Fikret Bila

Fikret Bila

fbila@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Tunus’ta devlet başkanını deviren halk hareketi, Mısır’da Mübarek’i de devirdikten sonra Libya’nın kapısına dayandı. O Mübarek ki, Arap liderlerin en güçlüsü olarak bilinir ve sunulurdu. O “güçlü” lider, 18 gün dayanabildi.
Şimdi Libya ayakta; 42 yıllık “karizmatik” lider Muammer Kaddafi ortalarda yok. Ülkeyi terk ettiği yönünde haberler geliyor. Bu satırlar yazıldığında Malta’ya iki Libya askeri uçağının indiği, Kaddafi’nin bu ülkeye kaçmış olabileceği bildiriliyordu. İngiltere Dışişleri Bakanı ise Kaddafi’nin Venezuela’ya gittiği yönünde bilgiler geldiğini duyuruyordu.

“Benim babam, benim oğlum”
Yemen Devlet Başkanı Salih, “oğlum aday olmayacak” demişti, ardından Mübarek aynı sözü verdi, şimdi de Kaddafi’nin oğlu televizyonda boy gösterdi. “Benim babam” dedi, “Mübarek değil, ona göre...” ve halkını tehdit etti:
“İç savaş çıkar, biz Libya ordusu babamın arkasındayız.”
Mübarek de aynı yöntemi denemiş; meydana atlı, develi adamlarını sürmüş; göstericiler öldürülmüş, arkasında da televizyona çıkıp, “protestocuları öldürenlerden hesap sorulacak” diyebilmişti.
Libya’da şimdiden ölenlerin sayısının 300’ü aştığı bildiriliyor; Kaddafi, Mübarek’ten farklı olarak “paralı askerlerinin nişancılarını” devreye soktu, vatandaşlarını uzaktan vurduruyor.
Şurası artık çok açık biliniyor ki, Arap dünyasının diktatörleri, 35-40 yıllık saltanatlarını bırakmaya niyetli olmadıkları gibi oğullarına geçmesi için de hazırlıklarını yapmışlar. Bir de bunun adına demokrasi demişler. Kaddafi’ninki ise katmerli demokrasi. Onunkinin adı, “doğrudan demokrasi.”
Öyle bir “doğrudan demokrasi” ki, doğrudan babadan oğula geçiyor!

Gerçeği görmemek
Mübarek karşılaştığı gerçeği görmemezlikten gelmişti. Son ana kadar koltuğunu korumak için çırpınıyordu. Televizyonda, isyan edenin kendi halkı olduğunu bilmiyormuş gibi, “Dış güçlere boyun eğmeyeceğiz, Mısır’ın gençleri...” diye haykırıyordu.
Aynı aymazlık Kaddafi ve oğlunda da görülüyor. “Artık yeter” diyen halk Libya halkı değilmiş gibi, “Libya’yı İtalyanlara ve Türklere bırakmayacağız” gibi akıllara ziyan açıklamalar yapabiliyorlar.

Gül’ü sinirlendirmişti
Kaddafi son yıllarda havalarda geziyordu. Kendine ruhani bir hava vermişti. Kılıktan kılığa giriyor, herkese tepeden bakıyor; kurduğu diktatörlükte üzerine oturduğu petrol zenginliği ile kuşaklar boyu Libya’nın tepesinde kalacağını sanıyordu.
Bu havayı 1996 yılında Türkiye’ye atmıştı. Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’ı çadırında “kabul” ederken, sözleri kadar hal ve hareketleri de kabul edilebilir değildi.
Kendini “komutan”, Erbakan’ı da “yardımcısı” olarak ilan ettikten sonra, Atatürk’e ve Türkiye’ye hakaretler yağdırmış; görüşmeyi izleyen biz gazeteciler kadar dönemin bakanlarını da şoke etmişti. O kadar ki, sakinliğiyle bilinen dönemin Devlet Bakanı, bugünün Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, sinirinden yerinde oturmamış ve çadırdan ilk çıkan olmuştu.

Oyun bitti
On yıllardır Arap halklarının tepesinde oturan diktatörler devri kapanıyor. Bu dalganın önünde Kaddafi’nin de, adına ister kral, ister emir, ister devlet başkanı denilsin, diğer diktatörlerin de durması mümkün değil.
Diktatörlerden kurtulmakla iş bitmiyor tabii. Demokrasiye ulaşmak kolay değil. Türkiye 150 yıldan fazladır uğraşıyor; hâlâ büyük eksikleri var. Bu yol uzun ve çetrefilli bir yol. Demokratik-laik bir rejime, insan haklarına, hukukun üstünlüğüne, refaha, adalete; kısaca insanca bir yaşama ulaşmak için çok uzun mücadeleler vermek gerekiyor.