Kimlik tespiti yapılması amacıyla iskelet haline gelmiş insan kalıntıları adli antropoloji tarafından inceleniyor. Yapılanlar sadece bununla sınırlı değil. Küçük yaşta kaybolan çocuklar, faili meçhul cinayetler Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Daire Başkanlığı bünyesinde çalışan antropolog polislerin titiz çalışmalarıyla çözülüyor. Osteoloji incelemeleri, adli yaşlandırma ve yeniden yüzlendirme olarak üç ayrı uzmanlık alanında hizmet veren adli antropologların amacı, çözülemeyen tek vakanın kalmaması.
DÜNYANIN SAYILI LABORATUVARLARI ARASINDA
Adli antropoloji alanında iskelet haline gelmiş kalıntılarla kimlik tespitine yönelik çalışmalar yaptıklarını belirten Polis Memuru Asistan Antropolog Yusuf Çınar, bu alanda Ankara ve Diyarbakır Bölge Kriminal Polis Laboratuvarları dışında birçok üniversitede çalışma yürüttüklerinin altını çizdi. Laboratuvarların kapasitesinin donanım ve ekipman bazında dünyanın sayılı laboratuvarları arasında yer aldığını söyleyen Çınar, laboratuvar
Yusuf Paşa, 1795 ila 1832 yılları arasında o zamanlar Osmanlı himayesinde olan Trablus'u yönetti. Aslen bir yeniçeri olan namıdiğer 'Trablusgarp Dayısı' Yusuf Paşa vazife süresi boyunca Cezayir ve Tunus gibi Trabluslu denizciler ile Akdeniz'de ticaret yapan gemileri kontrol ediyor ve bu gemilerden vergi alıyordu. 19. yy'ın başlarında Cezayir, Fas, Tunus ve Libya'daki denizciler Akdeniz'i tamamıyla kontrol altına almışlardı.
ANLAŞMAYA UYMADI
1785 yılına kadar ABD uluslararası sularda özgürce hareket edebiliyor, gemilerine bayraklarını çekebiliyorlardı ancak Cezayirli denizcilerin Amerikan gemilerini ele geçirmesiyle bu özgürlükleri kısıtlanmaya başladı. Bu durum ABD'nin Akdeniz'deki ticari faaliyetlerini zora sokmaya başladı. Bu sebeple bazı diplomatik kararlar alınması gerekti. ABD hükümeti Akdeniz'in güneyindeki yöneticilerle kağıt üzerinde anlaşmalar imzalamak durumunda kaldı. Onlardan biri de Osmanlı İmparatorluğu'nun Trablusgarp eyaletini yöneten Karamanlı Yusuf Paşa ile 4 Kasım 1796 tarihinde Trablus Anlaşması'ydı.
NOT GÖNDERİP YILLIK VERGİYİ 225 BİN DOLARA ÇIKARDI
Cezayirli askerler
Akşam gazetesinin 15 Ocak 1930 tarihli baskısında bir haber göze çarpıyordu: "Koca Katili Macar Kadınların Muhakemeleri Hitam Buldu (Sona Erdi)." Budapeşte'nin yaklaşık 100 km güneydoğusunda bulunan 'Nagyrev' adlı küçük bir köyde yaşananlar Türkiye başta olmak üzere tüm dünyanın gözünü bu Macar kadınlara çevirmişti. Genç yaşlı demeden yüzlerde erkeğin sonunu getiren planın dehşet verici detayları ise kısa sürede yayıldı.
O yıllarda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'na bağlı Budapeşte'nin güneydoğusunda bulunan Nagyrev Köyü'nün halkı bir sağlık sorunu olduğunda Zsuzsanna Fazekas'e giderdi. Fazekas, resmi bir eğitimi olmamasına rağmen Macar köyünün ebesiydi ve orada bir doktora en yakın kişi olarak kabul ediliyordu. Erkekler, tarlalarda çalıştıklarından kaynaklanan ağrı ve sızılardan kurtulmak için onun ev yapımı tentürlerini (bitkilere özlerini çıkarmak için uygulanan bir yöntem) kullanıyordu.
ARSENİĞİ YA YEMEĞE YA DA KAHVEYE KATMAYI ÖNERDİ
Julia Fazekas, kocasıyla birlikte 1911 yılında Nagyrev'e gelmiş
Kimi kardeşiyle kimi arkadaşıyla tüplü televizyona entegre ettiği atariyle oynadı. Harçlıklar biriktirilerek oyun kasedinin alınacağı gün heyecanla beklenen, 90'lı yıllarda küçük büyük herkesin favorisi haline gelen 'Süper Mario' oyunu hakkında her şeyin bilindiği düşünülse de aslında bu kırmızı şapkalı, bıyıklı oyun kahramanı birçok kişinin bilmediği detaylara sahip. 1981'den bu yana epey bir yol kat ederek dönüşüm yaşayan 'Süper Mario' hakkında bilinmeyenleri öğrenmeye ne dersiniz?
1- EV SAHİBİNİN İSMİ VERİLDİ
1990'lı yıllarda video oyun tarihinin en ikonik karakterlerinden biri haline gelen Mario aslında 'Jumpman' (Zıplayan adam) olarak biliniyordu. Oyundaki diğer yeşil kıyafetli oyun kahramanın adı ise Luigi'ydi.
