Bir kitabı yazarının hayat hikâyesini bilerek okumak, okuma deneyimini zenginleştirir. Yaşar Kemal’in Çukurova’yla ilişkisini biliyorsanız, romanlarından daha büyük bir haz duyarsınız. Orhan Pamuk’un Nişantaşı’yla bağını bilenler için “Masumiyet Müzesi” daha derin anlamlar kazanır. Sevgi Soysal’ın siyasi duruşu “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti”ni daha anlamlı kılar. Nâzım’ın trajik yaşamını bilmeden şiirlerine tam nüfuz edemezsiniz. Aynı şey Dostoyevski ve romanları için de geçerli. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Simone de Beauvoir, Marguerite Duras, Iris Murdoch, Anais Nin, Bronte Kardeşler, Sylvia Plath, Toni Morrison... Bu şahane kadınların şahane romanlarının gerisindeki hayat hikâyeleri sözgelimi... Bilmeden olmaz. Yalınkat kalır okumanız. Bu nedenle, biyografi, otobiyografi, günlük, anı gibi türler çok önemlidir.
Seray Şahinler’in yazdığı, Doğan Kitap’tan çıkan “Ağabeyim Orhan Veli” bu bağlamda çok kıymetli bir kitap. İtiraf etmeliyim, Orhan Veli hakkındaki bilgilerim, lise edebiyat derslerinde hocalarımın anlattıklarıyla, dergilerde, köşe yazılarında, deneme kitaplarında okuduklarımla sınırlıydı. Şahinler’in kitabını okuduktan sonra hem Garip Akımı’yla ilgili bilgilerimi temize çektim hem de Orhan Veli’nin hayat hikâyesini bütün detaylarıyla öğrendim. Kitap, Orhan Veli’nin kız kardeşi Füruzan Hanım’ın anıları ekseninde, yakın çevresinin de tanıklıklarıyla çok emek verilerek, titiz araştırmalar sonucu hazırlanmış. Kitabı okuduktan sonra
“Şimdi kılıksızım, fakat
Borçlarımı ödedikten sonra
İhtimal bir kat da yeni esvabım olacak
Ve ihtimal sen
Yine beni sevmeyeceksin” dizelerinin ardındaki dramı daha iyi gördüm.
“Kim söylemiş beni
Süheyla’ya vurulmuşum diye?” devam eden şiirdeki mizahın, ironinin Orhan Veli’nin yaşamındaki karşılığını buldum.
“Gün olur alır başımı giderim,
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda,
Şu ada senin bu ada benim,
Yelkovan kuşlarının peşi sıra” diyen Orhan Veli’nin sergüzeştini anlamlandırabildim.
“Bir de rakı şişesinde balık olsam” derken ne demek istediğinin ayrımına vardım. “Olmaz ki böyle de yatılmaz ki” dizesinin ardındaki Bella’yla tanıştım. İstanbul’u niye gözleri kapalı dinlediğini anladım. Özetle, zaten çok severdim Orhan Veli şiirlerini şimdi daha fazla seviyorum, derinliklerini alabildiğine kavrıyorum.
Ömrü boyunca parasızlık çekmiş, babasının evinde oturmak zorunda kalmış genç bir adam var bu kitapta. Çok koyu Galatasaraylı olduğu için sarı kırmızı çoraplar giyen. Okul yıllarında Ahmet Hamdi Tanpınar’ın öğrencisi olmuş. Tiyatroya âşık, sahneye çıkan, oyun yazan. PTT’deki dayanılmaz derecede sıkıcı memuriyetinden ‘güzel havalar’da istifa eden. Şiiri kalıpların, ölçülerin hapishanesinden çıkararak devrim yapan. Hayatı şiire yansıtmakta direten. Nurullah Ataç’a sevdiği kızın adresini yanlış verip onun derin öfkesine maruz kalan. Hasan Âli Yücel’in Tercüme Bürosu’nda hayatının en güzel günlerini yaşayan. Nahit Hanım’a sırılsıklam âşık. Her giydiğini hakkını vererek taşıyan. Çok zarif. Kötü sözden sakınan. Sarhoş olduğu anlaşılmayan. Doğru bildiği düşünceleri savunmak için Yaprak’ı çıkaran. Onu çıkarmaya devam edebilmek için paltosunu satan. Çevirisini yapmak üzere Sartre’ın “Saygılı Yosma” oyununu almak için gittiği Ankara’da belediyenin açtığı çukura düşüp dört gün sonra 36 yaşında beyin kanamasından ölen. Aşiyan’dan İstanbul’u dinlemeye devam eden.
Orhan Veli’yi daha iyi tanıyabilmek için “Ağabeyim Orhan Veli”yi okumanızı çok isterim. Ardından da alın elinize yine Doğan Kitap’tan çıkan “Orhan Veli’nin Bütün Şiirleri”ni. Bildiğiniz bütün o güzel şiirlerin kazandığı yeni anlamların tadını çıkarın.
İyi pazarlar dilerim.