Filiz Dağ

Filiz Dağ

filizdag@digitalronesans.com

Tüm Yazıları

Tüm dünyada Y ve Z kuşağı dijital çağı, bu çağda yaşananları aslında en yerinde tepkiyle karşılayanlar. Bir dolu şikâyet edilse de bu nesiller hakkında, sosyal medyada gündemde gelişen olaylara yaklaşımları hep mizahla… Sanırım onlardan çekinilmesinin sebebi de bu: Korkulmamak… Hatta ciddiye alınmamak…

Bu korkusuz mizah yıllardır karikatüristlerin çizimleriyle aramızda aslında. Karikatürler ifade özgürlüğünün temsili olarak bilinir, çünkü korkusuzdur, yerer, abartır, daha fazlasını veya olmayanı düşündürtmeyi amaçlar. Oysa en temelinde bir resim sanatıdır… Vurucu yanıysa çok sade ve kolay anlaşılır olması yanında tüm bunları güldürerek yapmasıdır. Tam bir dalga geçme hali. Yaaa peki kaç kişi kendisiyle dalga geçilmesini, hafife alınmasını ister ki… Yürek ister!

Haberin Devamı

Tarihimizdeki ilk karikatür 1867, ilk Türk mizah dergisi 1870’de Teodor Kasap’ın yayımladığı Diyojen olur… Cemil Cem, Ali Fuat Bey, Nişan Berberyan, Turhan Selçuk vb. gibi daha nice duayenler tarihe fikirlerinin imzalarını atarlar. Dijital çağ ise bu fikir serbestisini ve alaya alma halini en geniş tabana yayan dönem olur. Bu çağda yeni medyanın 3 getirisi: yanlış bilgi, alay ve linç… Ya da götürüsü mü demeliyim?

Uğur Günel… 1972-2017 yılları arasında yayımlanan, tarihimizin en uzun ömürlü mizah dergisi Gırgır’ın son dönem çizerlerinden karikatürist Uğur bu hafta konuğum… Yine bir zihni sinir genç nesil. Pratik zekasını, hızlı kavrama becerisini yaşamalısınız. Çocuksuluğu yanında yordama yaşı en az 50 yaşında, düşünün artık… Hayata eleştirel bakıyor evet, ama bir yandan ruhu ince, çünkü işinde sanat var. Amacı incitmek değil, düşündürmek. Güldürürken düşündürmek…

“- Bizimki Yumuşak G Kuşağı, Teknoloji Şart…”

Uğur Günel’i senden dinleyelim.

1984’te İzmir’de doğdum ve yetiştim. Sürekli kitaplar, dergiler okurdum. Sokaktan da eksik kalmazdım. Genellikle hep sokaktaydık. Kitaplarımı bile sokakta okurdum diyebilirim. Sürekli hayal kurardım. Zaten sıkılgan içine kapanık biriydim. Çok çekingendim, pek konuşamıyordum. O yüzden de yazıp çizerek anlatmayı seçtim sanırım. Daha ilkokuldayken bile defterimin orta sayfasını koparıp, fanzin tarzı dergiler hazırlardım. Sonra sınıfta onun elden ele okunuşunu yine çekinip, utanarak izlerdim. Hoşlandığım kız da etkilenir zannediyordum.

Haberin Devamı

Ah çok sevimli bir anı bu… Hikâye anlatıcılığın da var senin!

Evet, aslında ben hep sinemacı olmak istiyordum. Yönetmen olup, kendi filmlerimi yapmak hatta... Mizah dergileri de revaçtaydı. Ortaokuldan itibaren hep alıp okurdum ve taklit de ederdim. Söylediğim gibi fanzinler hazırlıyordum ama aklım sinemadaydı. O sıralar lisede bir hocamız, benim yaptığım işleri görmüş beni yanına çağırttı. Halil Çiçek… Halil Hoca elektronik derslerine girse de kendisi bir dönem çizerlik de yapmış. Bana kullanacağım malzemeleri göstermişti. Hemen her gün yanına gidip beraber çalışmaya başladık. Bahar döneminde okulda benim suluboyalarla renklendirilmiş 19 adet karikatürümden oluşan bir sergi açtık. İlk kişisel sergim. Bende emeği büyüktür.

