Fedai Ünal

Fedai Ünal

fedonunal@gmail.com

Tüm Yazıları

Ağlayan ağacın gölge-sinde, denizin dibinde, tam bir aile işletmesi Giritli Rum Meyhanesi...

Bu sefer en son söyleyeceğimi en başta söylemek istiyorum. Ben bu restorana bayıldım! Bayıldım, çünkü her ayrıntısıyla adını sonuna kadar hak eden bir yer. Tamam tamam anlatıyorum.

Yer Giritli Rum Meyhanesi. Başta da söylediğim gibi, her şeyiyle adını sanını hak ediyor. Şule-Hakan Sepin çifti, yanılmıyorsam 4-5 sene önce açmaya karar vermişler restoranlarını. A’dan Z’ye her şeyiyle bizzat ilgilenmişler, kendi elleriyle yapmışlar bugünkü mekânı. Denize sıfır, Karaburun Kordon’un en sol başında, ağlayan ağacın gölgesinde Giritli Rum Meyhanesi. Adını sonuna kadar hak ediyor dememin birinci nedeni, burası tam bir aile işletmesi. Anne, eş, oğul herkesin bir görevi var. Yunanistan’da gittiğim restoranların en önemli özelliğidir ‘aile işletmesi’ olmaları. En azından bana göre.

Haberin Devamı

Beni buraya götüren arkadaşım, kış aylarında çok gidermiş bu güzel mekâna. Yaz ayında, yüksek sezonda onun da ilk tecrübesi olacakmış.

Neyse çöküyoruz ağlayan ağacın altına, esintili bir köşeye. Gün batmak üzere, henüz kimseler yok restoranda. En sevdiğim saat. Evin oğlu tam siparişleri almaya gelmişken, baba müdahale ediyor, “Masa bende evlat” diyor. Arkadaşımla birlikte babaya emanetiz anlayacağınız.

Günbatımında bi kadeh parlatmayı sevdiğimi anlıyor Hakan Bey ve hemen minik bi mezeyle rakı servisini yapıyor. Gelen ilk mezemiz restoranın adı gibi Girit usulüyle hazırlanmış Girit Kabağı oluyor.

Ve akşam Girit’le başlıyor...

Sonra hanımefendi, Şule Hanım geliyor masamıza. Pek neşeli, keyifli bi sohbeti var kendisinin. Gelen mezeleri tek tek anlatıyor şen şakrak diliyle. Hem anlatıyor hem de çevresiyle ilgileniyor. Sipariş verirken balık istemediğimizi, sadece meze yemek istediğimizi söylüyoruz Hakan ve Şule Sepin çiftine. İyi ki de öyle yapmışız. Yoksa bu kadar güzel mezeyi bi defada tadamazmışız.

Kabağın ardından masamız hızlıca şenlenmeye başlıyor. Sırasıyla, ahtapot söğüş, özel soslu güveçte keçi peyniri, köz salata, cevizli biber ezme, Girit sıyırma, peynir tabağı, soslu peynir...

Haberin Devamı

Bunların her birini çok beğendim. Gelen her meze bi kere çok basit. Öyle ahım şahım, bulunmaz malzemelerle hazırlanan mezeler değil. En çok da bu tarafını sevdim yaptıkları işin.

Burada bir ruh var

Evet! Güzel, kaliteli malzeme kullanıyorlar, zaten öyle de yapmalılar. Ancak ben ne yerler biliyorum, kaliteli malzemeye ruh katamayan, lezzet katamayan. Burada bir ruh var, işe kendinden bi şey katmak ve bir büyüğümün dediği gibi, “şevkle, keyifle yapılanın yenmesi için müşterinin gözüne bakmak” var.

Rakımızdan birer yudum daha alırken Hakan Bey bizim için sotelenmiş kuzu ıspanak yatağında, cevizli, limon sos eşliğinde levrek ızgara yaptırdığını söylüyor. Ama ondan önce minik bi ara sıcak hazırladıklarını, fikrimi merak ettiklerini söylüyor.

‘Patlıcan yatağında tiger karides’... Havalı isim di mi? Havası kadar var ama!

Sevgili dostlar, sadece bu güzel karides için Karaburun’a giderim. O kadar çok beğendim. Tek başına karides çok lezzetli, ancak altındaki patlıcanla yediğinizde efsane bi lezzet çıkıyor ortaya.

Haberin Devamı

O kadar beğeniyorum ki, ardından gelen şahane levreği neredeyse burun kıvırarak tadıyorum. Lezzetli yolculuğun sonuna geldiğimizi düşünürken, mekânın aşçısı elinde iki tatlı tabağıyla görünüyor. İçimden “Yeteer” diyorum ama aklım “Tatlı nasıl acaba?” diye yıpratıyor beni.

