FACEBOOK’DAKİ sayfasına “O masmavi gözlere bir kez olsun bakabilmek için nelerimi vermezdim. Şu an en büyük hedefim ne biliyor musun? Sana ulaşabilmek” diye yazmıştı.
Kader miydi bu?
İlahi bir yakarış mı yoksa?
Artık ne olduysa, Buse şimdi orada.
Hiç kuşkum yok.
O masmavi gözlere doyasıya bakıyor.
Derseniz ki:
Böyle mi olmalıydı?
Olmamalıydı elbet.
17 yaşındaki bir genç kızın teröre kurban gitmesini hangi vicdan sindirebilir içine.
Ama şerefsizlik habis bir ur gibi sarmışsa her yanı, şerefsizler için kim, nasıl ölmüş, ne fark eder?
Saklanırlar bir çukura...
Basarlar telefonun tuşuna...
Patlatırlar bombayı uzaktan kumandayla.
Havaya uçan ha bir servis otobüsü olmuş, ha yakılan bir belediye otobüsünde kavrulan bir başka genç kız.
Şerefsizlerin umurunda mı?
* * *
Ve dahası, öldürmek bile yetmiyor onlara.
Şimdi de Buse’nin Facebook’daki sayfasına saldırmaya başlamışlar.
Sayfayı hack’leyip Atatürk’e, şehitlere, Buse’ye sövüp, sayıyormuş şerefsizler.
Yani ölsen de kurtuluş yok şerefsizin salyasından, sümüğünden.
Yok arkadaş.
Kimse çıkıp, insafa gelmesini beklemesin bu it sürüsünden.
* * *
Dün yazdım.
“Terör uzmanı” bir doçent, “Allah korusun ama eğer bir gün Teşvikiye Camii’nden bir cenaze kalkarsa, bir işadamının oğlu, akrabası, bir paşanın oğlu, akrabası çatışmalarda ölürse, bakın o zaman bu terör duruyor mu, durmuyor mu?” falan demiş ya...
Ben de şimdi “Allah korusun ama eğer bir gün Teşvikiye Camii’nden bir cenaze kalkarsa, teröre yavşakça yaklaşan bir çokbilmişin kızı, terör örgütüne yardım ve yataklık yapmayı marifet sayan saf ya da salak bir sözde demokratın oğlu patlayan bombayla ölürse, bakın o zaman terör duruyor mu, durmuyor mu?” desem mi acaba?
Asla.
Lütfen bu satırları yazılmamış sayın.
Çünkü Allah düşmanımı dahi evlat acısıyla sınamasın!
Vay gidene 2
OTOBÜSLERİN üzerinde yazılı bazısı şirin, bazısı komik ifadelerle; bir zamanlar yollarda markalar yarışırdı.
Biri bir isim koydu mu...
Yeni firmalar aynı isimin önüne ya “Öz” ya “Güzel” ya “Best” sözcüğünü ekler ve şehirler arasında yolcu kapma yarışı sürer giderdi.
Ve bu modayı başlatan ilk adım, sanırım “Koç” adı üzerinde yaşandı.
Bursa merkezli Kamil Koç, yolların fatihi iken, 1963 yılında kendisine İzmir’den bir rakip çıktı.
Rahmetli Mehmet Niyazoğlu ,“Sen Koç’san, ben de Hakiki Koç’um” dedi ve hakikaten koç gibi marka doğdu İzmir’de.
İnsanlar şaşırdı çoğu kez.
“En hakiki Koç acaba hangisi?” diye!
Az değil.
Neredeyse 50 yıl sürdü bu mücadele.
Duydum ki...
Hakiki Koç yok artık.Satılmış.
Geçenlerde Metaş’ın ardından “Vay gidene” demiştim ve korkarım bir yol açtım istemeden.
Ama ne çare... Vay gidene!
Tek karelik Afrika