Televizyon, kısaca TV… 1925’den bu yana bu 4 köşeli kutuyu izlemek için karasal kablolara bağlanmamız yeterliydi. Ardından uydu teknolojisinin hayatlarımıza girmesiyle dünyadaki birçok içeriğe erişimimiz sağlandı. Derken, o 4 köşeli kutuya artık bağlı kalmayacağımız Netflix, Exxen, Blu Tv, Puhu Tv, Gain gibi dijital yayın platformlarının hayatımıza girmesineyse bir devrim gözüyle bakıyoruz.
Aslında hepsinin ortak bir amacı var: “İçerik sunuculuğu…” Oysa değerli olan içerikler ve o içeriği üretenler... İçerik üretmenin maliyeti kadar ürettikten sonra yayınlanacak sunucunun bulunması, hele o bilinen kanallardaysa, çok zordur. YouTube’da işte tam burada devreye girdi. İçeriğinizi girmek ücretsiz, izleyicilerin de size erişimi ücretsiz. Alan memnun, satan memnun.
Tanınırlığa gelince… Milyonlarca içerik arasında YouTube sunucusunu TV kanalı gibi kurgulayan yapımcılar da böylelikle çıkmış oldu bu zamanda. Evet içerik değerli ama farklı kişi ve konu içeriklerinden oluşmuş kocaman bir havuza sahip olmak daha değerli… Ve o havuzdan bir marka değeri yaratmak yeni nesil bir işleyiş oldu: Babala Tv, Flu Tv, Evrim Ağacı…
Bu hafta YouTube’da milyonlarca izlenmeye ulaşan yeni nesil içerik üreticimiz Aytuğ Akdoğan ile birlikteyiz. Programının edebiyat, kültür ve eleştiri üzerine olması başlı başına yarattığı en büyük değer. Aytuğ’un başarısı, kanalında bir eşyayı süsleyip püsleyip satmasından değil, bir bilgiyi sorgulatmayı ve onun herkesin anlayacağı dille irdelenmesini sağlamasından…
Aytuğ Akdoğan’ı tanımaya başlayalım.
Kim olduğunu sürekli arayan ve bu yanıtı bulamadan ölmekten endişe duyan bir insanım. Hayatımın çoğu İstanbul’da geçti; liseyi beş yılda zar zor bitirebildim. Sanırım matematik derslerinde gizlice şiir kitapları karıştırdığım için... Ama üniversite fena değildi, Bilgi Üniversitesi’nde sinema ve televizyon okudum.
Matematik dersinde şiirler derken kitaplarını yazmaya başladın sanırım.
Evet. Yayınlanmış biri deneme, biri derleme ve 4’ü roman olmak üzere altı kitabım var. Bundan sonraki arzum ise artık oturup bir dizi ya da film senaryosu yazmak.
Eminim o senaryolar çok konuşulacak. Bir de daha 20lerindeyken 6 kitap yazan, duyguları yoğun, hatta romantik Aytuğ’u mesleğinde satirik ve eleştirileriyle de tanıyoruz.
Evet öyle… Eskiden kitap eklerinde eleştiri yazıları çıkardı, şimdi ise kitap ekleri tanıtım eklerine dönüşmüş bir halde. Herkesin kendi arkadaşlarının kitaplarını öve öve bitiremediği edebiyat dünyasında, beğenmediği kitapları söyleyenleri taşlarlar tabii! Oysa Türkiye’de daha çok satiriğe ihtiyacımız var, çünkü yazar için de okur için de ilerleme ancak böyle sağlanabilir.
Haklısın. Sen de çok alanlısın. Sinema, yazarlık, edebiyat ve dijitali birleştirdin. Bunları seni sen yapanlar diyebilir miyiz?
Denilebilir. Ben uzun bir süre dünyayı sözcüklerle algılamaya çalıştım, ama bu bir noktada yetmemeye başladı ve görsele yöneldim. Edebiyat anlatır, sinemaysa gösterir ve ben tam bu ikisinin arasında bir yerden seslenmeye çalışıyorum. Bunun dışında aslında her şeyin ilgimi çektiğini söyleyebilirim; güzel bir şarkıyla hüzünlenebilirim, güzel bir tablo karşısında heyecanlanırım ya da herhangi bir kediyle selamlaşmak bile o günümün güzel geçmesini sağlayabilir.
Gelelim dijitale; Flu Tv, Babala Tv… Milyonların izlediği kitap ve edebiyat programlarını yapmaya nasıl karar verdin?
Aslında kitap programı yapma fikrini Okan Bayülgen sokmuştu kafama. Yıllar önce bir gençlik kanalı kuracaktı ve orada bu programı yapmamı istedi, ancak kanal kurulamadı. Sonra Youtube’u keşfetmemle önce ‘Ali Ata Bak’ diye konuklu bir program yapmaya başladım, sonra da Babala Tv’ye geçtim. İlk bölüme, “Burada kimsenin ihtiyaç duymadığı bir şey yapacağım, edebiyattan ve felsefeden söz edeceğim” diye başladığım program 5-6 milyonun üzerinde izlenme aldı. Yani bu sonucu beklemiyordum, hatta bunun hayatımdaki en güzel yanılgı olduğunu söyleyebilirim, çünkü meğer böyle bir ihtiyaç da varmış.
