Feyzi Hepşenkal

Feyzi Hepşenkal

feyzihepsenkal@mynet.com

Tüm Yazıları

Fikir sahibi olmak için, bilgi sahibi olmak gerektiğini; artık biliyor olmalıyız.
Biliyoruz bilmesine de, yine de bilgi sahibi olmadan, fikir beyan ediyoruz sürekli.
Örneğin cezaevleri...
Feryat figan yükseliyor her yandan.
Kimi koğuşlardaki fazlalıktan dertli.
Kimi mahkzm edildiği yalnızlıktan!
Her isteyenin cezaevi turu yapmasına elbette imkân yok.
Yine de fikri namusuna güven duyulan birileri, oradaki yaşamların gerçekliğini yerinde görmeli, incelemeli, araştırmalıydı çoktan.
Sonra de edindiği izlenimleri yazmalı, anlatmalı, yayınlamalıydı.
Bizler de “bilgi sahibi olmalıydık” bu sayede.
Peki.
Yapılan ne?
* * *
Adalet Bakanı geçen ay 12 yazarı bir otobüsle Silivri’ye götürdü.
Sözüm ona “cezaevi şartlarının nasıl olduğunu, tutuklu ve hükümlülerin yaşam ortamlarını” gösterdi arkadaşlara.
Onlar da dört saat süresince “gördüklerini” yazdılar.
Ve bu “göstermelik” gezi nedeniyle de çok eleştiri aldılar.
Silivri’nin gerçek yüzü meçhul de, Buca’nın, Aliağa’nın, Bergama’nın ya da son facianın yaşandığı Şanlıurfa Cezaevi’nin içindeki yaşamı, orada neler olduğunu gerçekten kim biliyor?
Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in açıklamalarına baktım.
Korkarım o bile bilmiyor!
* * *
İşte belki de bu yüzden diyor ki:
“Yaşanan sorunlar gece rüyamda beni rahatsız ediyor.”
Kolay değil.
Her şeyi bırakın bir yana, Şanlıurfa’da yanan 13 insanın kömürleşmiş hayali, karabasan misali çöker insan olan adamın üzerine.
Alır altına, ezer.
Her hayal görenin arkasına dahi bakmadan kaçacağı birer hayalet olur.
Eller uzanır insanın boğazına.
Sıkar da sıkar.
Nefessiz kalana dek sıkar.
Yine de çığlıkları duyar.
Kulaklarını tıkasa bile, nafile.
Sesler beyin damarlarının cidarını patlatacak kadar güçlü yankılanmaktadır kafatasının içinde.
Bedenleri alev almış çaresizlerin son çırpınışları, onu kendi yatağında dört döndürür.
“Rahatsızlık” ne kelime?
Azap bu.
Ya da...
İşkenceden bin beter bir ceza.

Haberin Devamı

Tek karelik yazlık ayakkabı!

Rüyadaki hayalet

Akla ziyan

Milli bir başarı veya ulusal bir facia yaşanmışçasına, haber pek çok gazete vardı.
Üstelik başlığı “Gel vatandaş, batan geminin malları bunlar” bağırışını andıran bir pazaryeri çağrısıydı:
“Lahmacun-ayran, burada 50 lira”
Binin dolmuşa, otobüse...
Uçağa, helikoptere...
Doğru Bodrum Türkbükü’ne.
Çünkü orada:
Lahmacun-ayran 50 lira!
Normal koşullarda üç lira, bilemedin beş liraya yenecek bir lahmacun ile içilecek bir ayran; nasıl olur da 50 lira olur?
Sanmam ki, hiçbir sosyolog veya ekonomist bu soruya aklı başında bir yanıt verebilsin.
Mesele zenginlik falan değil.
Veya aksine, savaş zamanında bile sömürü düzeni bu kadar acımasız şekilde işlemez.
Bence sorun “akıl” ile ilgili.
Anlaşılan bazıları, ayranı içip, aklını lahmacunla yiyor!