Sazlıklardan gelen müzik o, doğanın müziği… İster flüt ister kaval ya da düdük diyelim, özünde üfleyerek sanat yaratmanın ilk hali var. Geçmişi yaklaşık M.Ö. 50.000 yıllarına dayanan flüt insanlığın en eski çalgılardan biri. Örneğin Slovenya’da 43.000 yıl, Almanya Ulm yakınlarındaki bir mağaradansa kuğu kemiklerinden yapılmış yaklaşık 35.000 yıl öncesine ait bir grup flüt bulunduğu belirtilir. Ayrıca Çin'de de yaklaşık 9000 yıllık halen çalınabilir halde bir kemik flütün keşfedildiği gibi, Güney Amerika kıtası da yaklaşık 7500 yıl öncesine kadar giden eski bir flüt kültürüne sahip.
Bu keşiflerden yola çıkarak bilim insanları, müzik ve sanatın geliştiriciliğindeki, Neandertaller ile erken modern insan arasındaki davranışsal ve bilişsel gelişimin ve farkın açıklanmasına örnek bulurlar. Çünkü sanat isteğiyle ilk insanlar doğayı taklit edebilmek için enstrümanlarını, icatlarını geliştirirler. İcat diyorum çünkü bir kemik, sazlık veya bambuya delik delerek farklı ve ahenkli sesler elde etmeyi öğrenmek bir bilimsel atılımdır o çağlarda.
Masallara, efsane ve dinlere konu olur flüt. Mesela Yunan Tanrıçası Athena’nın ilk flütü Afyonkarahisar’da zamanında yer alan Eldere şehrindeki gölün sazlıklarından kendi elleriyle yaptığı anlatılır. Ayrıca “Fareli Köyün Kavalcısı”nı da bilmeyenimiz yoktur tüm dünyada.
Kaval demişken… Bence hepsinin çıkış noktaları aynı olup doğuşlarından itibaren farklı isimlerle anılarak ve elbette yapımları itibariyle gelişerek günümüze ulaşırlar… Modern dile ve dünya literatürüne her ne kadar en çok flüt yerleşse de ben kaval hakkında da birkaç bilgi vermek istiyorum. Anavatanının Ural-Altay dağlarındaki ön Türk çobanlar olduğu, kaval kelimesinin de Türkçe asıllı olduğunu Alman müzikolog Curts Sachs ve Macar Denes Van Bartha araştırmalarında dile getirir. Ardından kavimler göçüyle Anadolu’ya yayılır.
İşte insanlık ve gelişim sanatla ilişkili… Aslında insan olmak ve insan kalabilmek öyle… Bu sebeple salt teknolojiyle değil, sanatla bütünleşik bilimsel atılımlar yapılması çok önemli. Sanatı ve sanatçılarımızı da bir o kadar önemsemeliyiz. Çünkü benim gözümde her biri birer masal kahramanı… Bu hafta dünyaca tanınmış Flüt sanatçısı, bir peri kızı Aliya Vodovozova konuğum. Gencecik yaşında elde ettiği başarılar kadar duruşu, eğitimi ve yeniliklere atılımı sanatın dijital çağa hazır olduğunu kanıtlar nitelikte.
Aliya Vodovozova evet seni senden dinleyelim…
Müzisyen bir dünya vatandaşı diyebilirim kendim için. Ukrayna’da doğdum. Türkiye’de küçüklüğüm geçti, dolayısıyla Türkçe konuştuğum ilk dil oldu. Sadece annem ile Rusça konuşuyordum. Moskova’da lise ve üniversiteye devam ettim. İlk müzik eğitimime de annem ile başladım, bana piyano öğretiyordu. Derken ilk defa flütü duyduğum anda bana yılbaşı hediyesi olarak annemden bir flüt istedim. Hayatımın ilk 8 yılı Eskişehir’de geçti, benim için her zaman Türkiye’de en sevdiğim şehir ve “evim” olarak kalacak.
