. 62 yaşındayken, Mersin Üniversitesi Arkeoloji Bölümünü kazanarak, ertelediği üniversite eğitimine kavuşur. Üstüne üstlük, dört yıllık fakülteyi üç yılda tamamlayarak tüm ailemizi onurlandırır. Azim ve çalışkanlığı ile ailemizin zaferlerinin adıdır annem. Seni çok seviyorum.
Betülay & Burkay Kaçıra
---
Canım annem, Hatice Başhan, mübadele ile Yunanistan’dan gelip Nevşehir, Ürgüp’e yerleşen dört çocuklu göçmen bir ailenin kızı. Sonraları da daha iyi bir hayat kurma hayali ile Ankara’ya yerleşirler. Aynı mahallede, aynı köyden akrabası olan babamla 13 yaşında nişanlanıp, 1980 yılında 16 yaşındayken evlenirler. Daha 17 yaşında beni kucağına alır.
Babam askerdeyken doğmuşum ben. Çocuk yaşta çocuk sahibi olunca kolay olmamış tabii... Birlikte büyümüşüz, o zor yılları birlikte geçirmişiz. Ardından kız kardeşim ve daha sonra erkek kardeşim... Üç çocuğuna da yetebilen, kendi gerçekleştiremediği tüm hayallerini evlatları için dileyen, imkanı olsa çok iyi bir kariyeri olabilecek güçte bir kadın, benim arkamdaki dağım canım annem. Şimdilerde torunlarının süper anneannesi... İyi ki varsın benim kanatsız meleğim... Anneler günün kutlu olsun.
Sezen Varol
---
Yıl 1957… Adana’da, yılın en uzun gecesinde gelen, ailenin ilk çocuğu annem, Derya Klinksiek… Hastalanan anneannemin bebeğine bakamayıp, kendi annesine teslim ettiği ve bir daha alamayıp dede-anneanne ile büyüyen çocuk, benim annem.
Harala gürele geçen lise yıllarının ardından, İngilizcesini geliştirmesi için İngiltere’de Oxford Üniversitesi’ne yollanır. Kısa bir zaman sonra, Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği bölümünü kazandığı haberi gelince, apar topar dönmesi istenir. Derken, buna da son verdirilip, görücü usulü ama bir yandan da severek evliliğe ilk adımını atar. 5 yıl arayla ablamla beni kucağına alır, türlü güzellikler barındıran beraber büyüdüğümüz yıllardan sonra, bu sefer hayat onu boşanma ile karşılar.
Çok sonraları kendi ifadesiyle de gerçek sevgiyi, güvenli ilişkiyi bulduğu yer yeni evliliği olur ve yeni maceralar başlar. Üç ülke, beş şehir ve dokuz ev değiştiren, psikolojik esneklik abidesi, alabildiğine muzur ve zeki, çocuk ruhlu, canım annem. Kendini yermektense veya kendini bir olumlamanın kollarına bırakmaktansa, geleni olduğu gibi yaşamayı, kabullenmeyi öğrendiğim kadın… Anneler günün kutlu olsun.
Saba Çil
---
Benim güzeller güzeli annem Ayşe Ozmuş, Sinop’un Boyabat ilçesinde yaşayan ailesinin ikinci kızıydı. Okumak için çok çaba harcadığını anlatır ve bir gün gizlice lise sınavlarına girip Ankara hemşirelik okulunu kazanır. 4 yıl yatılı okuduğu arkadaşlarıyla da hala görüşür. Daha okulunu bitirmeden babasını kaybettiği için bir yanı hep hüzün kokar annemin. 1968’de tayin olduğu Tokat’a giderken, bindiği otobüste babamla tanışıp, ona aşık olur. 49 yıl aynı yastığa aşkla, sevgiyle baş koyarlar.
Herkese iğne yapabilen ama bir bana bir de abime kıyamayanım o. Canımız acıdığında ya da üzüldüğümüzde bizden daha çok üzülenim. Aile olmayı, sevmeyi, aşkı ve en önemlisi koluna taktığın en büyük takının okumak olduğunu her fırsatta bize hatırlatanım. Vatan ve aile için her şeyi göze alabilmeyi öğretenim. Ve canımın içi oğlum Altay’ı emanet ederken asla gözüm arkada kalmayanım. Seni çok seviyorum annem. İyi ki benim annemsin. Anneler günün kutlu olsun.
