Yaşıyoruz, yuvarlanıp gidiyoruz soracak olursanız. Hayat işte!
Hayat dediğin ne? Bana göre zamanı iyi geçirmek. Elbette ben bilemem nasıl iyi geçirileceğini hayatın, zamanın. İnsanına göre değişir o. Ben, benimkini diyebilirim size. Başka bilmem.
Tamam, tamam giriyorum mevzuya... Bakmayın siz yukarıda ettiğim ulvi laflara. Sözünü edeceğim şey, biçoğumuza göre o kadar da ulvi değil!
Akşamüstü ya da öğleden sonra sanıyorum. Sevgili eşim Ebuş ve oğlum Efe sinemadan çıkınca, onlara AVM’de hamburger yerine, dışarıda bi şeyler yedirmek istedim. Şööyle bi Bostanlı’ya doğru gittik. Ama kader ağlarını örmüştü bi kere. Aklımdan geçen hamburger kurmuştu tuzağını. Karşıyaka Bostanlı’nın derinliklerini tavaf ederken Ebuş, “Park et şuraya arabayı, biraz yürüyüş yapalım. Buluruz yiyecek bi şeyler” dedi.
Kale gibi
Dedim ya, kader ağlarını örmüştü bi kere. Arabayı park ettiğimiz sokak 1811... Eşimle, bundan tam 23 yıl önce evlendiğimizde ilk evimiz bu sokaktaydı. İki harika yıl geçirdik burada. Tam bunları konuşurken çıktı karşımıza Burger Street... Ebuş, “Fedo, bak burası işte Tuncay Albay’ın oğlu Murat’ın dükkânı” dedi.
Dedim ya, 1811 Sokak’ta iki yıl oturduk Bardük Apartmanı’nda. Sonra biraz ileride başka bir sokağa taşındık. O evde de tam 12 yıl geçirdik. Şahane komşularımız vardı. Biri de alt komşumuz rahmetli Tuncay Albay’dı. İşte bu güzel adamın oğlu, tabir yerindeyse elimizde büyüyen Murat’ın dükkânı Burger Street önümüze çıkmıştı. Eh, artık hamburgerden kaçamazdık. AVM’de yemeyelim dediğimiz hamburger, Bostanlı’da kale gibi önümüze dikilmişti.
Çok seviyoruz
Ben tezgâhta iki kare video çekeceğim diye cebelleşirken Ebru ve Efe’nin hamburgerleri çoktan ateşle buluşmuştu bile. Malum, onlar karın doyururken ben sizler için bilgi peşindeyim... Tezgâhın arkasında bi sağa, bi sola, dar alanda kısa paslaşmalar içindeki kızlara, “Murat Bey yok mu?” diye soruyorum. Hemen yanımdan biri, “Buyur abi, benim” diyor. Yok ben Murat Bey dedim, diyorum. Haa, siz ortağım Murat’ı sordunuz. “Bu arada, ben de Murat” diyor. Gülüşüyoruz...
Tam bu anda bizim Murat da giriyor içeri. Rahmetli babasının sükûneti ve gülümseyen yüzüyle sıkıyor elimi, sarılıyoruz. Bir iki sohbetten sonra, “Abi sen ne yiyorsun?” diyor. “Bildiğimden değil, gördüğümden yiyeceğim” deyip şaşırtıyorum herkesi. Dükkânın bi videosunda üzerine çiğ soğan konularak pişirilen bi hamburger görmüştüm. Adı M&M. İçinde sadece tuz olan bir etin ne kadar lezzetli olabileceğini denemek için bi tane sipariş ediyorum. Hamburgerler pişerken karşımda iki Murat başlıyoruz muhabbete.
“Çocuklar” diyorum “Neden hamburger?” Gülüyor ikisi de. Tabii ya, en zor sorudan başladığımdan olsa gerek, ikisi birbirine bakarak gülüyorlar. “Kolay abi” diyor Murat Üzülmez, “Seviyoruz çünkü”... “Evet abi, çok seviyoruz” diyor Murat Yalçındağ da.
