Düşünenlerin Düşüncesi

Düşünenlerin Düşüncesi

dusunce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İsmail Özcan

Taassupla mücadele eden bir aydın: Amin Maalouf


Kastamonu’da doğdu. 1970 yılında İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu ve öğretmen olarak göreve başladı. İstanbul’un resmi ve özel ortaöğretim kurumlarında 41 yıl fiilen öğretmenlik yaptıktan sonra emekli oldu.

Amin Maalouf, Lübnanlı bir Hıristiyan Arap. 1976’da Fransa’ya yerleşip Fransız vatandaşlığını seçmiş. Eserlerini Fransızca yazıyor. Yazar Türkiye’de daha çok “Semerkant”, “Doğunun Limanları” “Afrikalı Leo” gibi romanlarıyla tanınıyor. “Ölümcül Kimlikler”, “Çivisi Çıkmış Dünya” adlı kitapları onun çağdaş dünyanın etnik, dinsel, siyasal ve toplumsal sorunları üzerine yetkin ve ufuk açıcı denemelerinden oluşuyor. Yazar bu alanda da çok birikimli, çok donanımlı. Akılcı, sağduyulu analizler yapıyor ve okuyucuyu ikna eden saptamalarda bulunuyor. Entelektüel kimliği, romancı kimliğinin asla gölgesinde kalmıyor.
Amin Maalouf’un denemelerinin toplandığı ilk kitabı olan “Ölümcül Kimlikler”in dilimizdeki ilk baskısı 2000’de yapılmış. Bizim okuduğumuz 2002’de yapılmış 2. baskısı. Söz konusu kitap şu anda 43. baskıya ulaşmış durumda. Bu demektir ki bugüne kadar her yıl ortalama üç defa basılmış. Bu, onun önemini, değerini ve insanlığın barışı, kardeşliği için verdiği güçlü mesajı birçok okurun, aydının fark etmiş olduğunun ve rolünü hızla yerine getirdiğinin kanıtıdır. Gönül ister ki bütün devlet adamları,bütün aydınlar, akademisyenler, yaşadıkları ülkede söz ve fikir sahibi olan herkes bu kitabı okusun.
Aidiyetten oluşmaz
“Ölümcül Kimlikler”, özellikle 20. Yüzyılın 2. yarısından bu yana çeşitli toplumların içinde ve toplumlar arasında süregelen gerginliklerin, kinlerin, düşmanlıkların ve bunların sebep olduğu bölgesel ve toplumlar arası çatışma ve savaşların hayranlık uyandırıcı bir nesnellikle yorumunu yapıyor. Yazara göre kimlik üzerinden siyaset; bireyleri, etnik ve dinsel azınlıkları kışkırtmanın; ölmeyi ve öldürmeyi meşrulaştırmanın en kestirme aracıdır. Kimlik üzerinden siyasetin zemini ve temel gerekçesi ise kimliklerin baskı altında tutulması, kendini ifadeye izin verilmemesi, ya da itilip kakılması, aşağılanmasıdır.
Yine yazara göre kimlik denen şey asla tek bir aidiyetten oluşmaz. Ne ırk, ne din, ne dil, ne coğrafya tek başına kimlik teşkil etmez. Kimlik bir mozaik gibidir, çeşitli renk ve şekillerden oluşan karmaşık bir mekanizmadır. Hangi aidiyetin öne çıkacağı, temel kimlik olacağı ortam ve koşullara göre değişir. İnsanlar en fazla saldırıya uğrayan aidiyetlerini temel kimlik olarak kabul etmeye, kendilerini onun üzerinden tanımlamaya eğilimlidirler. Saldırıya uğrayan diniyse, kimliğini diniyle, ulusal aidiyeti ise etnik mensubiyetiyle, sınıfsal aidiyeti ise mensup olduğu sınıfla özdeşleştirir. 1980’lere kadar kendilerini Yugoslav olarak tanımlayan Boşnakların 1990’larda Müslüman olarak tanımlaması bu nedenledir.
Yazarın çağdaş dünyanın bazı toplumlarında kin, düşmanlık, kavga ve çatışma nedeni olan problemlere bakışı ve yaklaşımı olabildiğince objektif. Bütün anlaşmazlıklarda, uzlaşmazlıklarda en büyük etken olan önyargıdan olabildiğince arınmış. Sadece iğneyi değil, sırasında çuvaldızı bile kendine batırabiliyor. Bir Hıristiyan olarak Hıristiyanlığa da ciddi eleştiriler yöneltmekten kaçınmıyor.
Bugün bilindiği üzere AB ülkelerinde ve ABD’de her geçen gün yükselen bir İslamofobi salgını var. Amin Maalouf, çok iyi bilinen tarihi örneklerle İslamofobinin haksızlığını ve yanlışlığını ortaya koyuyor.
‘Üzüntü duyuyorum’
“Ben, pek çokları gibi Müslüman dünyasında gördüklerim ve duyduklarım karşısında ürküntüye kapılıyorum. Ama olanların İslam’ın doğasına uygun olduğunu ve bunun değişmeyeceğini ilan etmekten pek memnun olmuşa benzeyenler karşısında üzüntü duyuyorum.”
Hiçbir din hoşgörüsüzlükten soyutlanmış değildir, ama iki ‘rakip’ dinin bir bilançosu yapılacak olsa İslam hiç de fena görünmez. Eğer atalarım, Müslüman orduları tarafından fethedilen bir ülkede Hıristiyan olmak yerine, Hıristiyanlar tarafından fethedilen bir ülkede Müslüman olsalardı, onların inançlarını koruyarak on dört yüzyıl köy ve kentlerinde yaşamaya devam edebileceklerini sanmıyorum. İspanya’daki Müslümanlara ne oldu? Ya Sicilya’daki Müslümanlara? Yok oldular, tek kişi kalmamacasına katledildiler, sürgüne zorlandılar, ya da cebren Hıristiyan edildiler.” (s. 50).
Amin Maalouf kitabında baştan sona toptancı yaklaşımlardan, genellemelerden, taraflı akıl yürütmelerden uzak durmaya çalışıyor ve bunu başarıyor. Onun şu cümleleri bize göre günümüzde ödünsüz bir şekilde eşitlikçi ve özgürlükçü her insanın özleminin bir ifadesidir:
“Ben Müslümanlık tarihi boyunca uzun bir yan yana birlikte yaşama ve hoşgörü uygulamasının var olduğunu saptıyorum. Hoşgörünün beni tatmin etmediğini hemen eklemek istiyorum. Ben hoş görülmeyi arzu etmiyorum. İnançlarım ne olursa olsun her türlü hakka sahip bir yurttaş olarak görülmek istiyorum.” (s. 50).
Amin Maalouf geçmişte de, günümüzde de eşine ve benzerine çok az rastlanacak kalitede eşitlikçi, özgürlükçü, Doğulu ve Batılı anlamını kapsayıcı şekilde hümanist bir düşünür ve yazar. Günümüzün en büyük ihtiyacı, bu kalitede aydınların sayılarının artması ve etkili bir güç oluşturabilmesidir.