Ve flüt ile tanışman sonrasına gelirsek…
8-9 yaşımda Ankara’da ilk flüt eğitimim başladı, Bilkent Üniversitesinde Adnan Saygun müzik okulu açıldı ve birkaç yıl orada okuduktan sonra 12 yaşımda Moskova’da Gnesin müzik okuluna başladım. İlk yıllar kolay olmadı çünkü dil, kültür, ülke her şey çok yeni ve farklıydı. Türkiye’den sonra şimdi geriye dönüp baktığımda vay be 12 yaşından itibaren yalnız başıma nasıl başardım yaşamayı diye düşünüyorum. Sadece o zamanlar tabii ki anlamıyordum, bana gayet normal geliyordu. Zaten insan her zaman sadece geriye baktığında nasıl bir deneyim yaşadığını anlıyor…. O anda fark etmiyorsun zor ya da kolay olduğunu.
Harika bir örneksin birçok gencimiz için Aliya! Özellikle ebeveynlerin fazla korumacılığını düşünürsek…
Katılıyorum çünkü bu şekilde annemin bana güvenmesi beni her zaman motive etti, ayrıca annemin benimle gurur duymasını istemem bana güç verdi. Moskova’ya geldiğim yıllarda kendimi yalnız hissetmedim, bana Moskova’da sahip çıkan ve destek olan kişiler olduğu için çok şanslıydım, hala şanslıyım. Bazen genetik olarak bağınız olmasa bile insanlar ailemiz gibi olabiliyor. Böyle insanlar hayatımda olduğu için hem çok mutlu hem de minnettarım.
Biraz o yıllarından ve okulundan bahseder misin?
Elbette. Gnesin Müzik Okulunda çoğu öğrenci Rusya ve dünyanın farklı uçlarından geliyorlar. Küçük yaşta yurtta yaşamaya başlıyorlar ve ders programı çok yoğun olduğu için ülkemizi ve ailemizi özlemeye zaman kalmıyor. Lise bitince Moskova Çaykovski Konservatuarına başladım. Bu arada Moskova’da orta okul ve lise bitikten sonra herkesin hayali Çaykovski Konservatuarını kazanmaktır. Açıkçası Gnesin okulu bana disiplinli ve sabırlı olmayı öğretti. Ardından Çaykovski Konservatuvarı ise kendime güvenmemi ve kendimi özgür hissetmemi sağladı. Rusya soğuk olsa bile en samimi, güzel ve sıcak hatıralarım orada.
Sonra Fransa serüvenim oldu, yaklaşık 1 yıl Paris’te okudum ve son 5 yıldır da Almanya’dayım, Berlin’e Hochschule für Musik “Hanns Eisler” Konservatuarına yüksek lisans eğitimimi almak için geldim ve burada kaldım. Çoğu hayalim gerçekleşti ama hayat zaten hayal edip sonra o halin için çalışmak değil mi? Yola devam!
Müzik… Bu alana olan ilgin ilk nasıl ve ne zaman başladı? Flüt enstrümanını seçmen ve sonrası…
Müzik doğduğum anda başladı, annem piyanist. Çalışmasını, provalarını, öğrencilerini ve birlikte gittiğimiz konserleri en küçük yaştan itibaren hatırlıyorum o yüzden müzisyen olmak bana çok doğal geldi. Eskişehir’de yaşarken Macar asıllı komşumuz Anita Farkas flüt çalıyordu, hayran kalmıştım ve günden itibaren bende flüt çalmak istedim.
Genç bir kadın müzisyen olarak nasıl hissediyorsun?
Başarılı kadınları görmek, özellikle müzisyenleri gurur verici benim için. Hayranları olduğun birçok kadın sanatçı isimleri var.
Türkiye’den, Rusya’dan gelmiş ve Avrupa’da çok yüksek seviyedeki orkestralarda kadro kazanmış kız arkadaşlarım var, birbirimizi kıskanmak yerine destek olmalıyız, çünkü 21.ci yüzyıl olsa bile ben hala cinsiyet ayrımının olduğunu görüyorum. Bir orkestraya bakarsak çoğunlukla erkekler çalıyor, son yıllarda eşitlemeye doğru bir ilerleme var tabii ama bu problem hala aktüel maalesef. Özellikle muhafazakâr kolektiflerde…
Ama kariyerine solo olarak sürdüren birçok parlak kadın isimleri var, sanırım daha çok orkestralarda bu ayrım söz konusu oluyor.
