Sanayi Çağı… Yaşamımızı kolaylaştıran çok önemli gelişmeler sundu, evet… Öte yandan çevre, hava, su kirliliği, ormanların azalması, artan nüfus, doğal kaynakların tükenmesi gibi sonuçları hayatta kalışımızı zorlaştırmaya devam ediyor. Mesela, küresel ısınma ve iklim değişikliğinin etkileriyle yeni pandemilere hazır olun diyor uzmanlar…
Yayılan virüs mü; yoksa insanlar mı dünyaya?
Dijital Çağ… Ve yeni bir evre daha. Henüz bunun neler getireceğini öngöremiyoruz. Bildiğimiz tek şey bir önceki endüstriyel devrimin pandemik sonuçlarının dijitalleşmeye geçişimizi hızlandırdığı, hatta zorunlu kıldığı… Temassız, sosyalleşmesiz, uzaktan erişimli ve bol korunmalı yeni bir çağ.
Şimdi her zamankinden daha fazla Sağlık Bilimi Araştırmaları, Sağlık Teknolojileri, Hekimler ve Sağlık Çalışanlarına ihtiyaç duyduğumuz bir çağın başlangıcındayız. Gözümüz, kulağımız, kalbimiz doktorlarımızda, bilim insanlarımızda.
COVID-19 pandemisi başladığından beri 650’yi geçkin hastayı iyileştiren, “İnsanlara nefes aldırmak tek hayalim…” diyen beyaz önlüklü kahramanlarımızdan Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Şevket Özkaya ile pandemi sürecimizi ve yeni çağımızı konuştuk.
Şevket Özkaya’yı tanıyalım istiyorum…
Samsun’da doğup, üniversite ve uzmanlık eğitimim dahil tüm eğitimimi Samsun’da yapmış, Samsun aşığı biriyim.
Doktor olmak her çocuğun hayalidir; sende de öyle miydi?
Kesinlikle… Çocukken nefes alamayanlara yardım etmek isterdim. Özellikle doktor olup, en başta anneme nefes aldırmak tek hayalimdi…
Nefes alamayanlar… Ne kadar hayati bir tanım oldu özellikle covid-19 döneminde.
Çok… Annem hep nefes darlığı çeken bir astım hastasıydı. Hayatının neredeyse tamamı hastanede geçti ve ben hemen hemen her fırsatta okul çıkışları, bayramlarda onu hastanede görmeye giderdim. Ve Göğüs hastalıkları uzmanı oldum. Uzmanlıkta 1. tercihimdi ve şimdi insanlara nefes aldırmak için elimden geleni yapmaya çalışıyorum.
Uzmanlık alanın Göğüs Hastalıklarına yaşadığımız Covid19 döneminde ilgi çok arttı…
Evet… Tıp Fakültesinde öğrencilerime Göğüs Hastalıkları Uzmanlığının gelecekteki en önemli branş olacağını hep söylerim. Akciğerler hayati organlardan dış çevreye, yani yaşadığımız, nefes aldığımız atmosfere açık olan ve ondan direk etkilenecek tek hayati organ.
Örnek verir misin buna?
Tabii… her bir seferde akciğerlere aldığımız hava miktarı yarım litredir yani 500 ml’dir. Yetişkin bir insan 24 saatte yaklaşık 20.000 kez nefes alır ve bu yaklaşık günde 10.000 litre havayı akciğerlerimize almak demektir. Düşünsenize, günde 10.000 litre etrafınızdaki havayı tozu, mikrobu ve kiriyle birlikte akciğerlerinize alıyorsunuz ve bunu filtre ederek dışarı tekrar veriyorsunuz. Bu muhteşem bir mekanizma ve insan nüfusu arttıkça ve nefes aldığımız atmosfer kirlendikçe solunum yoluyla bulaşan hastalıklar hızla artacak ve akciğerler en hayati organlarımız olacaktır.
Haklısın… Türk hekimlerimiz bu süreçte dünyaya örnek bir fedakarlıkta bulunuyorlar. Çok da başarılılar…
Evet… Bizler, dünya standartları üstünde hekimlik yapıyoruz. Eğitimimiz ve akademik yayınlarımız dünya standartlarından geri gibi olsa da hasta pratiğimiz onlara göre çok iyi. Şöyle örnek vereyim, bir Türk Göğüs Hekimi günde astım, zatürre vb. hastalıklardan 50-100 hasta görüyor. Oysa Avrupa ve Amerika için söylemek gerekirse bir uzman günde 5 hasta görüyor ve bu hasta sayısı pandemi döneminde artınca sağlık sistemi kilitleniyor. Biz bu hasta yoğunluğuna alışığız.
