Fenerbahçe Yönetimi nasıl attığı adımlarda taraftarın düşüncesini, isteklerini baz alıyorsa, Teknik Direktör Ersun Yanal da kadroyu artık eleştirilere göre kurmaya başladı... Yoksa ligin en fazla gol yiyen takımı olan Kasımpaşa’nın karşısına iki ön libero ile çıkmazdı... Eğer Erzurumspor’un galibiyet haberinden sonra puan cetvelindeki konumuna göre bu kararı verdiyse o hepsinden daha kötü... Çünkü bu hocanın da özgüven bunalımına girdiği sonucunu çıkarır ve geleceğini de tartışılır hale getirir...
Bu hatalı orta saha tercihine rağmen ilk yarıda 65’e 35’lik topa sahip olma oranı yakaladı Fenerbahçe... Ne oynadığı anlaşılamayan belki de ligin en kırılgan en zayıf takımı Kasımpaşa’nın ceza sahasına 17 orta gönderdiler, sağ kanadı “yol geçen hanı”na çevirdiler... Dirar ile Isla ellerini kollarını sallaya sallaya hücum varyasyonları denediler, sayısız orta kestiler... Hatta Harun’un Neustadter’in geri pasında topu ayağının altından kaçırarak yediği gole rağmen çok da paniklemediler, baskıyı biraz daha artırarak Eljif ile oyunu çabuk dengelediler... Ancak kaleye çekilen 8 şutun sadece birinin isabetli olması yaratıcılığı ve bitirici özelliği eksik orta sahadan kaynaklıydı. Devre
Sarı kartların havada uçuştuğu, hatta kırmızının bile çıktığı, zaman zaman tansiyonun tavan yaptığı “harika” bir ilk yarı vardı maçta!..
Evet, harika... Lakin oynamak, yaratıcı olmak, sonuca gitmek değil rakibi oynatmamak adına.
O kadar şahane “oynatmadı” ki iki takımın da ilk yarıda pozisyonu yoktu.
Koskoca 45 dakikada iki heyecan anı sayılabilirdi sadece... Biri 2. dakikada Fenerbahçe’nin Muslera’dan dönen bir duran topu, diğeri Valbuena’nın şutu... Çok zorlarsanız Feghouli’nin direği sıyıran frikiği...
Fenerbahçe adına sezonun telafi maçıydı aslında bu derbi... Ama buna rağmen kaybetmemeyi kazanmanın önüne koymuştu besbelli. Neden mi? Çünkü Teknik Direktör Ersun Yanal iş bitirici bir orta alan yerine Eljif Elmas tercihiyle koşan bir orta saha tercih etmişti... İlk hedef Galatasaray’ı oynatmamak olmalıydı. Buna karşılık Başakşehir’in Beşiktaş’a kaybetmesinden sonra altın bir fırsat yakalayan Galatasaray son derece dikkatli, hesaplı ve biraz da gergindi...
Oyun adeta 0-0’a kilitlenmişken, son adam Hasan Ali’nin savunma arkasına atılan bir topta Diagne’yi indirmesi maçın seyrini değiştirdi. 10 kişi kalan Fenerbahçe formsuz kayıtsız futbolcularıyla adı konmamış çöküş döneminde
Bu sezon deplasmanlarda sadece bir galibiyet elde eden Fenerbahçe’nin lige verilen üç haftalık aradan da yararlanarak Ankara’da “fazla mesai” yapması gerekir, diye düşünmüştük... Ama hakça söyleyelim, kendi ortalamalarının üzerinde bir oyun oynamadılar. Evet, baskılıydılar, topa sahip oldular ancak işin sonuç kısmı olan gol atmada yine tüm beceriksizliklerini, kalitesizliklerini, eksiklerini ortaya koydular...
Şunu net bir şekilde söyleyelim; Fenerbahçe’de duygu ve enerji yönetimi çok zayıf. O nedenle çabuk oyundan düşüyorlar, “bugün çok iyiler” dediğiniz anda bir anda maçtan kopuyorlar, yüzde yüz konsantre olamadıklarından çok fazla hata yapıyorlar, karşılığında da kalelerinde basit goller görüyorlar... Geçmiş maçlardan yeteri kadar ders çıkarmadan antrenörün tanısına ve tedavisine teslim oluyorlar. Tedavinin en vazgeçilmezi de “yaşananları unutup” sürekli önümüzdeki maçlara bakalım anlayışı! Bu yüzden de bir arpa yol alamıyorlar...
