Mustafa Kemal’in askeri açıdan çok başarılı bir komutan ve bir kurmay subay olduğunu aldığı askeri eğitim ve vatan topraklarını savunurken edindiği birikim ve deneyimlerden dolayı rahatlıkla anlayabiliriz. Osmanlı’nın kurmuş olduğu Batı standartlarında eğitim veren en iyi askeri okullarında, iyi yetişmiş komutanlardan ders aldı ve onların ellerinde yoğruldu. Akabinde çok genç yaşta ülkenin dört bir yanında sahada fiili olarak savaşarak hizmet verdi ve ayak basmadık yer bırakmadı.
Önce Çanakkale’de kendini ispat etti. Daha sonra da 26 Ağustos günü dehasını ortaya koydu.
Ancak bana göre Mustafa Kemal’in esas büyüklüğü ve dehası Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kurulmasını sağlayan yol ve yöntemde görülmektedir.
Suriye cephesinden İstanbul’a geldiği 13 Kasım 1918 günü, Avrupa yakasına geçmek için, Haydarpaşa’dan bindiği Kartal istimbotunda, İstanbul’u işgale gelmiş İngiliz donanmasını gördüğünde söylediği “Geldikleri gibi giderler” sözü aslında Türkiye’nin kurtuluşuna olan inancın ve bu kurtuluşu gerçekleştireceğine olan öz güvenin ifadesidir
13 Kasım ile Samsun’a gittiği 16 Mayıs 1919 tarihleri arasındaki altı aylık süre, Milli Mücadele’nin nasıl başlayacağının, nasıl yürütülüp ve sonuçlanacağının hazırlandığı, planlandığı bir dönem olmuştur.
19 Mayıs 1919’da Samsun’a direniş için çıkan bir Paşa hem de şöhretli bir Paşa normalde bir direnişi nasıl başlatır? Tabii ki önce hemen bir ordu oluşturup askeri harekâta geçen bir asker olarak başlatır.
Mustafa Kemal ise kimsenin aklına gelmeyecek bir şekilde, yalnız vatanı işgalden kurtarmayı değil, ileride oluşturacağı Türkiye Cumhuriyeti’ni düşünüyordu ve bundan dolayıdır ki direniş askeri olmaktan ziyade bütün ülkeyi kapsayacak bir siyasi yapılaşmayla başlamıştır
Bu anlayışın sonucu olarak, tarihte hiç görülmedik bir şekilde Erzurum Kongresi’nden önce askerlik görevinden istifa etmiş ve mücadeleyi sivil bir önder olarak yürütmüştür.
Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışını takiben başlayan sivil harekâtlar sırasıyla
Havza Genelgesi (28 Mayıs)
Amasya Genelgesi (22 Haziran)
Erzurum Kongresi (23 Temmuz - 7 Ağustos)
Balıkesir Alaşehir Kongreleri (26 Temmuz - 25 Ağustos)
Sivas Kongresi (4 - 11 Eylül)
Ülke çapında oluşturulan Redd-i İlhak ve Müdafaa-i Hukuk cemiyetleri gibi oluşumlar, Erzurum ve Sivas kongre delegelerini bu cemiyetlerin seçmesi yeni Türkiye’nin temelini oluşturacak olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk işaretleridir.
Başta İstiklal Savaşı gazisi dedemden, okullarda öğretilen tarihten, çevrem ve aileden Mustafa Kemal Atatürk’ü hep asker-subay yönüyle tanıdık. Ancak siyasi hayata atıldıktan sonra esas dehasının askerlikte değil siyasette olduğunu fark ettim.
Hayatının tümü askerlikte ve savaşlarda geçmiş, hiçbir siyasi eğitim almamış, ciddi bir siyasi deneyim yaşamamış, Avrupa’nın siyasi yapısı içinde bulunmamış biri olarak, önce Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kurulmasıyla başlayan serüvenin, hassas ve şaşmaz bir şekilde, laik bir hukuk devletiyle sonuçlanmasının başarısı Mustafa Kemal Atatürk’ün esas büyük yanını ve dehasını teşkil eder.
Düşünün, oluşturduğu ordunun başına geçebilmek için alabilmek için, o kurduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden izin almak için ter döker. Bu tarihte son derece ender görülen, hatta örneği olmayan bir durumdur.
TBMM kurulduktan sonra milletvekilliği ile subaylığı birlikte yürüten arkadaşlarına tercih yapmaları söyler. Ya Meclis ya ordu der. Her şeyiyle bir asker olmasına rağmen ‘’En büyük eserim Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir’’ diyerek sivil yönetime olan inancını vurgular.
Atatürk’ün adeta bir vasiyeti diyebileceğimiz bu kurala darbe dönemi generaller de uyar, Cemal Gürsel ve Kenan Evren paşalar Cumhurbaşkanı seçildikten sonra üniformayı bırakırlar.
Tarih bize önce silahla gücün elde edildiğini, sonra da bu silahlı güce, yani orduya dayalı olarak bir sivil yapı oluşturulduğunu gösteriyor (İspanya iç savaşı sonunda General Franco’nun İspanya’yı asker olarak yönetmesi), ya da siyaset yoluyla iktidarın başına gelenlerin subay üniforması giyerek gücünü ispat etmeye çalışması gibi (general üniforması meraklısı Mussolini, Hitler, Stalin ve diğerleri)
Mustafa Kemal, hiçbir zaman şahsi geleceğini düşünerek hareket etmedi. Her yaptığını yalnız ve yalnız Türk milleti ve onun geleceği için yaptı. Kalkıp, o dönem için, iktidarda kalmanın en kolayını yani, yeni Padişah Mustafa Kemal yolunu seçmedi ya da Mussolini’nin başlatmış olduğu bir faşizme, İstiklal Savaşı’nda bize yardım etmiş olmalarına rağmen bir Sovyet veya Bolşevik sistemine de gitmedi.
Cumhuriyet, tamamen çağdaş hukuka dayalı, ileriye yönelik demokrasi yolunu hazırlayan ve toplumu o yola yönlendiren bir rejim olarak gelişti. Onun için Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin dünya siyasi tarihinde kuruluşu itibarıyla apayrı bir yerinin olduğunu özellikle bilmemiz gerekir ve ona göre sahip çıkmamız gerekir.