Filiz Aygündüz

Filiz Aygündüz

filiz.aygunduz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Küçükken babanızın ölmesini istediğiniz oldu mu hiç?

Bilge’nin oldu. Evden gittiğinde babası, dönmemesi için dua etti. Bir kaza, bir kalp krizi gelsin onu götürsün istedi. Yaşı biraz büyüyünce birine âşık olsun, tası tarağı toplayıp gitsin diye etti dualarını. Daha da büyüyüp keşke sahibi olunca, babası kaptan olup uzun yolculuklara çıkmadığı, her ülkeden ailesine kartpostal göndermediği, dönüşlerinde onları hediyelere boğmadığı için hayıflandı.

Gel zaman git zaman, develer tellal, pireler berber oldu ve Bilge ölüme yatan babasının beşiğini sallamak üzere İstanbul’dan kalkıp 725.1 km uzaklıkta bir sahil kasabasındaki evine döndü.

Haberin Devamı

İşte tam bu noktada başlıyor Fatma Nur Kaptanoğlu’nun Can Yayınları’ndan çıkan “Babam, Ev ve Yumurta Kabukları” adlı romanı. Kitabın kahramanı Bilge, yurt dışına gitmek zorunda kalan ablası Cansu’dan babasının birkaç haftalık ömrü kaldığını, ona göz kulak olması gerektiğini öğreniyor. Bilinci kapalı şekilde, makineye bağlı yaşayan ve kendisiyle uzun yıllardır konuşmayan babasına…

Tütmeyen ocağa girmesiyle birlikte, sancılı, sert ve dokunaklı bir baba kız hesaplaşmasının içinde buluyor kendini. Çocukluğunda, rafadan yumurtayı çay kaşığının tersiyle tepesinden kırıp açtığı yoldan ilerleyerek, aynı kaşıkla bıyıklarına döke saça yemeyi nezaket olarak değerlendiren babasıyla ilişkisinin izlerini sürüyoruz bu hesaplaşmada. Bir babanın kızının hayatını nasıl nezaketle kırıp dökebileceğinin. Eve derin bir sessizlik hâkim. Tek ses, Bilge’nin babasının bağlı olduğu makineden çıkan rutin bip sesi. Eğer bu ses uzayan, uzadıkça bir feryadı andıran rahatsız edici bir biiiiip sesine bırakırsa yerini, baba ölmüş olacak. Bütün o ağır hesaplaşmaya o bip sesi ve biiiiip sesinin endişesi eşlik ediyor.

Babayasanın maddeleri

Öğreniyoruz ki Bilge 11 yıl önce 18 yaşındayken özgürlüğü için evden ayrılmış. O ev ki, içinde yüksek sesle müzik dinlenmez, koşulmaz, ağlanmaz, babanın istediği tv kanalı seyredilir, sigara içilmez, âşık olunmaz, yemek saatleri dışında yemek yenmez, babadan sonra yatılmaz, pijamayla oturulmaz… Zira hepsi ayıptır. Babayasanın maddeleri. O evin içinde annenin varlığı ise nokta kadar. Mutsuzluğa katlanmaktan ufala ufala o hâle gelmiş. Vazgeçme, bırakıp gitme cesareti olmadığından.

Haberin Devamı

Bilge 27’sine girdiğinde 15 dakikalık bir video çekip, kendisiyle ilgili önemli bir açıklama yapıyor. Zannediyor ki, anne ve babası o videoyu izleyecek, çektiği acıyı anlayacak ve hemen arayıp kızlarını bağrına basacak. Sonuç? Babası hayatının sonuna kadar onu görmek istemediğini söylüyor, nokta annesi susuyor, bir şey demiyor, ablası, babası bu açıklama sonrası tüm sinirini annesinden çıkaracağı için çok öfkeleniyor. Görülmek için yapıyor bunu Bilge. Annesi ve babası tarafından görülmek. Ne yazık ki çiğnediği, Babayasa’nın kaldırılması teklif dahi edilemeyecek maddesi. O günden bugüne tam beş yıldır babasının kendisini yok saymasıyla cezalı Bilge. İki yıl önce de annesini kaybetmiş. Ölüm haberini hiç tanımadığı bir komşudan, cenaze kaldırıldıktan üç gün sonra almış. Babası öyle istemiş çünkü.

Haberin Devamı

“Öfkeli bir babanın yaratamayacağı bir canavar yoktur” diyor Bilge, “Ben olmadım. Henüz” şerhini düşerek. Ama uzakta da olsa o öfke nefes aldırmıyor kendisine. Kalbinin tam orta yerine bir yalnızlık canavarı çöküyor. Sevgilisiyle arası açılıyor. “Git bir psikoloğa, babanla sorunlarını çöz, yoksa bu ilişki yürümez” buyuruyor sevgili. “Her şeyi bilirdi ama her insanın kendisine göre bir zamanı olduğunu bilemezdi. Her şey onun zaman çizelgesine göre olmalıydı, sabrı sadece kendine kadardı” diyor Bilge, sevgilisi için. Babası sayesinde ezberlediği ‘koşulsuz sevgi diye bir şey yok’ öğretisini bir kez de sevgilisi üzerinden temrin ediyor.

Bip sesi devam ediyor. Bilge evde. Yardımcı Sevim Teyze yemek yapıyor. Babası üst katta ölüyor. “Eve dönmek çocukluğunu geçirdiğin dört duvara dönmek değil sadece” diyor Bilge: “Çocukluğunu oluşturan her detayı hatırlamak, o detayların yerine konulanları hazmetmek, asla değişmeyenler için hayıflanmak, belki de üzülmek”. Ve biz roman boyunca o hatırlamalar, hazmetme çabaları, hayıflanma ve üzüntü arasında, anılarının tanıklığında Bilge’ye eşlik ediyoruz.

Fatma Nur Kaptanoğlu, henüz 31 yaşında. Genç kuşağın önemli öykücülerinden. “Babam, Ev ve Yumurta Kabukları” ise ilk romanı. Çok güçlü bir romancının sesi var kitabın içinde. Bu kadar ağır bir konuyu, hayli sert ve hayli incelikli anlatması, okuru harfler arası akan duygulara kitleyen üslubu, bunun beraberinde getirdiği baba hafızamızı yoklama şansı, has edebiyatın cennet taamı tadını sunması… Hepsi bir yana yazar, baba kız meselesi gibi netameli bir konuya çok cesur bir yerden bakıp, kusursuz bir Türkçeyle, serinkanlı, sert ve içtenlikli bir edebi yorum getiriyor. Babamız bizi sevmediyse çirkin miyiz gerçekten?

Kim bilir 40’ında 50’sinde nasıl güzel romanlarla karşımıza çıkacak Kaptanoğlu. Kendisini tebrik ederim. Kitabını okumanızı da çok isterim.

İyi pazarlar.