Dünya tarihini yorumlarken üzerinde en çok tartışılan sorulardan biri şudur: İnsan mı tarihe yön verir yoksa şartlar mı insanı şekillendirir? Örneğin Büyük İskender olmasaydı Pers (Ahameniş) İmparatorluğu yıkılır mıydı? İskender, muhteşem dehasıyla bir istisna mıydı yoksa dönemin yapısal şartları er ya da geç bir ‘İskender’ çıkaracak mıydı? Günümüze dönersek, Macaristan ve İsrail arasındaki yakın ilişkiyi sadece jeopolitik çıkarlar düzleminde anlatmakta zorlanıyoruz. Bu desteğin sebebi Macaristan Başbakanı Viktor Orban ile mevkidaşı Binyamin Netanyahu arasındaki kişisel dostluk mu yoksa daha derinde yatan ideolojik bir bağ mı onu irdelemek lazım.
Geçen pazartesi AB Dışişleri Bakanları toplantısı sonrası İsrail’in Refah’a saldırı planının felaket niteliğinde sonuçlar doğuracağı ve acilen kalıcı bir ateşkesin başlangıcı olacak bir insani yardım arasına gidilmesi gerektiği açıklaması yapıldı. Ancak bu resmi bir AB bildirisi olarak yayınlanamadı çünkü Macaristan’ın imzası eksikti.
Ortak düşman: George Soros
Kâğıt üstünde aslında aşırı sağcı, Hristiyan bir Avrupalı’nın İsrail’e neredeyse koşulsuz destek veriyor olması bir paradoks gibi gözükebilir. Orban’ın lideri olduğu siyasi parti Fidesz, geçmişte anti-semitimizm ile suçlanan üyelere sahipti. Zaten Avrupa’da aşırı sağ, Neo-Naziler ile bağdaştırılırdı. İkinci Dünya Savaşı’nda Macaristan’da yaşayan yaklaşık 500 bin Yahudi’nin sınırdışı edilip katledilmesinden sorumlu olanlar da aşırı sağcı ve faşist partilerin ta kendileriydi. Öte yandan Orban ve Fidesz’in bir numaralı ‘düşmanı’ Macaristan asıllı bir Yahudi: George Soros.
Orban ile Netanyahu’yu ortak noktada buluşturan konulardan biri, bir Yahudi’ye, Soros’a olan karşıtlıklarıdır. Macaristan hükümeti Soros’u ve vakfının finanse ettiği sivil toplum kuruluşlarını AB’yi yanlış göçmen politikaları izlemek yönünde etkilemekle suçluyor. Orban ve partisi, Soros yüzünden AB’nin demografik yapısının bozulacağı ve kıtada İslam’ın hakim din olacağı iddiasındalar.
Madalyonun öbür tarafında ise Netanyahu ve partisi Likud, Soros’un dolaylı bir şekilde Filistin yanlısı örgütlere finansman sağladığı kanısındalar. Soros’u anti-semitist olmakla suçluyorlar.
İşin aslı Orban ile Netanyahu’nun siyasal spektrumun aynı tarafında yer alıyor oluşudur. Avrupa’da aşırı sağın DNA’sı artık mutasyona uğrayarak Yahudi nefretini Müslüman nefretine dönüştürmüştür. Neo-Nazilerin birincil hedefi artık İslam haline gelmiştir. Fidesz ile Likud ideolojik düzlemde benzer iki yapıdır. Orban ile Netanyahu’nun uzun yıllar öncesine dayanan dostluğunun çimentosu da işte bu ideolojik benzerliktir. İki liderin de seçimle iktidara geldiği göz önüne alındığında, Macaristan ile İsrail arasındaki bağın liderlerin özelinde değil, yapısal sebeplerle kuvvetli olduğunu öne sürmek mümkündür.
İngiltere’de ateşkes çağrısı
İsrail’in Refah planı ve acımasızca Gazze’de devam ettirdiği saldırılar artık İsrail’in kurulmasında başrol oynamış İngiltere’de bile büyük tepki görüyor. Geçen hafta İngiltere Parlamentosu’nda (Avam Kamarası) ilginç bir olay yaşandı. Fazla teknik detaya girmeden anlatacak olursak, parlamento teyamüllerine aykırı olarak ana muhalefetin bir önergesi oylamaya sunuldu ve iktidar partisi milletvekillerinin boykotu sonucu oybirliği ile kabul edildi. Meclis Başkanı Sir Lindsay Hoyle, Muhafazakar Parti’nin ağır eleştirilerine maruz kaldı. Söz konusu önerge Gazze’de “acil insani ateşkes” çağrısı yapılması hakkındaydı. Benzer bir önergeyi İskoç Ulusal Partisi (SNP) daha önce vermişti ancak Hoyle İşçi Partisi’nin önergesini seçti. Bir süredir İşçi Partisi milletvekillerinin Gazze’de ateşkes için halktan büyük bir baskı gördüğü konuşuluyordu.
Öyle görülüyor ki 7 Ekim sonrası Batı’da İsrail’e duyulan ‘sempati’ artık halk nezdinde neredeyse tamamen yok olmuş durumda. İbre giderek İsrail ve Netanyahu’nun aleyhine dönüyor. Bu denli büyük kamuoyu baskısı karşısında Batılı liderler Gazze halkını korumak için somut aksiyon almadan dayanabilecekler mi göreceğiz.