Geçen günlerde bir mekanda arkadaşlar ile sinema üzerine konuşuyorduk. Masamıza utangaç tavırlı on altı, on yedi yaşlarında bir genç yaklaştı. Kendisini tanıttı ve ileride film yönetmeni olmak istediğini söyledi. Konuşmalarımıza kulak misafiri olduğunu, bahsettiğimiz Fellini, Kubrick, Coppola, Kubrick, Hitchcock gibi yönetmen isimlerinden yola çıkarak, hangi filmleri seyretmesi gerektiğini sordu. O gün, yeni nesilden birçok gencin nitelikli sinema seyretmeye nereden, hangi filmlerle başlayacağını bilmediğini düşündüm ve 15 filmlik bir liste yaptım. Tabi ki bu liste yüzlerce filme kadar uzar, gider. Yeni neslin ‘hiperaktif’ gençlerinin sıkılmaması için seçkilerimde 60’lı yıllarda ve sonrasında çevrilmiş, türlerine yeni bir soluk getirmiş filmler olmasına özen gösterdim. Yine de değişmez klasiklerden birkaçını eklemeden duramadım.
Listedeki; ‘Büyük Lebowski’ günlerini aylaklıkla geçirmeye niyetli bir adamın istemeden dahil olduğu olaylar karşısındaki tepkilerini ve tepkisizliğini muhteşem bir ironiyle anlatır. Bir şey yapmak istemeyen ‘modern bıkkınlardan’ karakterler sunusudur. ‘Cinayeti Gördüm- Blow Up’ gerçeğin değişkenliğini ve ne kadar yanıltıcı olduğunu tesadüfen çekilmiş bir cinayet fotoğrafı üzerinden tartışıyordu. Aynı zamanda Londra’dan yola çıkarak 60’lı yılların değişen gençlik yaşamına ve ruhuna ayna tutuyordu. Polanski ‘Çin Mahallesi-Chinatown’ ile artık öldü denilen bir türe, detektif hikayelerini anlatan “film noir” türüne, yeni bir soluk getirdi. Detektif karakterini ruhen yeniledi.
Kubrick ‘Otomatik Portakal’’da günümüzün toplumsal şiddetini ve onlara göz kulak olan siyasi iradeyi daha önce yapılmamış bir estetik içinde işledi. Martin Scorsese başyapıtı ‘Taksi Şoförü-Taxi Driver’ kişisel adaletini, sakat bir ahlakçı anlayışa sığdırarak toplum nezdinde kahramanlaşan bir psikopat karakterin analizini sundu.
‘Kıyamet-Apocalypse Now’ eşi benzeri olmayan bir savaş operasını ancak çılgınlık sınırında bir ruhun çekebileceği görsellikle anlattı. ‘Bonnie and Clyde’ toplumun yerleşik kurallarını hiçe sayarak mitlerini yaratan iki asi karakterin hikayesidir. Bugünün sanal dünyasına, öz çekimleriyle hapsolmuş genç jenerasyonun ilk örneklerini sundu ‘Amerikan Güzeli’.
‘Dövüş Kulübü’ tüketim toplumunun tüketmekten bıkmayan neferlerine ayna tuttu. Ridley Scott, ‘Bıçak Sırtı’ ile robot insan/insan ilişkisine dair distopik ve romantik olabilen bir hikayeyi ilk kez bu denli sahici anlattı. Coppola imzalı Baba ise dönem yansıtması ve oyunculuk performanslarıyla emsalsizdir.
‘Vatandaş Kane’ ve ‘Arka Pencere’ izlenirken o zamanı düşünmek, onlardan önce benzerlerinin olmadığını düşünmek yeterli. Dijital temizlikten geçmiş Fellini başyapıtı ‘8 buçuk’ ve Milos Forman’ın yönetip, emsalsiz Jack Nicholson performansıyla süslenmiş ‘Guguk Kuşu’ her yıl kapısı çalınacak filmlerdendir.
İşte o filmler:
BÜYÜK LEBOWSKİ-BIG LEBOWSKI (1998)-COEN KARDEŞLER
KIYAMET-APOCALYPSE NOW (1979)-FRANCIS FORD COPPOLA
CİNAYETİ GÖRDÜM BLOW UP (1966)-MICHALENGELO ANTONIONI
ÇİN MAHALLESİ-CHINATOWN (1974)-ROMAN POLANSKI
AMERİKAN GÜZELİ-AMERICAN BEAUTY (1999)-SAM MENDES
BONNIE VE CLYDE (1967)-ARTHUR PENN
DÖVÜŞ KULÜBÜ-FIGHT CLUB (1999)-DAVID FINCHER
OTOMATİK PORTAKAL CLOCKWORK ORANGE (1974)-STANLEY KUBRICK
TAKSİ ŞOFÖRÜ-TAXI DRIVER (1976)-MARTIN SCORSESE
BIÇAK SIRTI-BLADE RUNNER (1982)-RIDLEY SCOTT
BABA THE GODFATHER (1972)-FRANCIS FORD COPPOLA
ARKA PENCERE-REAR WINDOW (1954)-ALFRED HITCHCOCK
CITIZEN KANE (1941)- ORSON WELLES
8 Buçuk (1963)- FEDERICO FELLINI
GUGUK KUŞU-ONE FLEW OVER THE CUCKOO’S NEST (1975)-MILOS FORMAN