Ne mutlu sana… Kariyerinde ilk adımların nasıl başladı?

Fanzin olaylarım üniversitede de devam etti. O sıralar Milliyet gazetesi Kirpi isimli bir mizah dergisi çıkartıyordu. Birkaç karikatür çizip oraya gönderdim ve yayınlandı. Leman’da Robinson ve Cuma’nın çizeri Gürcan Yurt, benim gibi amatör çizerlerin gönderdiği işlerden Paf Takım isimli bir sayfa hazırlıyordu. Bir gün Gürcan abiden mail geldi. Dergi bize otobüs biletlerimize kadar almış tanışma partisi yapacağız diye davet gönderdi. Hiç unutmuyorum… İstiklal’de Leman’ın binasına girdiğimizde büyülenmiştim ve o an asıl olmak istediğim yerin orası olduğunu hissettim. Dergide çizerlik fikri aklımdan çıkmıyordu. Yolladığım işler de yayınlanıyordu.

Haberin Devamı

Müthiş… Kirpi, Leman derken ve artık böyle böyle Gırgır’a yollar açıldı…

Evet… O sırada Gırgır dergisi yenilenmiş kadroyla yeniden çıkmaya başlamıştı. Ben de işlerimi götürdüm. Köşe verdiler ve çizmeye başladım. 8 yıla yakın bir süre Gırgır’da çizdim. Oradaki köşem şekillenmeye başlamıştı ki araya askerlik girdi. Şırnak’ta jandarma olarak 6 ay askerlik yaptım. Dönüşte psikolojim biraz değişmişti.  Adaptasyon sorunları yaşıyordum. Dergiye de karikatür çizemiyordum esprilerim de çizgim de kötüleşmişti. Depresyona girdim. Panik ataklar vs.

Çok zor olmalı o dönem senin için. İnsanlar güldürmeni bekliyorken hem de… Ne yaptın?

Bir uzmana gittim, bana “Aslında bir şeyin yok, senin sosyalleşmen lazım…” dedi. O haftaki sayfamı çizgi öykü şekilde hazırladım. Sosyalleşmek Lazım az biraz böyle çıktı. Artık orada kendimi, karikatürist kimliğimi buldum diyebilirim. Yani hayalimdeki sinemayı orada yapmaya başladım. Koca bir köşe benimdi ve kendim yazıp, kendim yönetip, kendimin oynadığı hikayeleri orada anlatmaya başladım.

Senin bir de yerli milli çizerimiz olarak Amerika çıkarman vardı… O nasıl gelişti?

Şöyle… Bir hayalimdi aslında bu, işimle Amerika’ya gitmek hayalim. 2015’te bu hayalimi de gerçekleştirdim. Çalıştığım firma bir proje için beni o yıl Las Vegas’taki CAWorld Teknoloji Fuarına konuk çizer olarak davet etti ve 15 gün orada çizim yaptım.

“- Bizimki Yumuşak G Kuşağı, Teknoloji Şart…”

Hayalleri gerçek yapmak ne hoş…  Tiplemelerin ve kurguların sence neyi yansıtıyorlar?

“Mizah soslu depresif hikayeler…” Sosyalleşmek Lazım a köşesi benim kartvizitim gibi bir şeydi aslında. Yayınlandığı dönem editöryal taraftakilerden “Anlattıkların mizah soslu depresif hikayeler ama çizgin karikatür çizgisi, daha resimsel çizmen lazım” diye uyarıyorlardı. Ama ben bu tarzı daha çok seviyordum. Benim kağıttaki iki boyutlu dünyamda karakterlerim bitişik gözlü eciş bücüş tiplerdi ama başına gelen şeyler ağır ve gerçekti. Ben bildiğimi okudum ve dergi kapanana kadar o köşe devam etti. Dergi döneminden sonra BoJack Horseman isimli diziyle tanıştım ve şapkam uçtu. Absürt ötesi tipler, baş aşağı bir dünya ve gerçek sert insanı ağlatacak derecede depresif olaylar ve ters köşe edip kahkaha attıran dozunda mizah. İşte benim gibi düşünen birileri var yalnız değilmişim diye düşünüp, dizinin fanları olduğunu öğrenince de sevinmiştim.