Tolgay Aslan geçtiğimiz günlerde verdiği bir röportajda “İyi oynuyoruz, çok pozisyona giriyoruz ama rakipler bir kez geliyor golü atıp gidiyor” demişti... Ankaragücü de aynen öyle yaptı... Kalesinde sayısız tehlike atlattıktan sonra rakibinin ilk
Tarihinin en sıkıntılı, en sancılı, en karanlık sezonunu geçiren Fenerbahçe’yi ateşleyecek, yeniden alev almasını sağlayacak bir kıvılcım gerekliydi... İşte o kıvılcım Beşiktaş derbisinin ikinci yarısında düşmüştü...
Sarı-lacivertli ekip sadece 3-0’dan geri dönmemiş, belki de aylardır kaybettiği kimliğini de geri kazanmıştı... Ya da biz öyle sanıyorduk... Çaykur Rizespor maçı geçmişi tamamen geride bırakıp, artık öne bakma sınavıydı.
Ligin ikinci yarısında oynadığı altı maçta 5 galibiyet, bir beraberlik alan Rizespor karşısında galibiyet tabii ki kolay olmayacaktı... Nitekim olmadı da...
Daha gündüzden takımın en formda ismi Dirar’dan gelen sakatlık haberi planları etkilemişti. Üstüne 4. dakikada gelen Melnjak golü Kadıköy’de “acaba yine başa mı sarıyoruz” düşüncesini akıllara getirse de Fenerbahçe bunun altından çabuk kalkmasını bildi... Sarı-lacivertliler tempoyu öyle bir yükseltti ki konuk takım nefes alamaz hale gelmişti... Valbuena’nın üstün gayreti, Isla ve Hasan Ali’nin bindirmeleri, savunmanın önde basması rakibi hataya zorluyordu. Nitekim bir duran topta Serdar Aziz beraberliği getirdi. Ardından Soldado’nun golü ve devre biterken Moroziuk’un kırmızı kart görmesi
Can sıkan, yürek kabartan bir başlangıç yaptı Fenerbahçe... Haftalardır süren yanlışlar sanki katlanmış, sahadaki ne yaptığını bilmeyen 11 tur hayallerini bir anda çöpe atmıştı...
Daha 4. dakikada gelen Zenit golü savunmayı oturtamayan, futbol adına tek bir doğrusu olmayan temsilcimiz adına tehlike çanlarının erken çalmasına yol açıyordu... Uzun bir aradan sonra forma giyen Şener’in, Moses ile uyumsuzluğu, Alper’in tutukluğu, Topal-Jailson-Eljif’ten oluşan orta alanın durgunluğu, savunmada Dzyuba ile boğuşan Sadık’ın hemen her rakip hamlesinde düzenli ve sürekli olarak geç kalması turun çok da kolay olmayacağının kanıtıydı... Forvette Ayew hamlesi de fos çıkınca karamsarlık tavana vurmuştu...
Nitekim ev sahibi 37’de farkı ikiye çıkarttığında hepimiz “maç farka mı gidiyor” endişesine kapıldık... İlk iki golde de kademenin hiç olmaması, Hasan Ali’nin tüm pozisyonları iyi bir sinemasever gibi seyretmesi gerçekten düşündürücüydü...
Bu kadar olumsuz havaya rağmen devre biterken Mehmet Topal’ın olağanüstü golü Fenerbahçe’nin üzerindeki ölü toprağını bir anda attı... Üstüne bir de devre arası Alper-Tolgay değişikliği gelince karşımızda özgüveni yükselmiş, sahaya daha iyi yayılan,
Şu Fenerbahçe takımını ligde Aykut Kocaman’dan daha iyi tanıyacak tek bir hoca olamaz herhalde... “Ciğerini biliyor” derler ya tam da o işte...
Biri UEFA Avrupa Ligi olmak üzere son üç iç saha maçında bir şekilde oyunu domine etmeyi başaran Fenerbahçe, Kocaman’ın Konyaspor’u karşısında adeta düğümlendi... Hem de efsane kaptan Alex de Souza’nın düğün dernek havasına soktuğu, tribünlerin saatler önce coştuğu bir gecede...