Bitemeyen Covid19… Bu virüsün kasıtlı bir proje olduğu iddiası hakkında ne düşüyorsun?
Aslında bir laboratuvar virüsü olduğunu biz de düşünüyoruz. Şöyle ki ülkeler ellerinde potansiyel nükleer silah, atom bombası vb. kitle imha silahları bulundurur ve bunları kullanırlar mı? Hayır, ama bu ellerinde bir güçtür. Haliyle biyolojik olarak da bazı laboratuvar çalışmaları var. Mesela kızamık virüsü ile başka bir virüsün genetiğini birleştirip-değiştirerek bir toplumdaki bireyleri etkileyecek biyolojik silah çalışmaları var. Bu virüs de bir tür laboratuvar virüsü ama bilerek yani isteyerek topluma bulaştırılmadı. Bunun laboratuvar dışına çıkması bir kazaydı ve Çin’de buna hazır değildi. Hazır olsaydı ve bilerek olsaydı önce aşıyı bulup yaparlardı. Size bununla ilgili fikir verecek iki film öneririm, biri 1976 yapımı “Cassandra Crossing” ve 2011 yapımı “Contagion”.
Peki net bir tedavi yöntemi var mı? Mesela, aşı konuşuluyor tüm dünya ülkelerinde aylardır …
Şu an virüse spesifik bir tedavi dünyada yok. COVID-19’a kısmen etkili olduğunu bildiğimiz Favipravir ile tedavi veriyoruz. Aşı bulunacak ama bu virüs doğal bir virüs olmadığı için doğal bağışıklık yapmıyor ve aşı ile olacak yapay bağışıklıkta kişiden kişiye etkisi değişmekle birlikte sadece birkaç ay koruma sağlayacağını biliyoruz. Aşı virüse spesifik bir kalıcı bağışıklık yapmayacak gibi…
Peki, bu virüsün direnci mutasyona uğradığı yönündeki iddialardan mı kaynaklanıyor?
Hayır… Aslında virüs mutasyona uğramadı. Bu bir modifikasyon, yani mevsim, ısı ve toplum dinamiklerindeki değişime göre virüsün insan vücudundaki etkisi değişiyor. Mesela Mart, Nisan ve Mayıs aylarında görmediğimiz kadar COVID-19 zatürresi olan hastalar görmeye başladık.
Covid19’dan korunmaktan başka çaremiz yok… Bu zaman içinde çok COVID-19 hastan oldu biliyorum… Nasıl sonuçlandılar?
Evet… Pandemi süresince yaklaşık 650 COVID-19 hastam oldu ve genellikle 45 yaş üstü idi. Toplamda sadece 4 hastamı kaybettim. Yaşlı ve komorbidite dediğimiz ek hastalıkları olan kanser ve KOAH hastalardı. Onlarda maalesef COVID-19 olmasa bile basit bir grip ve zatürreden de kaybedilebilecek hastalardı.
Unutamadığın bir anın var mı COVID-19 ile ilgili?
Elbette… İlk COVID-19 hastamı unutamıyorum… Yeni doğum yapmış ve bebeği evde onu bekleyen bir hastamdı. 2 kez acile gelmiş ve Mart ayında ilk vakalar ortaya çıktığı hafta poliklinikte muayene edip filmine baktığımda çok heyecanlanmış ve korkmuştum. Oysa binlerce bu tip zatürre ve yüzlerce virüslere bağlı zatürre hastası takip ve tedavi etmiştim. Ama bu hep televizyonda izlediğimiz ve bilimsel yayınlarda gördüğümüz hastaydı. Yatırdım ve hem o hem biz hem de ailesi korku içindeydik. Tedavisi yoktu çünkü, daha Çin’den gelen Favipravir dediğimiz ilaç da yoktu. Bilim Kurulu sıtma ilacı dediğimiz ilacı vermemizi rehberde söylüyordu. Başladık ama çok hızlı kötüleşti hastamız. O zaman bu sıtma ilacının etkili olmayacağını düşünmüştüm ve zaten şu an tüm dünyada tedaviden kalkmaya başladı. Hasta elimizde kötüleşiyor ve yapacak başka bir tedavi de yoktu. Hastamız bebeğini göremeden öleceğini bildiğini söyledi ve akciğerleri ve kliniği kötüleştikçe o da bizde ve ailesi de ümidimizi yitirmeye başladık. Çünkü şu an elimizde olan ilaçların hiçbiri yoktu. Bizde risk alıp bu hasta pandemi döneminde olmadan önce gelseydi ve COVID-19 değil de başka bir virüse bağlı zatürre olsaydı ne yapardık diye düşündük ve tedavisine kortizon dediğimiz steroid tedavisi ekleyerek yeniden düzenledik. Hızla hastamız klinik ve radyolojik olarak düzeldi ve birkaç gün sonra iyileşerek eve, bebeğine kavuşturduk. Mart ayının başında daha ilk hastamıza verdiğimiz bu kortizon tedavisi aylar sonra dünyada ve ülkemizde tedavi rehberlerine girdi ve bununla gurur duyduk.