Absürtlük demişken, senin tarzın nedir karikatürlerinde?

Benim çizdiğim öykülerde; okuduğum kitaplar, izlediğim filmler ve dinlediğim müziklerle, başıma gelen ya da kurguladığım, mesele ettiğim olayların harmanı var. Kalabalıklar içinde yalnızlık hissi. Mutluluk ve huzur arayışı. Planlar ve başa gelenler… Aslında hayatın kendisi. Tabi derdini anlatırken özgürce davranabilmek de bir tecrübe işi. Tepkilere göre kendine ket vurmak, işlerini süzgeçten geçirmek zorundasın.

Sosyalleşmek Lazım isimli kitabının hayata geçişi ne zaman oldu?

Sosyalleşmek Lazım az biraz isimli bu kitabımın çıkışı pandemiye denk geldi. Aslında içinde bulunduğumuz durumda da sosyalleşmek lazım demek, işin esprisi gibi algılanabilir. Yayınlandığı dönemin üzerinden baya zaman geçmesine rağmen, kitaba ilgi beklediğimden iyi. Tek sorun salgın yüzünden okurlarla fuarlarda bir süre daha bir araya gelemeyişimiz. Neyse sağlık olsun. Çizerlikle birlikte, 2016’dan itibaren çeşitli şehirlerde sahnelediğim aynı isimli bir stand-up gösterim oldu. Covid sebebiyle ara verdik. Şu an beklemedeyiz.

Karikatür, mizah ve ifade özgürlüğü dersem…

İçinde bulunduğumuz bu son dönemde; Çizdiği bir şey, söylediği bir söz ya da attığı tweet yüzünden bile hapiste olan insanlar varken düşünce ve ifade özgürlüğünden söz edemeyiz. Mizah güçsüzün, güçlüye karşı en önemli silahı aslında.  Ama durum malum. Bir de iktidarlardan önce, en alt kademeye bakmak lazım. Sosyal medya bunun en somut örneği, linç tayfası hali hazırda bekliyor. Birilerini hakarete varır derecede en sert eleştiriyi kendine iş edinmiş ve bundan haz duyan ciddi bir kalabalık var. Ben bunları futbol holiganlarına da benzetiyorum. Orda bağırıp, olay çıkartıp deşarj olmak gibi. Mizaha hoşgörü için, biraz ondan anlamak gerekiyor. Mizah zekâ işidir. Zekâ pırıltısı olmayan insanların tepkilerine göre hareket etmek zorundayız sanki maalesef. Yani sana hitap etmiyorsa ya da beğenmiyorsan okuma, izleme, bırak bu kadar basit. Bu aşağılık kompleksi, mış gibi yapmak, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak, sevmediyse hakaret etmek, küçümsemek bizde (benim hatırladığım kadarıyla) 90’lardan beri var. Şu dönem teknoloji kullanıcıları ile tavan yaptı.

Olumlu yanından bakarsak peki?

Şöyle… Hani bir laf vardır ya falanca ülkenin müziğinin, sinemasının kendine özgü bir dili vardır bizim yok diye. Ben onu karikatürde oluşturduğumuzu düşünüyorum. Türk karikatür dilinin, çizgisinin dünyada eşi benzeri yoktur. Tamamen bizdendir.

Y ve Z neslinin gündem hakkında kara mizahı kullanış şekillerine ne diyorsun?

Bence yeni dönemde kolektif işlerdense bireysellik ön plana çıkıyor. Mizah dergileri kolektifti, değişik lezzetler vardı. Şimdi birbirinin benzeri hesaplar, üstelik anonim içeriklerle paylaşım yapıyorlar. Özellikleri hızlı tüketilmesi. Ben de takip edip gülüyorum ama kalıcı olacağını düşünmüyorum. Biz X ve Z kuşağı arasında kalmış yumuşak G kuşağıyız. Hem geçmişe hem de geleceğe uyum sağlamaya çalışıyoruz. Biraz şuna benzetiyorum lisede esprileri sen yaparsın ama sesin çıkmaz, sınıfın zıpırı kimse onu yüksek sesle tekrarlar, diğerleri ona gülerler. Fakat yıllar sonra bir sohbette okul anıları açıldığında o çocuğun ismi hatırlanmaz. Zeki çocuk bir yerdedir ama.  Ya da daha basiti, bir dönem sanal bebekler vardı. Bu hesaplar da yakında öyle olacaklar. 