Ve sonra bunca izlenme ve ödül aldığın bir kanalı bırakıp bir anda Flu Tv’ye geçtin. Normalde 2.5 milyon abonesi olan bir kanaldan 400.000 abonesi olan bir kanala geçilmez, hatta bunun tam tersi yapılır. Neden?
Flu Tv’yse geçilir. Orada felsefe, bilim, ekonomi ya da sinema gibi birçok farklı alanda başarısını kanıtlamış programcı var. Dolayısıyla böyle bir kanalın 400 bin abonesi varsa, bunun nitelikteki karşılığı 4 milyondur bence.
Seninle dijital alanda yayın yapan bir grup insan var. Size Zihni Sinir diyebilir miyiz?
Zihni Sinir örneğiniz çok hoşuma gitti. O bilime dair zor ve sıkıcı konuları sade ve eğlenceli bir şekilde anlatırdı. Ben de derinliğine zeval vermeden edebiyat alanında bunu deniyorum. Bu yüzden en son Nietzsche’yi Hülya Avşar’la kıyaslayarak anlattım, çünkü yüzyıllara yayılmış bir kültürü gündemden örneklerle anlatınca hem daha ilgi çekici oluyor hem de daha akılda kalıcı.
Ya büyük, dünyaca ses getirecek hedeflerin var mı?
Aslında “keşke daha hırslı biri olsaydım” derim kendim için. Ama bir değişikliğe gidecek olsaydım televizyonu değil, Acun’un yakında başlatacağı Exxen’i veya diğer bir platform girişimi olan Gain’i tercih ederdim. Muhtemelen kanaldaki en az izlenen içerik olur gibi düşünülse de yeni oluşumların içinde olmak her zaman daha iyidir.
Ben bu son sözünden ve başardığın işlerden gizliden iddialı biri olduğunu anlıyorum. Risk alarak fark yaratıyorsun her zaman. Bu sıradışılığının sebebi nedir?
Normal anlatının dışına çıktığınızda risk almış ve ister istemez fark yaratmış oluyorsunuz, peki amacım neydi? Gördüğümüz edebiyat derslerini bir düşünün: Tahtada yazarların doğum ve ölüm yılları arasına kısacık bir çizgi çekerlerdi, ama bize onların hangi dertler yüzünden öldüklerini anlatmazlardı. Ya da coğrafya derslerinde mesela dünyanın enlemini boylamını öğretir, ama kıtalar arasında yapılacak bir yolculuğun o muazzam duygusundan bahsetmezlerdi. Benim amacım bilgiyle beraber bunları da verebilmek. Bilgiden, coşkudan, eleştiriden ve hüzünden, hepsinden söz edebilmek.
Türkiye’nin en çok izlenen kitap / edebiyat / kültür yayında konuklarını seçerken neye dikkat ediyorsun?
İlk yaptığım konuklu programa küçük İskender ya da Ercan Kesal gibi herkesin bildiği yazarlar da konuk oldu, kimsenin tanımadığı bir sürü genç yazar da. Şimdiki programda da genç yazarlara sıkça yer veriyorum, ama bir yandan geçen günlerde Cem Yılmaz’a da yazdım “konuk olmak ister misiniz?” diye. Çünkü ben ana akımı ve yeraltını, bilgiyi ve düş gücünü ya da anlatıyla görseli bir arada görmek istiyorum. Dolayısıyla benim için herkes önemli, her şey üstüne konuşulabilecek kadar değerli.
Teknolojileşen ve dijitalleşen dünyanın Türkiye’sinde edebiyata ve yazarlığa bakışı nasıl görüyorsun?
Sıkça söylediğim bir şey var; bizim memlekette iyi yazarlara değil, çok satan yazarlara yatırım yapılır. Dolayısıyla bir yazar olarak nasıl yazdığın değil, kimleri tanıdığın önemlidir. Bu yüzden dünyaya kıyasla gerideyiz, çünkü iyi metinlerin ortaya çıkmasına imkân tanımıyoruz. Yani dijitalleşen dünyaya laf atmadan önce, bu kayırmacılığa, bu çıkar ilişkileri üstünden yürütülen arkadaşçılığa bir çare bulmamız lazım.
Yazdığın kitaplarından söz edelim istiyorum.
Şöyle… Yazdığım kitaplardan söz etmek beni iki nedenden dolayı üzüyor: İlki, yaklaşık bir senedir yeni baskıları yapılmadığı için bulunamıyor olmaları, ikincisi ise 3-4 senedir yeni bir şey yazamıyor oluşum. Şimdi neyse ki Caner Yaman’ın yayın yönetmenliğinde, Hayy Kitap’tan çıkacak hepsi, hem de birkaç hafta gibi kısa bir süre içinde. Belki onların tekrar okunduğunu görünce yenisini yazmak için bir nedenim, bir motivasyonum olur…
Bu habere çok sevindim. Peki, yazmaya geçişin kendini, fikirlerini bir dışa vurum diyebilir miyiz?
