Tarihin ışığında ülkelerin hayatlarında zaman içerisinde büyük değişiklikler meydana gelmiştir. Yirminci yüzyılın başlarında sanayileşmenin etkisiyle de Batı sömürgeciliği’nin en son ele geçireceği topraklar Osmanlı İmparatorluğu’nun hakimiyeti altında bulunan Arap ve Türk topraklarıydı. Osmanlı İmparatorluğu 1911’den 1918’e kadar önce İtalyanlara, sonra Balkan Devletleri’ne, daha sonrasında ise Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu-İtalya’dan oluşan İtilaf devletleri grubunda Batı İttifakı Devletleri’ne karşı hemen hemen kesintisiz savaşmıştı. Çanakkale ve Gelibolu’da deniz ve karada büyük zaferler kazanmış olmasına rağmen müttefik olduğu devletler mağlup olunca Birinci Dünya Harbi’nden de yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu, 30 Ekim 1918 yılında imzaladığı Mondros Mütarekesi ile fiilen sona eriyordu.
Tarihin akışını seziyordu
Mütarekenin çok ciddi hükümleri içermesi, daha sonra imzalatılmaya çalışılacak olan anlaşma şartlarının ağır olacağının bir işareti olduğu kadar asıl amacın Osman Gazi’nin de, Cengiz Han ve Attila gibi bir avuç insanla kurduğu ve 600 yıllık geçmişi olan Osmanlı topraklarının paylaşılması ve Türk milletinin esirliğinin kararlaştırılmasıydı. Galip devletler o günün şartlarında İstanbul dahil olmak üzere Türk topraklarına yerleşiyor, ordunun silahsızlanması sağlanıyor, donanma etkisizleştiriliyor, Yunan askerleri de İzmir’e çıkartılıyordu. Batı’nın uygulamaya koymaya çalıştığı bu sömürge düzenini yıkmak için yapılan İstiklal mücadelesini o günün şartlarında Birinci Dünya Savaşı’nın galip devletlerine karşı vermenin 1919 yılında umutsuz bir vaka olarak düşünülmesi de yadsınılmaz bir gerçek olsa gerek. Mustafa Kemal, askerlik anlamında en üstün düzeye ulaştığı bu yıl da büyük zekasıyla tarihin akışını seziyor, ona hız kazandırmış oluyor, yeni ve tümüyle bağımsız bir Türk Devleti’nin yaratılması şartlarını oluşturma gayreti içerisine giriyordu. Mustafa Kemal kaleme aldığı Nutuk adlı eserinde,
“Osmanlı ülkeleri bütün bütüne parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk’ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son sorun, bunun da paylaşılmasını sağlamak için uğraşılmaktan başka bir şey değildi. Osmanlı Devleti, onun bağımsızlığı, padişah, halife, hükûmet, bunların hepsi anlamını yitirmiş birtakım anlamsız sözlerdi.
Neyin ve kimin dokunulmazlığı için kimden ve ne gibi yardım istemek düşünülüyordu? Öyleyse sağlam ve gerçek karar ne olabilirdi? Baylar, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da ulus egemenliğine dayanan, tam bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak. Ben 1919 senesi içinde Samsun’a çıktığım gün elimde maddi bir kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk Milleti’nin asaletinden doğan ve vicdanımı dolduran yüksek ve manevi bir kuvvet vardı. İşte ben bu milli kuvvete, bu Türk Milleti’ne güvenerek işe başladım. İşte, daha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladığımız karar, bu karar olmuştur” diyerek düşüncesini net bir şekilde ortaya koyuyordu.
İmkânsızı mümkün kıldı
Mustafa Kemal bu kararını gerçekleştirmek üzere; gemi kaptanı dışında 18 askerle birlikte Türk tarihinin en önemli gemilerinden biri olan Bandırma Vapuru’yla İstanbul’dan hareket ederek mili mücadelede Anadolu’nun Karadeniz’de dışa açılan penceresi olan Samsun’a 19 Mayıs 1919 tarihinde varıyordu. Milli mücadelenin ve Türk kurtuluş hareketinin başladığı tarih olan bu tarihte, Türk halkı ulusal bağımsızlığını elde etmek için yiğitçe dövüşerek Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde emperyalizmi de reddecek şekilde büyük bir irade ortaya koymuş oluyor ve geri kalmış doğu ülkelerine örnek olacak şekilde bir avuç insanla çıktığı yolculuğunun sonunda Türkiye Cumhuriyeti’nin temel taşlarını oluşturuyordu. Türk Milleti’nin ulus olma kaderini değiştiren, esaretten tam bağımsızlığa geçişini sağlayan milli mücadelenin başlangıcında imkansızı mümküne çevirerek yok edilmeye çalışılan bir ulusun dirilişinin ve özgürlüğünün simgesi olan ulu önder Atatürk, doğum günüm dediği Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı olan 19 Mayıs 1919’u Türk gençliğine armağan ederken“...Her şey unutulur. Fakat biz her şeyi gençliğe bırakacağız. O gençlik ki hiçbir şeyi unutmayacaktır. Geleceğin ümidi ışık saçan çiçekleri onlardır. Bütün ümidim gençliktedir” diyerek onlara olan güvenini göstermeye çalışıyordu.
Bugün de bizlere düşen en önemli görev, Çanakkale’yi İstiklal harbini kazanan ruhu korumak ve bu bilinci genç nesillere aktararak Türkiye Cumhuriyeti’ni sonsuza kadar yaşatmak olduğunu her daim hatırlatmak olmalıdır.
İsmet Hergünşen (Emekli Deniz Kurmay Albay)