Karikatür alanında ciddi ve derin bir edebiyat var. Felsefe, sosyoloji, psikoloji var…

Kesinlikle. Hepsi birbiriyle bağlantılı. Onu kafanda bulandırıp, tüm derdini kâğıda kusuyorsun aslında. Felsefesi psikolojisi bu olabilir ve bu duygu okura geçtiğinde sana eleştiri övgü olarak geri dönüyor. Bir derdinin hikâyenin olması gerekiyor. Bunu sözle de anlatabilirsin çizerek de orası yeteneğine isteğine ve enerjine kalıyor.

“- Bizimki Yumuşak G Kuşağı, Teknoloji Şart…”

Dijital İllüstrasyon… Senin uzmanlığın çizimler, aslında ressamlık. Peki dijital teknolojileri bu anlamda ne kadar kullanıyorsun?

Ben bir yılı aşkın bir süredir ipad’de çiziyorum. Kâğıdı kalemi bıraktım. Bence daha pratik ama kim nasıl rahat ediyorsa o şekilde çalışacaktır. Üreten kimseler olarak yeniliklere açık olmamız gerektiğini düşünüyorum. Ben aynı zamanda okullarda atölyeyeler de düzenliyorum. Öğrencilere sunum konusunda teknolojik ürünlerle çalışmak daha pratik ve ilgi çekici. Ama kâğıdın mürekkebin yeri de her zaman ayrı tabii ki…

NFT alanına nasıl bakıyorsun? Sence siz karikatüristler de artık dijital alanda içerik satışına girmeyi düşünüyor musunuz?

Çizerliğin meslek olduğu idrak edilince klasik bir soru vardır: "Abi mesela sen bir karikatürü, vinyeti kaça çiziyorsun?” diye… NFT olayı tam da buna güzelleme yaptı diyebilirim. Ben de içerik üretmeye başladım. Burası için illüstrasyon ve hareketli GIF’ler çiziyorum. Telif meselesine güzel bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Spotify gibi platformlar öncesi dönem müzisyenlerin mp3 furyasında teliften çektiği şeyi, çizerler şu an sosyal medyadan çekiyor. NFT buna güzel bir çözüm. Sanat eserine paha biçme konusunda harika bir alternatif bence. Gerçi şimdi geçtiğimiz yıl Bellini’nin Fatih Sultan Mehmet tablosu değeri için çıkan tantanayı hatırlayınca, geniş kitlelerce anlaşması için biraz daha zamanı var diyebilirim.

Peki karikatürde asıl olan sence çizim ile karakterler mi yoksa verdiği mesaj mıdır?

Mizah dergilerinden gelme pratiklik ve üretkenlik açısından, çizgi derdi anlatıyorsa iyidir şeklinde bir yaklaşımımız var. Karikatürde en önemli şey espridir... Çizgi de o espriyi ne kadar iyi anlatıyorsa, tadından yenmez. Kötü çizgi de espriyi öldürür tabi.

 

Pandemide senin alanına gelirsek nasıl karşıladın bu süreci? Multidisipliner ve yaratıcı bir kişiliksin de…

Pandemide her yer kapandığında bir umutsuzluğa düşmüştüm. Ama düşününce de ben hep öyleydim zaten. Yani evde masasına kapanım bir şeyler üreten biriyim. Şimdi herkes benim gibi eve kapanmıştı. Bir an karantina konusunda da tecrübeli olduğumu hissettim ve hiçbir yer yoksa da kendi instagram hesabıma çizerim diye düşünüp içerik oluşturmaya başladım. Sosyalleşmek Lazım’ın Lite versiyonunu yaptım. Daha eskize benzer bir çizgiyle instagrama özel 4 karelik kaydırmalı öyküler olarak çiziyorum.