Kitaplarımda konular genelde bir yolculuk üstünden şekilleniyor, kendini arayan ya da kendini aramaktan vazgeçmiş 'ötekilerin’ yolculukları ve hissiyatları üstüne… Ve tabii benim iç çekişlerim…
Senin bakış açından gelir elde etme konusunda YouTube fark yaratıyor mu?
Youtube bir gelir kapısı evet, ama nasıl? Challenge videoları çekip her hafta çekiliş yaparak mı? “Bugün makyaj yaptım kaydır!” ya da “Bugün kimono giydim kaydır!” diye insanlara sürekli ihtiyaçları olmayan şeyleri satmaya çalışarak mı? Saçma sapan insanları ünlü edip, sonra onlardan yakınıyoruz… Ama salt bize değil, onlara da üzülüyorum, çünkü hiç hak etmedikleri bir şekilde o kadar zengin oluyorlar ki, bir süre sonra onlar da kafayı yiyor. Tanıdığım birçok fenomenin majör depresyon yaşadığını görüyorum. Kulağa garip gelebilir ama dünya üstünde piyangoyu tutturmuş insanlar uzun vadede daha mutsuz insanlara dönüşmüştür. Dolayısıyla benim böyle bir içerikten kazandığım cüzi bir gelir, tırt bir içeriğin getireceği bilmem kaç bin dolarlık bir gelirden daha tatmin edici.
Bu yanıttan reklam konusunda da seçici olduğunu çıkartıyorum?
Elbette. Kitaplarla ilgisi olmayan hiçbir reklamı kabul etmedim, çünkü bunu bir kere yaptığınızda artık güvenilir bir kaynak olmaktan uzaklaşırsınız. Storytel mesela, geçen ay beş tane kitap dinlemişim bu uygulamadan. Hepsini satın almaya kalksam 200 lira tutuyor, ama ben 35 lira ödedim. Şimdi ben bu kadar iyi bir fikri, bu kadar özenli bir uygulamayı tanıtmayıp ne yapayım? Berk İmamoğlu tanıdığım en vizyoner adamlardan biri.
Edebiyat, gelecek, teknoloji, dijitalleşme… Bir genç nesil edebiyat araştırmacısı, YouTube yapımcısı ve yazarı gözünden gelişmeleri nasıl buluyorsun?
Sizin ‘Dijital Rönesans’ olarak adlandırdığınız bu çağı önemsiyorum. Artık gündeme ve geleceğe yön veren her şey dijitalde şekilleniyor. İyi bir müzisyenin yapımcılara ihtiyacı yok artık, koyuyor Youtube’a ve binlerce kez dinleniyor. İyi bir yazar kitabını bastırmak için yayıncılara ihtiyaç duymuyor, koyuyor internete ve okunuyor. Daha fazla seçeneğimiz var artık ve adil bir ortamdayız. Zaman zaman kantarın topuzu kaçsa da böyle bir devrimin içinde bulunmaktan memnuniyet duyuyorum.
Peki… Karıştırmaktan, kurcalamaktan en çok zevk aldığın konular neler?
Psikolojik deneyleri incelemek çok hoşuma gidiyor. Mesela Stanford hapishane deneyi ya da Milgram deneyi çok ilginçtir. Çıkan sonuçları edebi metinlerle, mesela Dostoyevski’nin yazdıklarıyla kıyaslayınca bu tür yazarların neden tarihe geçtiğini daha iyi anlıyorum. Sanki tüm bu deneyler onların yüzyıl önce söylediklerini teyit etmek için yapılmış gibi. Bir de resim okumalarını çok seviyorum çünkü neredeyse hiç anlamadığım bir alan.
Son olarak… Onca tanınmışlığın ve yaptığın programları düşününce aklında yer eden, seni şaşırtan birkaç anından bahseder misin?
O zaman ilk aklıma gelen… İzmir’e gittiğim bir otobüste önümde oturan bir gencin kulaklığında kendi sesimi duydum. Baktım telefondan benim programı izliyor… Sonra birkaç bölüm daha izledi, bazı yerleri geri alıp notlar aldı, bazen güldü. Bütün bu tepkileri görmek çok güzel bir deneyimdi. Mola verdiğimizde tanıştık, tost ve ayran ısmarladım ona. Hala takipleşip yazışıyoruz arada.
Bir de geçen hafta absürt bir şey oldu, bir taksiye bindim ve adam “Oo abi hoş geldin, Babala’daki bütün bölümlerini izliyorum” dedi, diyemedim “6 ay oldu ben başka kanala geçeli…”
Twitter: @FlzDag
Instagram: benfilizdag