Çok net açıkladın… Peki ilerleyen dönemdeki hedeflerin yerel ve küresel neler?
İlerleyen dönemdeki hedeflerim mümkün olduğunca konserde çalmak, solo olsun, oda müziği ya da bazen orkestrada… Çünkü en mutlu olduğum anlar müzik çalabildiğim zaman. Yeni repertuarı çalışmak ve dedemin şakaca dediği gibi “düdükle dünyayı dolaşmak…”.
“Düdükle dünyayı dolaşmak…” Çok güzel söylemiş deden. Seyahatler, gezmek demişken kaç ülkede şimdiye değin sahne aldın?
Gördüğüm her yeni ülke flüt sayesinde oldu ya festival ya konser ya da yarışmalar Japonya, İsviçre, Çin, İngiltere, Hong-Kong, Güney Afrika ve Avrupa’da olan çoğu ülkeyi görebildim.
Bu da bizim mesleğimizin en güzel yanlarından biri: Dünyayı enstrümanımızı çalarak dolaşabiliyoruz.
Peki hep merak ederim, enstrüman seçiminde nelere dikkat ediliyor? Mesela parmaklara bakarak bunlar piyanist eli denir veya bu parmaklar keman çalmaya uygun denir…
Parmakların, elin, yüzün bunlar bence hiç önemli değil enstrüman seçiminde, yeter ki istek ve çalışkanlık olsun. Maksimum kulak ve ritim testi yapılabilir çocuklara, ama dediğim gibi en önemlisi istek ve disiplinli çalışma. Erken yaşlarda ailenin çoçuğun eğitiminde çok büyük bir etkisi var. Müzik biraz spora benziyor, her gün kontrollü bir çalışma rutini gerektiriyor.
Çok çalışma demişken… Nasıl bir çalışma temponuz var?
Daha önce dediğim gibi çalışma rutini mutlaka olmalı, az olsun ama her gün olsun. Çünkü formu kaybetmek çok kolay, en azından benim için öyle… Birkaç gün çalışmasam hemen hissediyorum ve sonra kondisyonu geri yakalamak için daha çok çaba göstermek gerekiyor. Az olsun öz olsun ama her gün olsun :)
Mesela korona dönemi hepimizin temposunu bir anda durdurdu, motive olmak çok zor oldu, ama hayat yavaş yavaş geri dönüyor. Bu sezon oldukça çok çalmaktan mutluyum.
Dijital çağ… Sende bahsetmişken bu çağda insanları, özellikle pandemi ile karantina süreçlerini de düşünürsek, neler bekliyor?
Evet, kesinlikle bir dijital çağ, doğru ve seviyeli kullanılırsa aslında çok artıları var. Pandemi dönemini Berlin’de geçirdim. Ailem ve arkadaşlarım ile sürekli internet üzerinden konuştum, hatta 5-6 kişilik bir çevrimiçi gurup kurup internet üzerinde her gün spor dahi yaptık. Dijital çağın başka artılarından hepimizin bildiği gibi istediğimiz bir bilgiye 1 tıkla ulaşabilmemiz.
Birçok konser kaydı izledim, bir anda herkes çevrimiçi konser vermeye başladı, sosyal medyada sürekli insanlar çalıyordu bir açıdan kendimizi motive etmek ve kondisyonumuzu düşürmemek için güzel bir fikir ama bir andan sonra bu durum çok üzücü gelmeye başladı. Düşünsenize kameranın önünde tek başınıza çalıyorsunuz, seyirciler ile olan bağ ekran yüzünden kayboluyor…
Ne kadar dijital bir çağda yaşasak bile canlı müzik dinleme keyfi hiçbir dijital cihaz yerini alamaz. Birkaç aydır konserler devamlı sahne alıyor artık. Bir görseniz insanların sanata nasıl ihtiyaçları var. Mesela Berlin’de filarmoni salonu doluyor, seyirciler çölde su bulmuş gibi müziği adeta yudumluyorlar. Kitap, sinema, müzik yani sanatın değerini karantinada daha iyi anlıyor insan. Umarım bir denge bulabileceğiz, geleceğe umutla bakıyorum.