İkisi de kurumsal bir şirkette çalışıyormuş bizim Murat’ların. Son dönemin keyifsiz şartları o kadar çok üst üste gelmiş ki; önce Murat Üzülmez, sonra da Murat Yalçındağ ayrılmış işten. Bi süre savrulmuşlar iş konusunda. Onu mu yapsak, bunu mu yapsak diye çok düşünmüşler. Murat Üzülmez diyo ki, “Abi, aslında dönerci açacaktık biz, ama işin firesi çok dediler, vazgeçtik.” Yine gülüyor ikisi de. Uzun uzun düşünüp epeyce bi araştırmadan sonra Burger Street’i açma kararı almışlar. Murat Üzülmez diyo ki, “7-8 senelik fikirdi bizimkisi. Öyle hemen alınmış bi karar değil yani Abi.”
Sohbet ederken fark ediyorum, ikisi de müşterileriyle, çalışanlarıyla o kadar iyi bir iletişim halindeler ki, içimden “Olmuş bu iş” diyorum.
Esmer mucize!
İşte hamburgerim hazır. Burger Street’in pişirme tekniği dikkatimi çekiyor. Çünkü bugüne kadar böyle bir hamburger hiç görmedim açıkçası. Kalın çekilmiş dana eti, koca birer top haline getirilmiş. Top önce ızgaraya atılıyor, sonra da üzerine çelik bir aletle çok ciddi bir baskı uygulanıyor. Bendeki ilk intiba “Eyvah, etin ne suyu ne lezzeti kaldı, dağıldı gitti güzelim et” oluyor.
Hamburger servis edildiğinde konuyu yeniden açıyorum. Murat Yalçındağ diyo ki: “Abi, buna Maillard Reaction deniyor. Yani etin, proteininin yüksek ısıyla bastırılıp, tüm lezzetinin içinde hapsedilmesi işlemi. Biz buna esmer mucize diyoruz.”
Elleri lezzetli
Arkadaşlar! “Her gün taze mi yapılıyor ekmeğimiz” diye soruyorum.
İki Murat da benim homurdandığımı sanıp yanıt vermeyince hemen yakınımızdaki Kübra Çetinkaya, sorumu duyup sohbete katılıyor: “Evet Fedai Bey, her gün mayalayıp taze taze ikram ediyoruz konuklarımıza. Bi de belli bir sayıda ekmek yapıyoruz. En büyük özelliği de, bizim ekmeğimiz, yedikten sonra şişkinlik hissi vermez. Hazırladığımız hamburgerin tadını tam olarak alırsınız. İki burgeri çok rahat, hatta üç bile yiyebilirsiniz.” Kübra işine, ekmeğine o kadar hâkim ki, etkilenmemek mümkün değil. Elbette diğer arkadaşlarım da işlerine çok hâkim. Hepsi de işlerinin ehli, elleri lezzetli...
An, anı olur
Müşteriler girip çıkıyor, akşam hareketi başlıyor. Ebuş, “Kalkalım Fedo” diyor. Vedalaşıp ayrılıyoruz.
Yazıma başlarken zamanı iyi geçirmekten söz etmiştim sizlere. Sonunda ‘an’ ile bitirmek istiyorum. 1811 Sokak’ın başından öylece dükkâna bakıyorum.
Zamanın en küçük birimidir ‘an’. Yani bi yaşam, anlardan ibarettir. Koca bi ömür de bi andır, şimdi bu yazıyı okurken aklınızdan geçen bi harf de... Yaşarken pek bi manası olmayan şeyler zamanla kıymetlenir.
Yaşarken ‘an’ olanlar, üzerinden zaman geçtikçe ‘anı’ya dönüşür...
Zaman değişmez, kelimeler değişir. An, bi zaman sonra anı oluverir...
Tıpkı 1811 Sokak gibi, tıpkı Tuncay Albay gibi...
Murat ve Murat yolunuz açık olsun...
Güzel anların, anıya dönüştüğü yer olmanız dileğiyle...