Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Arap Baharı”nın yaşandığı Mısır, Tunus ve Libya’yı kapsayan bir geziye çıktı. Erdoğan’ın, “Davos çıkışı”yla Arap ülkelerinde artan popülaritesi, “Gazze tepkisi”nden sonra zirve yapmış durumda. Bu itibarla Başbakan Erdoğan’ın üç ülkede halk tarafından büyük sevgi gösterileriyle karşılanacağına şüphe yok.
Arap Baharı’na destek
Türkiye, “Arap Baharı” olarak adlandırılan ve Tunus’ta, Mısır’da, Libya’da dikta yönetimlerini deviren, Suriye’de iktidarı sallayan hareketleri en çok destekleyen ülkelerden biri.
Bu halk hareketleri başlamadan önce söz konusu dört ülkenin yönetimleriyle çok yakın işbirliği içinde olan Ankara, hızlı bir manevra ile muhalefet safına geçti. Rejim karşıtı hareketlere destek vermeye başladı.
Suriye’de Beşar Esad yönetimiyle ortak bakanlar konseyi kuracak kadar yakınlaşan Ankara, şimdi Suriye liderinin karşısında.
Erdoğan’ın üç ülkeye yapacağı ziyaret, Türkiye açısından “Arap Baharı”nın getireceği yeni yönetimlerle ilişkilerde ön alma girişimi olarak görülebilir.
Hassas denge
Türkiye’nin, Arap ülkelerindeki halk hareketlerini desteklerken, İsrail’le ilişkilerinin krize girmesi, Gazze olayını kendi meselesi olarak görmesi her zaman hassas dengelere dayanan Ortadoğu ilişkilerini yeni boyutlara taşıyacaktır.
Bu süreçte İsrail’le girilen çatışma süreci, Türkiye-ABD ilişkilerini açısından da özel önem taşıyor. ABD’nin iki müttefiki olan Türkiye ile İsrail’in çatışmasının eşiğine kadar gelmiş olmalarından sonuçta rahatsız olacağını tahmin etmek zor değil. Ortadoğu politikası petrol kaynaklarının akışını sağlamaya devam etmek ve İsrail’in güvenliğini sağlamak olan ABD’nin, her iki ülkeden de vazgeçmek istemeyeceği açıktır. Ancak, son aşamada Washington nezdinde İsrail’in ağır basacağını tahmin etmek de zor değil.
Türkiye-İsrail ilişkilerinin Ege’de Yunanistan’la havada görülen “it dalaşı”nın İsrail’le denizde yaşanması olasılığının yüksek oluşu, girilen süreçte krizin yönetimi ve kontrolünü çok önemli kılıyor.
Ankara bir yandan ABD ile ilişkilerini gözetirken, diğer yandan İran’la ilişkilerini de gözetmek zorunda. İsrail’e karşı tutumu ve PKK-PJAK’a karşı mücadelede İran’a yakın duran Ankara, füze kalkanıyla İran’a karşı ABD’nin yanında duruyor. Bu ilişkileri yeni bir krize yol açmadan “yönetilebilir” halde tutmak çok kolay değil.
İsrail yönetimi
Türkiye ile ilişkilerin krize girmesinde özellikle Mavi Marmara saldırısından sonraki tutumuyla İsrail hükümetinin büyük rol oynadığı biliniyor. Özellikle Dışişleri Bakanı Lieberman’ın sert tutumu, “özür aşaması”na gelmiş olan yumuşama sürecini yeniden çatışma sürecine soktu.
Lieberman’ın, “PKK ile işbirliği önerdiği”ne ilişkin haberleri yalanlaması olumlu bir işaret. Umarız İsrail, terörü ve terör örgütünü destekleyen bir konuma düşmez ve Türkiye’yi kaybetmek üzere olduğunu anlar. Tel-Aviv, Türkiye ile ilişkilerin stratejik önemine uygun bir politikaya geçerse, sürüklendiği yalnızlıktan kurtulabilir.
Ankara da bu tablo içinde çok dikkatli olmak zorundadır. ABD, İsrail ve İran arasında kontrolü elden kaçırır ve geri dönülmesi zor bir yola girerse, dış politikamız ve etkinliğimiz bundan zarar görür. Arap dünyasında liderleşirken mensubu olduğu Batı ittifaklarından çok uzağa düşmemelidir.
Ankara’nın “Arap Baharı”na bakışı ve katkısı demokrasi için olmalı, bir takım radikal akımlarla aynı çizgide olduğu algısı yaratmaktan kaçınmalıdır.