Teknolojinin ilerlemesiyle yapay zekanın üreteceği beste ve güfteler de olacağı tahmin ediliyor…
Evet, sadece bence sanat, özellikle müzik, insanlarca üretilmeli. İnsan ruhuyla üretiyor, yapay zekanın ise duygu ve his üretebilmesi mümkün değil. Teknoloji tabii ki sanat alanına girebilir ama pratik olarak yardımcı olmak için, mesela besteciler notaları direk bilgisayara yazabiliyorlar, notalar yazıldıktan sonra dijital dinleme şansımız var. Şubat ayında Almanya’nın güneyinde 2020’de yazılan yeni flüt konçertosu prömiyerini çalacağım ve bana besteci şimdiden yazdığı eserin, orkestra eşliği dahil, dijital sesini yolladı. Örneğin burada dijital ve teknolojik gelişmeler çalışmam ve eser ile ilgili fikrimin oluşması için çok pratik. Yani bu şekilde teknoloji ve sanatı birlikte görebiliyorum.
Müzik çok değişti dünyamızda. Özellikle pop müzik en çok tüketilen… Sen bu tüketim çağında yeni nesil müziği nasıl buluyorsun?
Evet, maalesef pop müzik kalitesi gerçekten düştü, özellikle son 10 yılda, ama hala beğendiğim ve dinlediğim müzisyenler arasında Coldplay, Jacob Collier var. Ayrıca Jazz ve Airnb çok severim.
Önceki soruda dijital çağın artısı olarak aradığımız bilgilere bir tık ile ulaştığımızı söylemiştim, ancak eksi olarak insanlar çok sabırsızlaştı. İnternetin buna çok etkisi var. Her şey anlık olmaya başladı ve maalesef bu yüzden yeni tüketim çağında özellikle derinlik eksik olabiliyor.
Peki “Klasik Müzik” dersem bu çağda…
Klasik müzik yeniklere açık ama yine de sınırlı bir şekilde. Ben de bunu doğru buluyorum. Geçen sene Ekim 2020 Fransa Aix-en-Provans’da muhteşem bir festivale ünlü kemancı Renaud Capucon beni davet etti. Festivalim adı “Yeni Ufuklar” 10 genç müzisyen ve 10 genç besteci. Hem klasik eserler çaldık Mozart, Schubert, Brahms hem de on genç bestecinin bu festivalde eşimin yazdığı eserlerin prömiyerlerini yaptık. Bence harika bir fikir! Yeni nesil klasik müzik bestecilerini eskiler ile aynı konserde seslendirmek, seyirci içinde algılamak daha kolay oluyor. Bir yandan da modern klasik müziğin popülerleşmesini sağlıyor. Böyle festival ya da konser konseptinin sürekli ve yaygın olması bence harika olur!
Müzik vs Gelecek… Köşemin adı Gelecek Öncesi Çağlar… Çağlar açılıp kapanıyor. Bir müzisyen gözünden gelecek nedir?
Geleceği önemsemeliyiz. Sanat olsun, çevremiz olsun, sadece kendimizi değil ama gelecek nesli de düşünmeliyiz. Sanat geleceğe bir yatırım benim için, teknoloji ise bu yatırımın mümkün olduğunca uzun süre yaşayabilmesini sağlayan araç demek olabilir. Bir müzisyen olarak çocukların küçük yaştan itibaren mutlaka müzik eğitimi ve bilgisinin öğretilmesini çok önemli buluyorum. Bu da gelecekte sanatın önemini yitirmemesi için büyük bir katkı olur.
Twitter: https://twitter.com/FlzDag
Instagram: Benfilizdag