Kadıköy’de rakibinin nereden sonuca gideceğini, nerede sıkıntı yaratacağını, nerede açıklar vereceğini adeta ezbere bilen Aykut Kocaman’ın planları 33. dakikaya kadar tıkır tıkır işliyordu. Fenerbahçe kanatlardan ne çizgiye iniyor, ne göbekten tehlike yaratıyor, ne de Konyaspor’u hataya zorluyordu. Orta sahada kilitlenen oyunu açmak için Fenerbahçe’ye en az beş çilingir gerekirdi... Bu işi sarı-lacivertli yıldızlar yerine Fırat Aydınus üstlendi...
Zuta’nın ayağını delen Skrtel’i atmak yerine Jahovic’i öyle komik bir kararla oyun dışı bıraktı ki, resmen oyunun seyrini değiştirdi... 10 kişi kalan Konyaspor, Fofana’nın Messi vari golüyle öne geçse de oyun üstünlüğünü kaybedince kalesinde de tehlikeler görmeye başladı. Isla’nın yokluğunda sağ beke geçen Dirar,
Fenerbahçe’nin Evkur Yeni Malatyaspor ve Göztepe maçlarında sahaya koyduğu enerjinin, iştahın, hırsın yarısı Kayseri’de yoktu...
İlk düdükle birlikte Jailson, Tolgay ve Mehmet Ekici üçlüsü orta sahanın kontrolünü bir türlü ele alamadılar, takım organizasyonunu sağlayamadılar. Haftalardır yerinde sayan ancak Ersun Yanal’ın gözündeki yerini hep koruyan Ayew’in yine takıma gram katkısı yoktu... Ayew kalitesindeki bir oyuncu tek bir adam geçmez mi, çizgiye inip bir orta kesmez mi, bir ikili mücadeleden de galip çıkmaz mı!.. Ne yazık ki hiçbirini göremiyoruz... Bu gidişle göremeyeceğiz de... İlk yarıda Dirar’ın çabaları da sonuçsuzdu... Soldado da kırmızı karta kadar hücumda yalnızları oynuyordu...
Tablo böyle olunca üretkenlik dibe vurdu. Ev sahibi Kayseri’nin de yakın temaslı sert futbolu sıfır pozisyonlu, kısır, tatsız tuzsuz bir ilk yarı izlememize neden oldu...
Ancak sahada Fenerbahçe’den de kötü bir isim var dı ki, maçın önüne geçmesini bildi... Çaldığı düdükler, verdiği hatalı kararlar ile kesinlikle saygıyı hak etmeyen bir Alper Ulusoy yönetimi vardı... Tolgay’a daha ilk faulünde kart gösteren Ulusoy, Mensah’ın beş faul, iki elle top kesmesini boş geçiyorsa, Şamil’in Mehmet
Fenerbahçe’nin hem sağ hem de sol kanadı, özellikle ilk yarıda çözüm üretmek yerine saklanmayı tercih etti, hatta rakip ataklarına da bir ölçüde izin vererek Antalyaspor’un ekmeğine yağ sürdü. O gevşek ve rahat tablo içinde zaten 6-7 eksikle sahaya çıkan ev sahibi 1. dakikada son adam Salih’in ayağından kaçırıp Soldado’ya bıraktığı topun dışında pozisyon vermezken, zorlanmadı bile...
Erzurumspor maçının ilk 45 dakikasındaki o yüksek tempo, Giresun’daki coşkudan sonra Ersun Yanal’ın Fenerbahçesinden yine baskılı bir giriş bekleyen herkes yanıldı... Takımın fizik güç eksikliğinden mi, yoksa puan cetvelindeki riskten mi, ya da taktik gereği mi bilinmez ama ortada, duran, top ayağına geldiğinde yavaş dolaştıran, ileride çoğalmayan, çizgileri hiç kullanmayan havası kaçmış bir Fenerbahçe vardı...
Aslında bu görüntüye sezon başından bu yana alışıktık da, bizi şaşırtan bir Yanal takımının bu kadar isteksiz ve arzusuz oynamasıydı...
Valbuena’nın yokluğunda Benzia’nın hareketsiz, pasif futbolu, Mehmet Ekici’nin oyunu iyi okuyamaması, Mehmet Topal ve Eljif’in ileriye destek vermemesi, Ayew’in etkisizliği üretken olmayı zaten engelliyordu... Pas trafiğini kuramayan Fenerbahçe bu nedenle