Ne mutlu sizlere... Peki, Zatürre aşısı… Grip aşısı… Malum kışa girmek üzereyiz. Aşı yaptırılmalı mı?
En çok anlatmaya çabaladığım konu… Zatürre dediğimiz olay akciğerlerin virüs veya bakteri ile iltihaplanmasıdır. COVID-19 bir virüs, zatürre aşısı olarak kullandığımız pnömokok aşısı ise bir bakteri aşısıdır. Mevcut zatürre aşısı yani pnömokok aşısı COVID-19’dan korumaz. Zatürre aşısı 65 yaş üstü, kronik hastalığı olan ve yılda birkaç kez zatürre geçirip tedavi almak zorunda olan kişilere önerilmektedir. Herkese ve özellikle COVID-19’a karşı koruyucu olarak yapılmasını önermiyoruz. Grip aşısı ise influenza dediğimiz virüslere karşı koruyucu olarak yapılan aşıdır ve COVID-19’a karşı da kısmen koruyuculuğu olduğu bilimsel yayınlarda bildirilmiştir. Grip için risk taşıyanlar bunu yaptırabilirler.
Dijital çağın pandemik hastalıklar çağı olacağı yönünde bazı tezler var. Covid19 bitse bir diğerinin başlayacağı iddiasına ne diyorsun?
Evet, dünya nüfusu hızla artıyor ve dünyamız maalesef biyolojik, kimyasal ve fizyolojik olarak kirleniyor. Ayrıca artan bu nüfus ulaşım yani uçak vb. gibi imkanların, 50 yıl öncesine göre kıyaslarsak inanılmaz arttığını görüyoruz ve 24 saatte dünyanın her yerine ulaşabilecek bir dinamikle değişiyor. Bu kadar kalabalık ve hareketli bir dünyada ortaya çok çeşitli bulaşıcı hastalıklar çıkacak ve insanoğlunu maalesef etkileyecektir. Tüm insanların bundan sonra bu bilinçle yaşaması gerektiğini söylemek zorundayız. İnsanlar nasıl bu kadar dinamik bir toplumla yaşıyorsa, virüsler ve bakteriler de bu değişime ayak uyduruyor ve karşımıza değişik tiplerle (MERS, SARS vb) ortaya çıkıyorlar.
Jetgiller veya Wall-E filmi gibi bir dünyaya doğru yol mu alıyoruz?
Evet, cidden son 20 yılda inanılmaz bir teknolojik değişim ve ilerleme var. Çizgi filmlerde veya filmlerde gördüğümüz her şey yavaş yavaş gerçek oluyor. Bu hızlı değişim, artan nüfus ve dış ortam kirliliği dış ortamla direk temas halinde olan tek hayati organımız akciğerleri maalesef etkileyecek. Toplumlar gittikçe minimalist ortamlarda güvenle yaşamak zorunda kalabilirler.
Peki… Aşı bulunmasının yılı diğer hastalıklarda ne kadar sürdü? Çok zaman alır mı?
Hemen örnek vereyim: Kuduz aşısı 1881 yılında 4 yıl araştırılarak, Kızamıkçık aşısı 1962’de 7 yıl, Grip aşısı 1931 de 14 yıl, Tüberküloz aşısı 1900’lü yıllarda 63 yıl, Menenjit aşısı 1906’da 68 yıl araştırılarak bulundular.
Aşısı bulunamayanlar da var tabii. Onlar hangileri?
