Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, Kıbrıs konusunda yaptığı çıkış içerik ve zamanlama bakımından doğru bir çıkıştır.
Erdoğan bir yandan sorunun özünü ortaya koydu, bir yandan da Güney Kıbrıs’ın dönem başkanlığında AB ilişkilerinin buzdolabına konulacağını açıkladı.
Başbakan, “Kimse bizden Güney Kıbrıs’la masaya oturmamızı beklemesin, Türkiye tanımadığı bir devletle masaya oturmaz” diyerek, AB’nin üye yaptığı “Kıbrıs” diye bir devlet olmadığını da vurguladı.
AB, büyük haksızlık yaparak Güney Kıbrıs’ı üye yaparken, bütün Kıbrıs’ı temsil eden bir devlet kabulüyle hareket etti. KKTC’yi ve Kıbrıs Türklerini yok saydı.
“Dürüst davranmadı”
İlk kez sınır sorunları olan bir devleti üyeliğe kabul ederek sorunu bünyesine alan AB’nin izlediği çifte standart politikası, Kıbrıs Türkü’nün de Ankara’nın da kabul etmeyeceği, edemeyeceği bir yoldur.
Erdoğan, “AB bize dürüst davranmadı” derken, haklı bir tepki veriyor.
Türkiye, AB üyeliği için fiilen şart koşulan Kıbrıs sorununun çözümü içen Annan Planı’nın kabul edilmesinden yana ağırlık koydu. Kıbrıs Türkleri bu plana “evet” derken, Rum Kesimi yüksek bir oranda “hayır” dedi.
AB’nin dürüst olmayan tutumu “hayır” diyen Güney Kıbrıs’ı ödüllendirip üyeliğe kabul etmesi, KKTC’ye ve Ankara’ya baskı kurması, cezalandırmaya çalışmasıdır.
Annan Planı oylanmadan çok önce Güney Kıbrıs’ı sonuç ne olursa olsun üyeliğe alacağını ilan ederek, Rumların “hayır” demesinin bir olumsuz sonucu olmayacağı mesajı vermişti. Bu koşullarda, iki devletli, iki bölgeli, iki toplumlu çözüm diye bir yaklaşımı aslında başından beri kabul etmeyen Rum tarafının, sorunu kilitlemesine yol açtı.
Sorunu kilitleyen, çözümsüzlük politikası izleyen Güney Kıbrıs olmasına rağmen, fatura KKTC ve Ankara’ya çıkarıldı.
Sorunun özü
Kıbrıs sorununun çözümü Türk tezinde olduğu gibi iki devletli, iki demokrasili, iki kesimli, iki toplumlu bir yapının üzerine kurulacak bir tek çatı devlettir.
Oysa Rum kesiminin istediği Türk kesimiyle ortak bir çatı devlet kurmak değil, Kıbrıs Türklerinin, Rum yönetimi altında eritilmesidir. Türklerin devlet olarak Güney Kıbrıs’ın yönetimi altına girmesidir.
Güney Kıbrıs’ın çözümsüzlük politikası izlemesinin hedefi budur. AB’ye üye olduktan sonra bu dayatmaya dört elle sarılmış durumdadır. AB üyesi olduktan sonra Güney Kıbrıs’ın “Kıbrıs sorunu” diye bir sorunu kalmamıştır. Onun için sorun sadece Türkleri yönetimi altına almaktan ibarettir.
AB’nin ithal ettiği sorun
AB, Güney Kıbrıs’ı sorun çözülmeden üyeliğe kabul ederek bu sorunu bünyesine ithal etmiştir.
Güney Kıbrıs’ın dönem başkanlığının Türkiye ile ilişkilerde ciddi sorun çıkaracağını tahmin etmek zor değildi. Ancak, AB haksızlığı bile bile Güney Kıbrıs’a üyelik verdiğine göre, bu sorunları da karşılamak zorundadır.
Türkiye’ye verilen umut
AB, 1999’da Bülent Ecevit hükümetine söz verdiği halde Kıbrıs’ı bir ön koşul olarak Türkiye’nin önüne koymuş ve AB ile ilişkilerdeki ilerlemeyi bu konuda Kıbrıs Türkü’nün ve Ankara’nın vereceği ödünlere bağlamıştır.
Nitekim AB ile ilişkilerin her aşamasında Kıbrıs’ta bir bir ödün istenmiştir. Bu yolda sağlanan ilerlemenin “tam üyelik için müzakere” konumuna gelmesinde Ankara’nın 40 yıllık Kıbrıs politikasını değiştirmesi, müzakere tarihi almak için esnek tutum takınmasının çok büyük rolü vardır.
Ancak Türkiye ve Türk tarafı üzerine düşeni yaptığı halde, üyelik umudu her yıl biraz daha azaltılmış; nihayet Fransa ve Almanya liderleri Türkiye’ye üyelik yerine başka statü bile önerebilmiştir.
Bu nedenlerle Başbakan Erdoğan’ın çıkışının dayanakları sağlamdır.