Düşünenlerin Düşüncesi

Düşünenlerin Düşüncesi

dusunce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

FERİDUN?ANDAÇ
1954’te Erzurum’da doğdu. Yükseköğrenimini MÜ Eğitim Fakültesi’nde tamamladı. İÜ Edebiyat Fakültesi’nde yüksek lisans yaptı. Edebiyat ve karşılaştırmalı edebiyat dersleri verdi. İnceleme, araştırma ve deneme çalışmalarının yanı sıra yazdığı öyküleri ve gezi yazıları çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlandı. Bu alanlarda yayımlanan birçok kitabı olan Andaç, üniversitelerde görev yaptı, özel kurumlarda alanı ile ilgili yöneticilik görevlerinde bulundu. 2002 yılından itibaren Dünya Kitapları‘nın yayın yönetmenliğini üstlendi; edebiyat/kültür/sanat/tarih alanında ikiyüzün üzerinde özgün kitabın yayımını yaptı. Çeşitli ulusal gazetelerde sürekli yazılar yazan Andaç, Marmara Üniversitesi İletişim ve Güzel Sanatlar fakültelerinde ve Doğuş Üniversitesi’nde ders verdi.

Doğrusu merak ederim günümüzde temel eğitim üzerine yapılan tartışmalardan ne gibi sonuçlar çıkardı yasa koyucular, bir anlamda siyasiler; eğitimbilimciler ise neleri gündemleştirdiler...
Amaç/sonuç ilişkisi midir öncelenen yoksa “iyi insan” yetiştirmenin koşullarını yaratmak mıdır?
Tartışmalar bir sonuç yaratmadığı gibi, uygulamadaki eksik/aksaklıklar bence daha çok şunu gösterdi: Yapılacak bir eğitim reformunun öncelikle eğitimci yetiştiren insanı eğitmekle başlaması gereği ve bunu gerçekleştiremediğiniz sürece atılacak her adımın sadece bir yapboz hamlesi kadar kalıcı olabileceği.
Bugün üniversiteye gelen on öğrenciden ancak bir ikisi hümanizma düşüncesinden, edebiyat ve sanattan haberdar. Bunun bir yanı şudur; müfredatlar gereği derslerde anılan konular, sözü edilen adlar bağlamında ezberletilen bilgilerle “evet”/”hayır”cı bir bakışın egemenliği; diğer yanı ise öğretmenlerin donanımsızlığının bu gençler üzerindeki yansımaları.
Sanattan, bilimden, edebiyattan bihaber öğretmen karşısına aldığı öğrenciye ne aktarabilir?
Oysa ruhun eğitimi için alınan gıdadır bunlar. Bir öğrenci ne kadar erken yaşlarda hümanizma düşüncesiyle tanışırsa, “düşünen insan” olmaya da adım atmanın o ölçüde önünü açar.

REFORM YAPILMADI
Günümüzün eğitim sistemi üzerindeki tartışmaların dineceğini beklemek gibi, YÖK ve dershaneler açmazına kilitlenen bir “model” arayışından “yenilikçi” bir açılımın çıkabileceğini düşünmek ham hayaldir, bence!
Neden mi?
Kısaca anlatalım:
Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretim Birliği Yasası) 3 Mart 1924’te çıkarılmıştı. 90 yılda geldiğimiz noktada bu yasal çerçeve 1961 ve 1982 anayasalarında bir iki rötuşlanmıştı. Ama eğitimde temel bir reformu yapabilecek adım atılamamıştı.
Çağdaşlaşmayı değişim dönüşüm yenileşme olarak algılayamayan “statüko” bir zaman sonra kendi engelini yarattığı gibi; aydınlanma karşıtlarına da ödün vererek bu birliğin gücünü kıran uygulamaların önünü açmıştır.
Pragmatik, hatta zaman zaman da Makyavelistçe davranarak teoloji eğitimi yerine “imam hatip”liği bir eğitim modeli olarak hayatımıza yerleştirmiştir.
Oysa laik bir ülkede devlet dinle uğraşmaz. Bilimsel düşüncenin, aklın egemen olacağı bir eğitimin hayata geçirilmesinin ekonomik sosyal koşullarını oluşturur.
Bu çaba, bir süre sonra, siyaset arenasına çıkanların “arka bahçemiz” olarak nitelendirileceği bir zihniyetin mecrasına dönüştü.
Hatırlayalım Serbest Fırka deneyimindeki Mustafa Kemal’in kaygısını: Din, politikaya alet edilerek halkın cehaletinden yararlanmak isteniyor, saf duygular istismar ediliyor. Yani, din ve Tanrı yoluyla siyaset arenaya iniyor.
Sanırım Türkiye’nin eğitim açmazı tarihten beri yaşanagelen ikilemlerden, Cumhuriyet Türkiyesi’nin siyasi aktörlerinin de güdümlü siyaseti öne almalarından kaynaklanır.

YAP-BOZ ANLAYIŞI
“28 Şubat” süreci laiklik tartışmalarıyla birlikte “temel eğitim”in nasıl olacağını da gündeme taşımıştı. Sekiz yıllık temel eğitim formülü o günlerin ürünü.
Andığımız siyasi yönelim bunun bir rövanşı olarak 4+4+4 eğitim sistemini uygulamaya sokarak, eğitim-öğretimin domino taşları gibi oynanabilecek bir model olduğunu tarihe yazdı.
Sanayi ve endüstri devrimini yapamamış, aydınlanmasını gerçekleştirememiş bir ülkenin öncü sermaye grubu ise sürekli model üretmekle meşgul bu arada. Alternatif ders kitapları, programlar yaratarak vicdan sağaltmasına gitmekte.
Bilinmeli ki, bir ülkede eğitim öğretimin nasıl olacağını belirleyen ekonomik ivmesi, büyüme oranı, dengeli gelir dağılımıdır. Bunu göz ardı eden siyasi ve ekonomik aktörlerin günlük siyaseti/gündemi önceleyerek kararlar alıp adımlar atması ne yazık ki süreklilik yerine yap-boz anlayışını getirmiştir.
Kuşkusuz bu zihniyet bugünün sorunu değil, Türkiye’nin öteden beri süregelen çağdaşlaşamama sorununun bir yansımasıdır.
Ünlü Latin düşünür Petrarca (1304-1374), yaşadığı çağı sürekli eleştirenlerdendi. İçinde olduğu zamanın yozlaşmış ruhu, hoyratlığı, cahilliği, bayağılığı onun canını çok sıkmış olmalı ki, dönemin eğitim müfredatına Yunan ve Latin dili ve edebiyatlarının öğretiminin yanı sıra “beşeri bilimler”i dahil etmeyi görev bilerek çağdaşı Giovanni Boccacio, Coluccio Salutati gibi aydınları harekete geçirir.

AYDIN SORUMSUZLUĞU
Doğrusu, bugün merak eder dururum; şu “model”ler tartışılıp ederken, yeni anayasa çalışmaları da nihai bir yere varırken; felsefeden, edebiyattan, sanattan bihaber insanları yetiştirmek için kollarını sıvayanlar karşısında bu ülkenin aydınları/yazarları/sanatçıları kendi kıyılarında bekleşmeyi acaba nasıl içlerine sindirebiliyorlar?
Sanırım, “diriliş” fikri en çok bugün gerekli bizlere. Petrarca’nın çağından yansıyan sese kulak verince gözlenen de budur sevgili okurum.