Yalan yok, önce Çanakkale’nin peynir tatlısına benzettim, ama öyle değilmiş. Kuru kayısı, tarçın, dondurma ve tahini bir araya getirmiş usta, bu şahane lezzet için. O kadar çok beğeniyoruz ki tatlıyı, arkadaşım bi porsiyon daha istiyor. Aslına bakarsanız, kalkasımız yok Giritli Rum Meyhanesi’nden ama saat epeyce ilerlemiş ve bizim yarın da işlerimiz var. Yeni lezzet mekânlarına yelken açacağız. Sevgili dostlar, sizi bilmem ama biz bunu saymıyoruz, bi daha geleceğiz anlayacağınız.

Tel: 0232 363 40 53

Denizkızında tebessüm ve kalamar şahane...

Özlemişim Karaburun’u...

Nedense bugüne kadar hep belli yerlere gitmişim. Bugün görüyorum ki çok şey kaçırmışım, ya da benim gitmediğim zamanlarda daha da güzelleşmiş bu şirin belde. 3 günlük minik kaçamağımızda her öğlen, her akşam başka mekânlarda atıştırdık. Atıştırdık diyorum, çünkü eğer atıştırmalıkların üzerine bir de yeseydik patlardık herhalde.

Yakın bir dostumla gezdik bu üç günde.

Minik bi kordonu var Karaburun’un. Arkadaşımın tavsiyesiyle oturduk Denizkızı Restaurant’a. “Efsane kalamarı var buranın” dedi bana. Tamam, olabilir ama benim hayat felsefem “Gülmesini bilmeyen dükkân açmasın” olduğu için, biraz temkinli yaklaştım açıkçası. Bu temkinli duruşumun bozulması uzun sürmedi; restoran sahibi Ergün Kulak kapıda karşıladı bizi. Bizden sonra gelen tüm müşterilerine de aynı şeyi yaptı. Neredeyse hepsiyle tek tek sohbet etti. Bunları gördükten sonra artık şu meşhur kalamarın tadına bakabilirdim anlayacağınız.

Yazımın başında da dediğim gibi, sadece atıştırmak istediğimizi söyledik Ergün Bey’e. O da, beni kolumdan tuttuğu gibi meze dolabının başına götürdü. Buralar balık cenneti, o nedenle balığın her hali var. Dolaptan klasik mezelerin dışında kalamar yumurtası, kimyonlu marin levrek ve biraz da haşlama karides istedim. Elbette kalamar tavayı da hatırlattım kendisine. “O zaten garanti, siz ayrıca özel bi şey ister misiniz, ona bakın” dedi.

Lezzet halkası

Önceki akşam yediğimiz taze kefal yumurtasını sordum. “Üzgünüm ama yok, biz yumurtaların tamamını tuzlayıp kış için dolabımızda saklıyoruz” dedi. Merak edip baktım. Şeker bir teyze, ki bu işin ustası, yumurtaları nasıl yaptıklarını anlattı. Anlatımın sonunda “Mumlamıyor musunuz?” diyecek oldum, “Hayır, biz mumlamadan saklıyoruz; bu halinin lezzeti daha güzel” dedi.

Masaya geri döndüğümde söylediğim mezeler beni bekliyordu. Birer ikişer çatal tadına bakarken, sözü edilen o şahane kalamar da yerini aldı soframızda. Sevgili dostlar, ben kalamarın kızartmasını çok yerde beğenmem, herkese de ızgarasını tavsiye ederim. Ancak burada yediğim kalamar gerçekten çok güzeldi. Neredeyse hiç yağ çekmemiş, tam kıvamında yumuşacık bir lezzet halkası anlayacağınız. Eğer atıştırmıyor olsak bir kilo yerdim herhalde. Ergün Bey, “Yerli kalamarın dışında konuklarımıza kalamar ikram etmiyoruz, eğer bulamadıysak yok demekten çekinmiyoruz” dedi. İşte istediğim cevap buydu. Eğer istediğiniz ürün yoksa, ulaşamadıysanız insanlara “yok” demek en güzeli.

Kalamarın üzerine bir de ızgara jumbo karidesler geldi ki, onlar da bal kaymak oldu bu yemeğin yanına. Neydi, atıştırıyorduk değil mi, bu kadar atıştırmaya birazdan koşuşturacağız galiba.

Güzel bir esintiyle yediğimiz yemeğimize soğuk biralarımız eşlik etti. Her şey çok güzeldi. Yalnız, aklım şu mumlanmadan saklanan kefal yumurtalarında kaldı. Galiba ben çok uzun bekleyemeyeceğim, ivedi bu yumurtaların tadına bakmaya gideceğim. Kim bilir belki sizinle de karşılaşırız...

0232 731 31 62