Prof. Dr. Umut Özkırımlı
CHP milletvekili Birgül Ayman Güler’in Türkiye’nin altına imza attığı bazı uluslararası sözleşmelere göre rahatlıkla “nefret suçu” kapsamında değerlendirilebilecek olan “(bana) Türk ulusuyla Kürt milliyetini eşit, eş değerde gördüremezsiniz” sözlerinin ardından Türkiye yeniden milliyetçiliği tartışmaya başladı. Yerimiz dar; vakit kaybetmeden gündemdeki bazı soruları yanıtlamaya calışalım.
1. “Türk” etnik bir kimlik midir? Bu soruyu yanıtlamak için Güler’in atıfta bulunduğu “ bilimsel kavramlara” başvurmaya gerek yok. 1932’de Atatürk’ün talimatıyla kurulan Türk Dil Kurumu’nun ‘Güncel Türkçe Sözlüğü’ “etnik” terimini “kavimle ilgili, budunsal, kavmi” olarak tanımlıyor. “Budun” teriminin karşılığını “kavim” ve “ulus, millet”, “ millet” in karşılığını ise “Çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğu, ulus” olarak veriyor. Dolayısıyla devletin resmi organı TDK’nın “etnik” sıfatı tanımına göre bile “Türk” etnik kimliktir.
ATATÜRK’ÜN NOTLARI
2. Peki “Türk” terimi bir ırkı ifade eder mi? Cumhuriyetin ilk yıllarında, evet. Atatürk’ün notlarını içeren, daha sonra Afet İnan tarafından ‘Vatandaş için Medeni Bilgiler’ adıyla kitaplaştırılan çalışmada Türk milletinin oluşumunda etkili olan “tabii ve tarihi vakialar” arasında “siyasi varlıkta birlik, dil birliği, yurt birliği, ırk ve menşe birliği , tarihi karabet (yakınlık, hısımlık, akrabalık), ahlaki karabet sayılır. Yani Atatürk’ün kendi el yazısıyla yayımlanan Türk milleti tanımı, ırk ve menşe birliğini de içerir. Öte yandan yirminci yuzyılın ikinci yarısından itibaren tarihsel konjonktürün de etkisiyle, kan bağına dayalı ırkçılık tanımları, yani kafatasçılık, yerini kültürel tanımlara bırakır. Etnisite kavramının kullanıma sokulması da aynı döneme rastlar. Bu bağlamda etnisite istisnalar dışında ırkı, kan bağını ifade etmez; ama kültürü içerir. Nitekim CHP programları da Atatürk’ün yukarıdaki tanımını yok sayar, yine aynı kitapta yer alan “bir harstan (kültürden) olan insanlardan mürekkep cemiyet” tanımını kullanır.
3. Türk etnik bir terimse, etnisite de kültürel birliği ifade ediyorsa Güler ırkçılıkla suçlanabilir mi? Kafatasçılık anlamında ırkçılıkla suçlanamaz, hayır. Ama yukarıda da belirtildiği gibi, günümüz dunyasında kan bağına dayalı ırkçılık zaten marjinalleşmiştir. “Türk ulusu” ile “Kürt milliyeti” eşit değildir sözleri, sözde-bilimsel cambazlıkları bir kenara bırakacak olursak, Türklerle Kürtler arasında bir hiyerarşi kurmakta, Türk kimliğinin Kürt kimliğinden üstün olduğunu ima etmektedir. Bu anlamda etnik kimliğe dayalı ayrımcılığın (lafı dolandırmayalim, kültürel ırkçılığın) açık bir örneğidir. Kürt kimliğini aşağı, hor görme eğiliminin Güler’e özga olmadığı, Haluk Koç’un “Öo kaba Türkceleriyle” nitelemesiyle bir kez daha ortaya çıkmıştır. Kaldı ki bugün “ulusalcı” kanat diye nitelenen grubu CHP’ye davet eden (ve onları partide tutan) Deniz Baykal değil, “yenilikçi” Kemal Kılıçdaroğlu’dur.
SİNOP VE SAMSUN...
4. CHP’yi yeterince konustuk; ya Sinop’ta, Samsun’da olanlar? Tam da bu yüzden ve maalesef CHP’yi bir kenara bırakamıyoruz. Milliyetçilik, farklı biçimlerde tezahür etse de bu coğrafyanın en belirleyici özelliği; AKP’den CHP’ye, MHP’den BDP’ye tüm siyasi aktörlerin ortak paydası. Sünni ile Alevi’yi, Türkle Kürt’ü birleştiren belki de tek unsur. Herkes milliyetçilik ateşini körükleyince ara ara ateşin harlanması, alevlerin yangına dönüşmesi de kaçınılmaz oluyor. Biri kalkıyor, internetten okuduklarına inanarak gidip Türkiye’nin önde gelen değerlerinden birini acımasızca katlediyor; bir baskaşı galeyana gelip BDP’lileri linç etmeye giden gruba katılıyor. Kısaca, söylenen hiçbir söz boşa gitmiyor, yerini buluyor (ne demek istediğimi merak edenler Birgül Ayman Güler’in “resmi” facebook sayfasına göz atabilir). Sonra bir anda herkes milliyetçilik konuşmaya, milliyetçilik üzerine yazmaya başlıyor. Birkaç ay geçiyor, unutuyoruz. Birileri cıkıp yeniden ateşi körükleyene kadar.
Son söz: Son derece kritik bir dönemden geçiyoruz. Çoktan bir gangrene dönüşmüş olan “Kürt sorununun” çözülmesi yönünde adımlar atılıyor. Sonucun ne olacağını henüz bilmiyoruz, ama çözüm sürecinin zorlu, sancılı olacağını biliyoruz. Böyle bir dönemde siyasi sorumluluğu olan herkesin bir şey söylemeden önce beş kere düşünmesi, sözlerinin nerelere varabileceğini hesaplaması gerekiyor. Milliyetçilik ateşinden kurtulacağımız yok; hiç olmazsa ateşe körükle gitmeyelim.