HAŞMET Babaoğlu’nun “İzmir hakkında” yazdıkları üzerinde herkesin kafa yorması lâzım.
Çünkü Haşmet, bir yönüyle bizden biri.
Yani...
İzmir’i çok seviyor.
Sevgisini de “Birkaç yıldır iyice içli dışlı oldum bu güzel şehirle. İki hafta uzak kalsam, fena özlüyorum” diye, her fırsatta ifade ediyor.
Diğer yanda Haşmet, bizden farklı biri.
Dediği gibi:
“Ancak dışarıdan da bakabildiğim için İzmir’in nasıl sevilebileceğini açık seçik biçimde gözlemleyebiliyorum.”
İşte böyle bir avantajı var onun.
İzmir’e dışarıdan bakabiliyor.
Ya baktığında ne görüyor?
* * *
İzmir’le ilgili son yazısından bazı cümleleri cımbızlayacağım için kusura bakmasın Haşmet Kardeş. Ve merak etmesin. O cümleler yan yana geldiğinde, bir bütün olacaklar yine:
“İzmir bir ‘çıkış yolu’ arıyor. Toplantı üstüne toplantı yapılıyor şehirde. İster istemez, turizm öne çıkıyor. İster istemez, turizmden çok şey bekleniyor. Umutlar büyük, fakat rakamlar tuhaf! 2008 krizine rağmen Türkiye’nin dünya turizminden aldığı pay artarken, İzmir’in ülke turizmindeki payı küçülüyor.”
Bu bir tespit.
İtirazı olan var mı?
Öyleyse devam:
“Turizm zirvesi adı verilen toplantılardaki konuşmalara ve İzmirli eski turizmcilerin yerel medyaya söylediklerine bakıyorum da... Kimse kızmasın ama bunlar 1980 model turizm tecrübeleri! Bugün para etmezler! ‘Kaplıca merkezi olalım, kruvaziyer limanı biz olalım’ diye hayaller kurmak da çare değil!”
Bu da bir tespit ve aynı zamanda eleştiri.
İtirazı olan var mı?
Olabilir.
* * *
Yine de devam edelim.
Bundan sonrası daha önemli, zira, öneriler var sırada:
“Hani her İzmirli kendine sorsa... ‘Ben Roma’ya, Barselona’ya, Beyrut’a neden gidiyorum?’ diye... Çok daha doğru sonuçlara varılır.”
Haşmet Babaoğlu’nun “Her İzmirli kendine sorsa” dediği soruya verilecek yanıtlar, gerçekten de “gerçekçi çözümler” sunabilir bize.
Neden gidiyorsunuz Roma’ya, Barselona’ya, Beyrut’a sahi?
Ne var oralarda?
Tarihi yapıların en mükemmel şekilde gözler önüne serilmesi mi, çağdaş ve hatta çılgın yapıtların göz alıcı güzelliği mi, otantik yaşamın aynıyla korunması mı?
Ne?
Hadi.
Düşünün biraz.
Tek karelik masaj!
Yol açmak...
Kemal Kılıçdaroğlu’nu makamında ziyaret eden Eyüp Can ile Murat Yetkin’in dikkatini ilginç bir ayrıntı çekmiş.
Bir dostunun hediye ettiği, başköşeye yerleştirilmiş bir yazı.
Kartacalı Komutan Hannibal’ın şu sözü:
“Ya bir yol buluruz ya bir yol yaparız.”
Bu sözü Hannibal mı söyledi, tam olarak söylediği neydi; işin bu faslı meçhul olsa da, laf güzel.
İZFAŞ’ı yönetirken aynı sözü “Ya bir yol buluruz ya bir yol açarız” şekli ile bastırmış, altına “İzmir Fuarı” diye yazdırıp, çerçeveletmiş ve dostlarımıza hediye etmiştim.
Gittiğim çok yerde hâlâ görürüm o tabloyu.
Biraz da kıskanırım doğrusu.
Çünkü tekini dahi kendime saklamamışım.
Olsun.
O söz hep aklımda, yüreğimde zaten.
Her an bir volkan gibi patlamaya hazır bekler.
Sorun mu var?
Ne gam.
Çare de var!