ADAM hırslı, adam akıllı, adam çalışkan... Gün bitiyor, adamın nefesi tükenmiyor. İstanbul’dan biniyor uçağa, gece yarısı İzmir’e geliyor.
Dört dönüyor şehri. Sabaha karşı, geldiği gibi gidiyor.
Allah YDH’de politika yapanlara ve yapacaklara kuvvet versin.
Mustafa Sarıgül aynı tempoyla çalışacaksa, hepsi yandı.
Rüyaların en şahanesini gördükleri sırada, mesela saat 03’te kapının zili çalacak.
“Eyvah, baskın mı var?” diye yataktan fırlayacaklar.
Bir de bakacaklar, Mustafa Sarıgül karşılarında; “Çay var mı, çay” diyor.
Kulakları çınlasın, Yüksel Çakmur da böyleydi.
Milleti sabahın köründe uykusundan ederdi.
Hele Sarıgül’ün, başbakan falan olduğunu düşünün.
Devlet Su İşleri Müdürü sabah işe gittiğinde... A, o da ne?
Başbakan Sarıgül elinde bez, masasının tozunu alıyor!
Bu manzara karşısında bir genel müdür ne yapar?
Ya intihar eder ya da istifa!
Bugün Bornova’da tünelin ucunda ışığı görmeye çalışacak Mustafa Sarıgül, geçen gece İzmir’e geldiğinde, Efes Oteli’nin ışıklarını görmüş önce.
O anı şöyle anlatıyor:
“İzmir’e baktım, üzüldüm. Orada Efes Oteli’ni gördüm. Swiss olmuş, Efes ismi gitmiş. Ben turizm bakanı olsaydım ya da iktidar olsaydım kendi değerlerimizin yok olmasına izin vermezdim. Efes isminin orada mutlaka yaşaması lazımdı. Gece ben 03.15’te orada geçip de bu değerin yok olduğunu görünce Hüseyin Aslan Bey’e sordum, ‘haklısın’ dedi. 14 ay sonra o Efes ismini oraya tekrar asmayı Allah inşallah bana nasip etsin.”
Merak ettim şimdi.
Mustafa Sarıgül, orayı hâlâ Emekli Sandığı’nın malı mı sanıyor acaba?
Yani...
Bir bakanın isteği veya iktidarın Kanun Kuvvetinde Kararname çıkararak bu konuda bir tasarrufta bulunma imkânı artık yok.
Efes Oteli 2005 yılında satıldı.
Devletin çok daha önce Efes Oteli’nin işletme hakkını Swiss’e vermesi sonucu da, mal sahipleri bir ölçüde işletmecinin isteklerine uymak zorunda kaldı.
Evet.
Binanın duvarında sadece “Swissotel” logosu asılı ama kapısında ve afişlerinde ve ilanlarında ve faturalarında ve de akla gelen her yer ile her şeyde “Swissotel Grand Efes İzmir” yazıyor.
Keşke Sarıgül, İzmir hakkındaki bilgileri tam alsaydı da, daha işin başında yaş tahtaya basmasaydı!
Hayret ve dehşet
SAĞLIK Bakanı Recep Akdağ, Meclis kürsüsünde. Epeydir gizlenen bir bilgiyi paylaşıyor milletvekilleri ile...
“Hayatını kaybeden 600 vatandaşımızın her birinin hayatının, sizin gözünüzde de çok kıymetli olduğunu biliyorum” diyor.
En son 400’lerde bırakmıştık kayıp sayısını, artık 600’lerde demek.
Havalar şimdiye kadar fazlasıyla yumuşak gitti bereket.
Ocak ayının ortasındayız ama kaloriferi ya üç, ya dört kez yaktık kendi payımıza.
Ama soğuk kasıp kavursaydı ortalığı. Veya bundan sonra karakış çökerse üzerimize ne olacak?
Sadece 4 milyon kişi aşılandı çünkü. Oysa sayının çoktan 10 milyonu aşması gerekliydi.
Neden, peki?
Yanıtı Bakan Akdağ veriyor yine:
“Çeşitli medya kampanyaları ve yanlış yönlendirmeler olmasa, aşılama kampanyaları daha iyi gidebilirdi ve sayılar çok daha aşağılarda kalabilirdi...”
600’den fazla insanımızın ölümü, bizzat Sağlık Bakanı’nın itirafı ile anlaşılıyor ki, büyük oranda “yanlış yönlendirme” sonucu gerçekleşti.
Eğer Başbakan... Eğer Cumhurbaşkanı... “Aşıya karşı tavır” almasaydı... Halkı yanlış yönlendirmeseydi...
Ölenlerin kaçı, bugün hayatta olurdu?
Hayret.
Meclis’te bu sorunun hâlâ sorulmamış olması karşısında hissettiğim tek şey var: Dehşet!
Tek karelik sarı gül