Nur Didem Ozmuş
---
Annem, Reyhan Çelikoğlu, İstanbul’da doğmuş ve büyümüş. Disiplinli, biraz asabi ve kuralcı bir babanın kızı. Tek hayalinin hep avukat olmak olduğunu söyler. Ortaokul ikinci sınıfta tarih sınavından geçemez. Üstüne bütünleme sınavına da bir talihsizlik sebebiyle giremeyince, bütün hayalleri söner... Babam okumamı istemedi der hep.
Baba baskılarından yorulur. Daha 17 yaşındayken, görücü usulü bir evlilik yapar. Kocaman, kalabalık bir aileye gelin gider. Hayat ne getirdiyse, onu yaşamıştı önce gelin gittiği semti Rami Eyüp’te, yıllar sonra da kendilerine ait olan Bahçelievler’deki bahçeli bir evde.
İki erkek, biri kız evladıyla tam da hayalini kurduğu bir yaşam derken, 32 yaşında eşini kaybeder. Üç evladına hayatını adar; hem annelik hem de baba rolünü üstlenir. Bugün 70 yaşında. Babamı kaybettiğinden beri tam 38 yıldır hiç makyaj yapmadı. Gülümsemesi onun en güzel makyajı oldu, kadınlığıysa 3 evladı ve torunlarına adanan hayatı… Kendi dünyasında hala umutlu, çocuk kalpli, sevgi dolu bir annem var benim…
Anneler günün kutlu olsun melek Annem...
Özlem Çelikoğlu
---
Annem, Kudret Kartal, 1962 yılında Tekirdağ, Malkara’da hayata gözlerini açar. O zaman şimdiki gibi atölyeler, kurslar ve hayatımızın kurtarıcısı internet yok. Büyüdüğü yer büyük bir şehir de değil. Kendi başına çaba harcayarak üretmek dönemi. Spora da meraklı. Eski bir basketbol oyuncusu annem, şimdi ise torunuyla oynamaktan yorulmak bilmeyen bir anneanne. Okul yıllarında folklor oynamış, sonrasında ise benim folklor oynamama vesile olan annem. Seramik takılar yapışına, kumaş boyamalarına hayran olduğum, durmadan üreten annem.
Alışverişlerimde beğendiğim çoğu şey için “bunu annem yapar” diyerek almaktan vazgeçişlerimin sebebidir annem. Nice dikişleri, örgüleri, batik kumaşları hep yaratıcılığından. Çocukluğumda evimizin duvarında çok sevdiğim bir resim. Sonradan annemin yaptığını ve uluslararası ödül aldığını öğrendiğim. Annem sanatın her renginde. Annem rengarenktir. Renk hayattır. Annem hayatımdır.
Türküler Uzundağ
---
Canım annem, Nurten Gülnaz. Çok oldu veda edeli bize. Tam 19 yıl. 56 yaşında yoruldun hayattan ve hızlı bir vedaydı. Geriye birçok genç bıraktın. Birçok çocuk, birçok anne ve baba… Elinle dokunduğun her öğrencin bambaşka bir değer olarak devam etti hayatına.
Neyi mi başardın? Her durumdan, yaşamdan ve hayattan insanlara dokunmayı. Bize sevmeyi ama koşulsuzca sevmeyi, öğrencilerine ise emek vermeyi öğrettin. İyi ki sendin annem. İyi ki! Sonsuz anneler günün kutlu olsun!
Damla Birdal
---
Benim annem, Nilgül Akyürek, 1963 yılında Şanlıurfa dünyaya gelir. Viranşehir’de sürdüğü mütevazi yaşamından sonra kendisini kocaman bir şehir İstanbul’da 3 akrabasından oluşan aileler ile aynı hanede bulur. Küçücük bir evde, zamanın zor şartlarında, ekmek derdiyle koşuşturan babamın yokluğunda, annem bizleri büyütür.
