Feyzi Hepşenkal

Feyzi Hepşenkal

feyzihepsenkal@mynet.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

ÇANKAYA’DAKİ resepsiyon hakkında çok şey yazıldı.
Türbanlılar mı çoktu davette, türbansızlar mı?
Kim kimin elini sıktı, kimin sıkmadı?
CHP’den kaç kişi vardı?
Askerler gelmemekle yanlış mı yaptı?
Vesaire, vesaire.
Ama en ilginç yazıları, bence Erdal Şafak ile Fatih Altaylı yazdı.
Önce Erdal Şafak:
“Çankaya Köşkü’nün 5 numaralı kapısına giden yolda uzun mu uzun ve kaplumbağa hızıyla ilerleyen bir otomobil kuyruğu vardı.
Konvoyun ortasında sıkışıp kalmıştık. Aracın penceresini açtım. Çankaya Köşkü’nün yemyeşil bahçesinden yükselen bir yağmur sonrasının doğal parfümünü doyasıya içime çektim.
‘Ankara’da en çok burayı seviyorum’ diye mırıldandım. Hayır, Köşk’ü değil, doyumsuz güzellikteki bahçesini.
Sonunda kapıya ulaştık ve salondaki kalabalığa karıştım.
Birkaç bin kişi vardı. Bu kez karınca hızıyla davet salonuna açılan kapıya doğru ilerlemeye başladık.
Kapıda görevli karşılıyor, davetiyeyi alıp, bir başka görevliye uzatıyor, o da mikrofondan konuğu anons ediyordu.
Bekleyiş bir saatten fazla sürdü ama değdi. Çevremdekilerin sohbetlerini dinledim.”
* * *
Ve Fatih Altaylı:
“Cumhurbaşkanlığı resepsiyon salonuna girerken yeni ‘dekorasyon’ dikkatimi çekti.
Eski, neredeyse köhne giriş yenilenmiş, aslına pek de zarar verilmeden, çok hoş bej mermerlerle kaplanmış ve çok şık bir merdiven yapılmıştı.
Tavanlar yenilenmiş, tavana sade ama rahatsız edici olmayan freskler yapılmış.
Ana salon da tamamen yenilenmiş, biraz büyütülmüş, şık avizelerle donatılmıştı.
Gayet hoşuma gitti.
El sıkma faslı öncesi büyük bir uyanıklıkla kabul salonuna açılacak olan kapının önüne gittim. Böylelikle kapı açılır açılmaz içeriye ilk giren olacak, uzun ve sıkıcı bir kuyruğa takılmayacaktım.
Kapının önünde beklerken Başbakan ve bakanlarla sohbet etme imkânım da oldu.”
* * *
Erdal Şafak ile Fatih Altaylı sağ olsun. Sayelerinde Çankaya’ya gitmiş kadar olduk.
Ve tabii bu iki yazı, aynı zamanda iki gazete yöneticisinin tarzlarını da açığa çıkardı.
Erdal Şafak yönlendirme işaretlerine uyduğu için bir saat kapıda sıra beklemiş ve çevresindeki kalabalığın “havadan sudan muhabbetini” dinlemekle yetinmişti.
Fatih Altaylı ise “uyanık” olduğu için hem uzun kuyruğa takılmamış hem de “üst düzey bir sohbete” katılmıştı.
Derseniz ki:
Seç birini. . .
Erdal Şafak kusura bakmasın!


İzmir’e bekleriz
BUNA “gemicik” falan denmez. Hatta “gemi” demek bile yetmez. “The Allure of the Seas” tıpkı ikizi “Oasis of the Seas” gibi, başka bir şey.
Boyu 360 metre. Parantez içinde, dört futbol sahası büyüklüğünde.
Denizden yüksekliği 72 metre.
8 bin 300 yolcu taşıyor.
Eiffel Kulesi’nden 13 misli ağır.
1 milyar 800 milyon dolara mal olmuş.
Falan. Filan.
Bu müthiş alamet, inşa edildiği Finlandiya’dan ABD’nin Florida eyaletine giderken Danimarka’daki Store Belt Köprüsü’nün altından geçmek zorundaydı.
Sorun şuydu ki, köprü ile gemi arasında sadece 50 santim fark vardı.
Acaba... Tam geçerken... Rüzgar, dalga etkisiyle bir sorun yaşanır mıydı?
İnsanlar “o anı” görmek için çevrede toplandı.
Sonuçta gemi geçti ama 4 santim farkla.
İyisi mi, “The Allure of the Seas” İzmir’e gelsin.
Nasıl olsa burada köprü möprü yok.
Rahatça girip çıkarken Körfez’e, biz de keyifle seyreyleriz bu muhteşem eseri.



Tek karelik gemi

Çankaya havası