Harika! Daha neler çıkar senden…

Çok… Mesela özel firmalarda çizimlerimle hikâye anlatıcılığı yapıyorum. Ürünü müşteriye sunmada çizgi öyküler hazırlıyorum. 2014 senesinde şirketin verdiği kartvizitte storyteller yazan ilk kişi olabilirim. Bazı özel okullarla ve Ege Üniversitesi’nde mizah kulübündeki öğrenci arkadaşlarla karikatür derslerimiz oluyor. Sonrasında okullarında dergi çıkaracaklar bence harika bir olay. Ayrıca online bir karikatür atölyem var... Şu an yurtiçi ve dışında bir grup öğrencim var onlarla düzenli çalışarak çalışıyoruz. Ortaya güzel işler çıkmaya başladı. Yarışmalara da katılıyoruz ama ben bunları bir platformda değerlendirmeyi hedefliyorum.

Yarattığın karakterlerden bir çizgi sinema hayalin var mı?

Var evet. Benim birkaç hikayem var senaryolaştırdığım. Sinema filmi ya da dizi. Bunların tretmanları bitti. Oturup yazmam lazım. 3 yıl önce de yapımcı bir arkadaş ilgilenmişti. Sosyalleşmek Lazım’ı YouTube dizisi yapacaktık ama sonra olmadı. Belki olmaması daha iyidir. Daha değişik hikayelerim ve onlara yönelmek istiyorum.

Türkiye’de çizgi animasyona bakışı nasıl görüyorsun?

Önce animasyonun sadece çocuklara yönelik olduğu algısını aşmamız lazım. Dünyayla üretkenlik yetenek anlamında aynıyız, sadece sektör çok pahalı ve çok zahmetli. Bütçe meselesi yani. Ha deyince yapılamıyor. Kötü Kedi Şerafettin harika bir işti. Çocuk kanallarında da şahane yerli işler var. TRT Çocuk’taki Z Takımı’nı çok beğendim mesela.

Dijital oyun sektörüne iş yapıyor musun?

Ben çizimlerimin olacağı her alana bir şey üretmeyi severim. Mobil oyun projeleri içi karakter isteyen şirketler oluyor ama anonim karakterler olunca çizmiyorum. Karakterlerinde benden bir şeyler olması lazım. Özgür bırakıldığım bir proje olursa tabii ki. Çocuklar için dijital bir kitap projem var, bildiğimiz formda değil de çocuğun kendi isteğine göre şekillendirebileceği interaktif bir iş. Şu an ona kafa yoruyorum.

Bir genç nesil görsel sanatçı gözünden gelecek senin için nedir?

Geleceğin, geçmişi de içinde barındıran zamansal bir döngüden ibret olduğunu düşünüyorum.    Arrival’daki mantık gibi biraz. Çocukken filmlerle falan çok üzdüler bizi. Geleceğe Dönüş filminin bir fanı olarak, milenyuma girince ben de arabalar uçacak zannediyordum. Pencereden sokağa baktım uçmuyorlardı. Aslında şimdi düşününce, gelecek benim için bir önem taşımıyor galiba. Teknoloji de aynı böyle durum benim açımdan. Teknolojiden ziyade onu kimin nasıl kullandığı önemli. Sosyal medya kullanıcısı gibi olacaksa o iş yaş…

Yapay zekâ yazılımların da resim yapacakları konuşuluyor…

Tıpta kullanılacak yapay zekayla ilgiliyim sadece. Mikro ameliyatlar falan. Mesleğimle ilgili cihazlar dışında, yapay zekaların bizim yerimize yapacağı şeyler de pek ilgimi çekmiyor. Ama fazlası elbette iyi değil. Özellikle bizde. Atanamayan yapay zekayla dolar ortalık…

Sona gelirken… Hayalindeki en uç gelecek güzellemesinde neler olurdu?

Ben kendi distopyamı da ütopyamı da hikayelerimde çizip anlatmaya çalıştım aslında. İlle de gelecek güzellemesi yapacaksam   şöyle olsun: 2050 yılında arada espri yapıp, hoşgörülü davransınlar diye insan görünümlü yapay zekalara merdiven altında mizah içeriği yükleyen biriyimdir. Hmm… Bak bu hikâye iyiymiş Filiz. Bir ara çizeyim ben bunu…

Twitter: FlzDag 

Instagram: Benfilizdag