Kırmızı kostümlü Mario'nun adı için ilk olarak 'Mr. Video' ve 'Jumpman' düşünülse de Nintengo firmasının o dönem kiralık ofislerinin sahibi "Kiramı ödeyin" diye tutturunca, firma karaktere bina sahibinin adını verdi. Sabırsız daire sahibinin adı Mario Segale'di. Ev sahibi böylece 'bir marangoz işçisi' olarak oyunda yer
İki insanın hayatını birleştirip yeni bir hayata adım atmasına vesile olan evlilik kurumu tarihin her döneminde önemli bir role sahip oldu. Evlilik günümüzde sosyal ortamlarda kişilerin birbirini tanıyıp anlaşması üzerine şekillense de bundan 100 yıl önce durum biraz farklıydı. Özellikle II. Meşrutiyet dönemi ve Cumhuriyet'in ilk yıllarında uygun bir eş adayı bulmak için gazete ve dergilere ilan vermek çok işlevsel bir yöntem olarak kullanılıyordu. Evlenmek isteyenler gönüllerinden geçen eş adayından bekledikleri özellikleri bu ilanlar vasıtasıyla duyuruyorlardı. Verilen ilanlarda yer alan ifadeler ise oldukça dikkat çekiciydi. Kimisi müstakbel 'zevc'inin bir saz çalmasını, kimisi ressam olmasına laf etmemesini, kimisi kadınlı erkekli sohbet ortamlarına çekinmeden eşlik edebilmesini, kimisi de çok güzel olmamasını istiyordu.
"Sanayi-i nefiseden madûd olan [sayılan] resim ile iştigal eder on sekiz yaşında bir gencim. Ben kendime münasip ve sinni benden bir veya iki yaş dûn [küçük] olan bir hanım kız ile teşrik-i hayat
Teknolojik gelişmeler ışığında ilerleyen bilim, 20'nci yüzyılda büyük bir yol katetti. Özellikle 1940 ila 1950 yılları arasında modern tıp alanında çok sayıda gelişme yaşandı. Bu dönemde birtakım deneysel ilaçların üretimi de oldukça hız kazandı. Ancak o dönemlerde üretilen deneysel ilaçların birçoğunun zaman içinde insan sağlığına yararından çok zararının dokunacağı fark edilecek, çok geçmeden insan sağlığına olumsuz etkilerinin baskın olduğuna kanaat getirilerek birçoğu yasaklanacaktı. Bu ilaçlar arasındaki en tartışmalı olanlardan biri ise şüphesiz 'Vonedrine'di.
İçinde fenprometamin bulunan 'Vonedrine' olarak bilinen ilacı 10 yıl boyunca kullananlarda ciddi yan etkiler görüldü. Burun tıkanıklığına iyi geldiği düşünülen bu deneysel ilaç zaman içinde çok sayıda kişide ciddi sağlık problemlerine yol açmıştı. Bunun üzerine piyasaya sürülmesinin üzerinden çok geçmeden, 10 yıl içinde yasaklandı. Ancak bazı sporcular, olumsuz yan etkilere rağmen
Yamyamlık veya kanibalizm, bir bireyin aynı türden başka bir bireyi yeme eylemi olarak tanımlanıyor. Pek çok tarihçi ve antropolog, uzun yıllar yamyamlığın neden ve ne zaman ortaya çıktığını, kimlerin etkilendiğini araştırdı. Bu araştırmalar vasıtasıyla da oldukça çarpıcı sonuçlara ulaşıldı. Uzmanlara göre, yamyamlık kişinin akıl sağlığını yitirmesi sonucu, kıtlık dönemlerinde, ritüel olarak veya sadece keyfi olarak ortaya çıkabiliyor. Ancak yamyamlık örneklerine Türkiye sınırları içerisinde rastlandığına dair anlatılar bugüne kadar neredeyse hiç konuşulmamıştı. Ta ki bugün Van sınırları içinde kalan tarihi Mirovharan Köyü'ne ait kayda geçirilen halk anlatılarında görülen yamyamlık örneklerine kadar. Van'ın Çatak ilçesine bağlı, bugün yerleşim olmayan Bahçıvan Köyü, halk anlatılarında Mirovharan olarak geçiyor. Bölge, günümüzde civardaki yerleşim birimleri tarafından, 'İnsan Yiyen Köyü' olarak anılıyor. Bölgede araştırma yapan, oradaki halktan yamyamlık
Günümüzde sosyal medya, internet, telefon üzerinden yapılan dolandırıcılıklarla ilgili her gün pek çok habere rastlıyoruz. Bunun yanında şeytanın bile aklına gelmeyecek yöntemlerle birçok kişiyi mağdur eden yankesicilerin sayısı da hâlâ hatırı sayılır derecede fazla. 'En eski meslek'lerden kabul edilen yankesicilik ve dolandırıcılık her ne kadar yüz kızartıcı bir suç olsa da Erken Cumhuriyet döneminde aslında övülen bir meziyetti, hatta popülerleşme aracı olarak görülüyordu. En dikkat çeken detay ise bu kişiler arasında neredeyse erkekler kadar kadınların da ön plana çıkması. Öyle ki dönemin en popüler yankesicilerinden biri olan Fındık Fatma erkekler üzerinde kadınlığın cazibesini kullandı, dikkatlerini dağıtıp cüzdanlarını çalarak dönemin en bilinen gazetelerinde adını manşetlere yazdırdı. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ömer Obuz o döneme damga vuran, şu anda bile pek çok kişiyi okurken şaşkına çevirecek hırsız,