Tabii var. Şu an Ebola, AIDS, SARS, MERS ve COVID-19 aşıları halen bulunamadı.
Covid19 mücadelesinde ülkemizde sağlık çalışanlarımızın ne derece yorgun düştüğünü biliyoruz. Nedir son durumumuz?
Bu pandemide Türkiye’nin en büyük avantajı sağlık çalışanlarımız. Hepsi hastalarını yaşatabilmek için canla başla ve sorumlukla, hayatlarını tehlikeye atarak çalışıyor. Bugüne kadar 30.000’den fazla sağlık çalışanı COVID-19 ile enfekte oldu ve 100’ün üzerinde sağlık çalışanımızı kaybettik. Buna ek olarak, tedavi ve teknoloji yönünden dünyadan hiçbir eksiğimiz yok, hatta imkân olarak çok daha fazlasına sahibiz. Acil hasta ve yoğun bakım pratiğimiz diğer ülkelere göre çok üstün.
Ve bunca fedakarlığa karşı bir de hekimlere ve sağlıkçılarımıza yapılan şiddet var…
Maalesef bu biz sağlık çalışanları için hayal kırıklığı yaratan ve mücadele gücümüzü azaltan bir etken. Biz bir hastaya bakarken “ben bu hasta için ne yapabilirim, bu hastayı nasıl hayatta tutabilirim” diye düşünüp hastaya bakmak isterken, sağlıkta şiddet olduğu sürece “bu hastanın yakınları bana ne yapacak/acaba şiddet mi göreceğim” diye bakmak istemiyoruz. Bunun bir nebze çözümü, sağlıkta sağlıkçıya şiddet uygulayanın devlet sağlık sosyal güvencesinin kesilmesi olabilir. Hasta bir daha devletin sağlık hizmetinden faydalanamaz, özel sağlık sigortası yaptırıp, istediği yerden sağlık hizmetini istediği gibi alabilir.
Dijital çağdayız ve sen de sosyal medyayı etkin kullananlardansın. COVID-19 sürecinde uygun şekilde kullanıldı mı?
Evet… Sosyal Medya’nın önemini bir örnekle anlatayım. Dünyada yapılan akademik-bilimsel çalışmaları halka ve halkın anlayacağı dilde bir tür çeviri sözlüğü olarak görüyorum. Dünyada bilimsel araştırmalar ve buluşlar herhangi bir bilimsel dergide yayınlanması aylar sürebiliyor ve bilgi eskiyor, daha doğrusu o bilgi işe yaramaktan çıkabiliyor. Bunun halka en hızlı ve etkin ulaştırmanın yolu sosyal medya olduğunu düşünüyorum. Doğru kişilerden, kanıtlı bilgiyi aldıkları sürece sorun olmayacağını düşünüyorum. Prof.Dr. Ercüment Ovalı örneği vereyim. Aslında bu dornaz-alfa dediğimiz ilaç bizce de çok mantıklı ve etkili bir yöntem ve bunu hızla sosyal medyada duyurması bence doğruydu. Hem aşı hem de hastalığın patofizyoloji dediğimiz oluşum ve tedavi mekanizmalarını onun sayesinde daha iyi anlamış olduk. Aslında güzel olan neydi biliyor musunuz; “insanları korkudan eve kapatmak yerine”, “Türkiye’de Türk Bilim İnsanları laboratuvarda bu hastalık ve sizin için çalışıyor…” umudu vermekti ve bence çok başarılı oldular. İnsanlar korkmak yerine ülkemizde birilerinin bilimsel araştırmalar yaptığını duydular, bu insanlara umut ve mücadele gücü veren bir durum. Sosyal medya böyle bir şey.
Şevket Doktorun ara ara dalıp gittiği bir hayali vardır; o nedir?
Hiçbir çocuğun hastalanmadığı ve hiçbir çocuğun imkanlarının birbirinden farklı olmadığı bir dünyada olmak istiyorum. Ben de bu dünyada her bir çocuğun sağlıklı, mutlu ve eşit şartlarda büyümelerini izlemekle meşgul olmalıyım. İlla bir şey yapmam gerekirse de kaçan balonlarını ya da toplarını seve seve yakalayıp geri getiririm.
Şevket Doktorumuza teşekkür ederken;
Tüm doktorlarımıza ve sağlık çalışanlarımıza buradan tekrar minnetlerimi sunuyorum.
Twitter: @FlzDag
Instagram: benfilizdag