Bir yandan, hayat onu evlatlarını kaybetme korkusuyla çok fazla sınar ama hiç yılmaz. Tiroid tedavisi gören oğlunun yanında pes etmeden direnir… Yanlış teşhis konulan kızından bir an bile desteğini esirgemez… Öyle ki, Urfa’da damdan düşen kızını, daha ağlamadan hastaneye yetiştirmiş biri. Bir diğer evladı elden ayaktan düşer ve 6 ay ömrü kaldığı söylenir. Oğlunu 3 ay sırtından indirmeden hastanelere taşır. Ve hepsinde de başarır. Annem, zamanın şartları nedeniyle belki okuyamaz ama en küçük kızının Diş Hekimliği okumasında en büyük faktör olur.
Annem sadece bir anne değil, o bizleri bugün biz yapan bir kahraman, bir arkadaş, bir nefes… Anneler günün kutlu olsun canım annem. Seni çok ama çok seviyoruz!
Metin Akyürek
---
Annem, Fatma Gezgin, Aydın Nazilli’de 6 çocuklu bir ailenin dördüncü çocuğu olarak dünyaya gözlerini açar. Daha bebekken başına talihsiz bir olay gelir. Henüz ilk yaşına bile basmamışken, avluda yanan ocağın üzerine düşer ve yüzünde yanık izi oluşur. Bundan bize hep üzülerek bahseder.
İlkokulu bitirdikten sonra dedem ne yazık ki okutmamış. Henüz 16 yaşındayken, dedem görücü usulü ile evlendirmiş. Annem tabii ki bu durumdan hoşnut değilmiş fakat bugüne dönüp baktığımızda iyi ki babanızla evlenmişim, bir daha dünyaya gelsem yine onunla evlenmek isterdim çok şanslıyım der...
Üç kardeşten en büyüğü olan beni henüz 17’sinde kucağına alır. Aslında kendisiyle birlikte bizi de büyütür. Annem… Güzel yüzlüm, al yanaklım... Seni çok seviyorum. Geriye dönüp baktığımda ne kadar güçlü bir kadın olduğunu anlıyorum ve seninle gurur duyuyorum. İyi ki benim annemsin, torunların ve ben seni çok seviyoruz. Anneler günün kutlu olsun.
Tülin Yüce
---
Anne… Çocukların genelde hayatında ağızlarından çıkan, söyledikleri ilk kelimedir, anne. Benim annem, Fatiha Aygıstova, beni 1963 yılında, Sovyet Birliğinde doğurdu.
Onun dediğine göre benim ilk kelimem de Mama idi. Rusça Mama – anne demek. Düşününce, mama, meme sonuçta mama yani Türkçe’de de anne çocuğunu doğuran ve ilk doyurandır. Teşekkür ederim benim güzel annem Fatiha Aygıstova. Sen artık beni yukarıdan görüyorsun ve ben sana dua ile ellerimi uzatıyorum. Seni seviyorum.
Amine Aygıstova
---
Güzel annem, Zeynep Melleç… Anne denince, daha 15 yaşındayken babamla aşkları aklıma gelir. Mersin, Mut İlçesi, Yapıntı Köyünün liseli öğrencileri, annem ve babam… Anneme kopya verip de gönlünü kazanacağına inanan bir babam, kopya almamak için daha çok ders çalışan annem var. Tabii, annem hemen kabul etmez bunu. Hem bir yandan gurur var hem de sevgi bazen inatlaşmayla başlar.
Kısacası, aşk bir kişisel gelişim gibi. Babam, zamanında dedemin de babaannemi tekne ile dolaştırmasıyla başlayan aşklarının meyvesiydi. Annemse, liseyi okumak için köyünden ayrılan bir kardelendi o sıralarda.
Aşkın devamında ne mi oluyor? Dedem, annemi bir başkası ile nişanlandırır. Babam hiç durur mu? Kendi babası gibi tekne ile değil ama taksicilik yapan arkadaşını kandırıp, nişandan annemi kaçırması ile başlar evlilikleri. Eminim, iki taraf içinde kaçmak zor olmuştur, ama onlar iyi ki yapmışlar. Ben doğmuşum. Seni çok seviyorum anneciğim.
Melih Melleç
Twitter: @FlzDag
Instagram: benfilizdag