Feyzi Hepşenkal

Feyzi Hepşenkal

feyzihepsenkal@mynet.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Yok artık... İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni oturup, tekrar yazacak halimiz yok.
Yazan, yazmış çoktan.
Ve insanlığın 30 maddelik bu temel yasası, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu‘nun 10 Aralık 1948 tarih ve 217 A (III) sayılı kararıyla ilan edilmiş.
Ne yazıyor orada?
Misal...
Madde 9 -Hiç kimse keyfi olarak yakalanamaz, tutuklanamaz ve sürgün edilemez.
Madde 10 -Herkesin, hak ve yükümlülükleri belirlenirken ve kendisine bir suç yüklenirken, tam bir şekilde davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından hakça ve açık olarak görülmesini istemeye hakkı vardır.
Madde 11 -1. Kendisine bir suç yüklenen herkes, savunması için gerekli olan tüm güvencelerin tanındığı açık bir yargılama sonunda, yasaya göre suçlu olduğu saptanmadıkça, suçsuz sayılır.
2. Hiç kimse işlendiği sırada ulusal ya da uluslararası hukuka göre bir suç oluşturmayan herhangi bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu sayılamaz. Kimseye suçun işlendiği sırada uygulanabilecek olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.
* * *
O maddeleri okuduktan sonra, Balyoz Davası sanığı Çetin Doğan’ın avukatı tarafından yazılan dilekçeyi de okuyunca insan; hak ve adalete olan inancının üzerine “bir bardak soğuk su” içmiş gibi oluyor:
“Mahkemeniz 163 kişinin tutuklanması ya da yakalanmasına ilişkin kararda 4 satırlık bir gerekçe yazmıştır. Bu 4 satırda 55 sözcük bulunmaktadır. Yani gerekçede tutuklama ya da yakalama kararı verilen her 3 sanığa 1 sözcük bile düşmemektedir. Bu durum, kimin, hangi gerekçe ile tutukladığını, mahkeme başkanı ve üyelerinin dahi bilmediği gerçeği ile karşı karşıya olduğumuz izlenimi vermektedir.”
* * *
Gerçekten bu kadar kolay mı, “At içeri gitsin” demek; bir önlem olarak uygulanması gereken kuralları cezaya dönüştürmek?
Anlaşılan kolaymış.
Hatta...
Kolayın da kolayı varmış!
Aynı davanın iddianamesinde, “Soruşturmaya Konu Eylemlerin Hukuki Nitelendirmesi” ana başlığı altındaki bölümün 94 ile 101’inci sayfaları; meğerse 9 Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisi K. Çolak’ın ödevinden kopyalanmış.
Savcılar işin öylesine kolayına kaçmışlar ki, kopyaladıkları sayfalarda bulunan yazım hatalarını dahi fark edip, düzeltmeden; aynen iddianameye yansıtmışlar!
Bu durumda soğuk suyu bardakla değil, kovayla içsen...
Nafile!

Beyanname çöpe gitti


Tek karelik terbiye
“Minik” bir fark!
Sadece bir cümle yazmak için, belki de okuduğunuz şu haberi aktarmak zorundayım:
“İzmirli Hıdır Polat, 2002 yılında emekli olduktan sonra rahatsızlandı. Kalp damarlarında yüzde 100’e varan tıkanıklar belirlendi. Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi’nde operasyona alındı, damarları ‘stent’ yöntemiyle açıldı. Ancak kasığında, bacağında, kollarında ağrı ve uyuşma başladı. Dayanacak gücü kalmayınca bu kez başka bir hastaneye başvurdu. Kasığında 12 santim uzunluğunda katater (damarlara takılan esnek boru) olduğu görüldü.göre ameliyat sırasında unutulmuş, Hıdır Polat’a dayanılmaz acılar çektirmişti. Kataterin büyük bölümü çıkarıldı, bazı parçalara ise hayati risk nedeniyle müdahale edilemedi. Talihsiz adam bu hatanın sorumlularından şikâyetçi oldu, dava açtı, 2008’de 5 bin TL tazminat kazandı. Ama hastane, kusurları olmadığı gerekçesiyle itirazda bulundu. Hıdır Polat, şimdi Danıştay’ın vereceği kararı bekliyor.”
Ve işte o bir cümle:
Aynı olay, örneğin ABD’de yaşanmış olsaydı; Hıdır Polat 5 bin TL yerine 500 bin doları, hem de çoktan almıştı!