BUGÜNKÜ gibi her taşın altında “darbeci” aranmıyordu o zamanlar. Senaryolar üzerinde “fırtınalar” koparılmıyordu.
Her şey açıktı.
Her şey meydandaydı.
Örneğin, 1962 yılının Şubat ayında darbe yapmaya hevesli ve niyetli subaylar, neredeyse “basın toplantısı” yaparcasına davranıyor; dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, Başbakanı İsmet İnönü, Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay ise “muhtemel darbeyi” önlemeye çalışıyordu.
Alınan önlemlerin başında ise “adı çıkan” subayların başka görevlere atanması vardı.
* * *
Kara Harp Okulu Komutanı Albay Talat Aydemir de onlardan biriydi ve bu girişime “alenen” meydan okuyordu:
“Ülke barut fıçısı gibidir. Ben de elimde bir meşale tuttuğum halde fıçının üzerinde oturuyorum, canımın istediği anda fıçıyı havaya uçurabilirim. Karşımda bulunanlar parmak bile oynatamazlar.”
Nitekim 22 Şubat günü fitili ateşledi!
* * *
Başbakan İnönü ise herhalde “dönemin hassasiyetini” düşünerek, olaya şu sözlerle müdahale etmişti:
“Bir milletin haysiyetine, ordunun şerefine tecavüz edilmiştir. Sonuna kadar mücadele edeceğiz. Silahlı çatışmaya yol açmazlarsa affedebiliriz. Aslında cezaları kurşuna dizilmektir. Kendilerini emekliye sevk edeceğim.”
Öyle de yaptı.
* * *
Oysa...
“Aslında” sözcüğüyle başlayan cümledeki vurgunun gereği yerine getirilseydi, acaba ne olurdu?
12 Mart olur muydu?
12 Eylül olur muydu?
28 Şubat olur muydu?
27 Nisan olur muydu?
Şurası kesin ki, en azından Talat Aydemir, 21 Mayıs 1963’te yeni bir darbeye teşebbüs edemezdi.
Bu kez “mecburen” idam edildi gerçi.
Ama idam cezası ilk girişim sonrasında verilseydi, hiç kuşku yok; çok daha etkili, çok daha caydırıcı olacak ve belki de 12 Mart’la başlayan sürecin önü “o gün” itibarıyla kesilecekti.
Ve siyasetin “duygusal tepkilerle” etkilenmesi sonucu gerçekleşen “akıl tutulması” hali, Türkiye’nin kaderini, böylesine “kederli” biçimde etkilemeyecekti!
“Nabız” kaç atıyor?
CHP MYK Üyesi ve İzmir Milletvekili Mehmet Ali Susam güzel şeyler söylüyor.
“Yeni il başkanını tayin eden irade, İzmir olacaktır” diyor.
İlk anda, İzmir halkına “CHP İzmir İl Başkanı kim olsun?” diye bir soru yöneltileceği gibi bir izlenim doğsa da...
Sözlerin devamı, sürecin de “kendi doğasında” devam edeceğini işaret ediyor.
Mehmet Ali Susam, yeni il başkanını seçme iradesinin “ilçe başkanları, belediye başkanları ve parti delegelerinde” olduğunu vurguluyor.
Ama sorun da bu değil mi zaten?
CHP örgütündeki yapılanmanın, “İzmir’in gerçekleri ve İzmirlinin beklentileriyle örtüşmediği” değil mi?
Eskiden halkın “ne düşündüğünü” öğrenmeye, fazlasıyla önem verirdi Deniz Baykal.
Hatırlıyorum da...
Özellikle SHP Genel Sekreteri olduğu dönemde, kendi çapımda yaptığım her kamuoyu araştırması sonrasında beni arar, vardığım sonuçların ayrıntılarını sorardı.
Galiba yine halkın nabzını tutmanın...
Tam zamanı.
Tek karelik korku