Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU
1984’te Giresun’da doğdu. Lisans öğretimini Doğuş Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde burslu olarak tamamlayan Tüysüzoğlu 2008’de Kadir Has Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler ve Küreselleşme yüksek lisansı yaptı. Tüysüzoğlu 2012 yılında İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde doktorasını tamamladı. Bir süre İstanbul Aydın Üniversitesi’nde Öğr. Gör. olarak da çalışan Tüysüzoğlu, Giresun Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde çalışmaktadır. Çeşitli ulusal ve yerel gazetelerde yayımlanmış çok sayıda makale ve değerlendirme yazısı bulunan Tüysüzoğlu iyi seviyede İngilizce bilmektedir.
Guta’da düzenlenen saldırıyı kimin düzenlemiş olduğu hususu halen açıklığa kavuşturulabilmiş değildir. Zira BM denetçilerinin kimyasal/biyolojik silah incelemesi için Suriye’de olduğu bir sırada, Obama Yönetimi’nin Suriye’ye yönelik bir saldırı için açıklamış olduğu kırmızı çizginin aşılması anlamına gelecek bir kimyasal silah saldırısının Esad yönetimi tarafından gerçekleştirilmiş olması çok da mantıklı görünmemektedir. Suriye Yönetimi’nin, kendisine yönelik bir saldırı gerçekleştirme konusunda oldukça isteksiz olan ABD’yi doğrudan üzerine çekecek olan böyle bir saldırıyı gerçekleştirme riskini alma ihtimali oldukça düşüktür. Suriye Yönetimi’nin hemen her ortamda savunucusu olan Rusya’nın dahi elini kolunu bağlayacak bir girişim olan kimyasal silah saldırısı, Esad’ın mevcut konjonktürde alabileceği bir risk değildir.
ABD başta olmak üzere Esad karşıtı olan birçok aktörün, Esad sonrası Suriye’sinde El Nusra üzerinden El Kaide etkinliğinin kurgulanabileceği endişesi içerisinde olması, kimyasal saldırı gerçekleşene değin askeri operasyon ihtimalini her daim düşük bir seviyede tutmuştur.
ABD’NİN SORUMLULUĞU
Bu çerçevede, Guta’da düzenlenen kimyasal saldırı değerlendirildiğinde, Esad rejimine karşı askeri bir operasyon düzenlenmesini isteyen El Nusra-El Kaide cephesi ve onlara destek veren aktörlerin, Obama’nın açıklamış olduğu kırmızı çizginin aşıldığı izlenimi verebilmek ve Esad karşıtı operasyonu başlatabilmek için masum insanlara saldırı riskini alabileceği de bir sır değildir.
Nitekim bu örgütlerin elinde kimyasal silah olarak kullanılabilecek maddelerin olduğu, birkaç ay önce El Nusra üyesi olduğu ifade edilen 12 kişinin “sarin gazı” ile birlikte Türkiye’de yakalanması örneğinden de anlaşılabilmektedir. Ne var ki, Esad yönetiminin kendi halkına karşı konvansiyonel silahlarla da olsa katliamlar düzenleme cüretini göstermesi ve özellikle 1982 yılında baba Esad döneminde Hama’da Sünnilere karşı girişilen büyük çaplı katliam, şüphelerin Esad yönetimi üzerinde toplanması noktasında oldukça etkin birer faktör olarak görülebilmektedir. Guta’daki saldırı sonrası BM denetçilerine bölgede araştırma yapabilmeleri için gerekli iznin saldırıdan 4 gün sonra verilmiş olması, Esad yönetiminin kanıtları ortadan kaldırmak için zaman kazandığına dair bir kanının oluşmasını beraberinde getirmiştir.
Guta saldırısı, ABD’yi Suriye’ye yönelik tutumunu değiştirmek zorunda bırakmıştır. Obama’nın kimyasal saldırıyı daha önce “kırmızı çizgisi” olarak ilan etmiş olması ve saldırının ABD yönetimine yüklediği ahlaki sorumluluk operasyonu meşrulaştıran faktörlerdir. Obama, daha önce ilan etmiş olduğu kırmızı çizginin aşılmış olması sonrası, harekete geçmediği takdirde uluslararası konumunun sarsılacağının farkındadır. Ancak Esad sonrasında, Suriye’de, kendisi ile işbirliği içerisinde olabilecek bir yönetimin oluşması ihtimalini düşük gördüğü için geniş çaplı bir kara operasyonunu arzulamamaktadır. Bu bağlamda, Esad’ı cezalandırmaya yönelik, kendi sistemsel rolünün altını çizecek ve ahlaki sorumluluğunu yerine getirdiğini gösterecek sınırlı bir hava operasyonu Obama Yönetimi’nin de işine gelmektedir. Hava operasyonunu destekleyen diğer önemli aktörler ise Esad Yönetimi’nin İran ile olan müttefikliğine ve Suriye özelindeki İran etkinliğine karşı çıkan Suudi Arabistan ile Katar gibi Körfez ülkeleri ile uluslararası sistemin işleyişini yakından ilgilendiren meselelerde ABD ile birlikte hareket eden İngiltere ve Fransa’dır. İsrail ise Esad sonrası Suriye’sinde El Kaide etkinliğinin artmasından endişe etmesi ve Esad’ın kendisi için çok daha öngörülebilir bir aktör olması gibi nedenlerle çekimser bir tutum sergilemektedir. Ancak Guta’daki kimyasal saldırı sonrası ABD’nin hava operasyonu seçeneğine yönelmesi, İsrail’i de ABD’ye destek vermeye itmektedir. İsrail’in en önemli güvenlik endişelerini oluşturan İran ve Hizbullah’ın Suriye yönetimine destek vermesi de bu aktörlerin Suriye’den soyutlanabilmesini ve İran’ın bölgesel etkinliğinin kısıtlanabilmesini hedefleyen İsrail’in işine gelmektedir.
RUSYA’NIN TAVRI
Suriye Yönetimi’nin en önemli destekçisi olan Rusya ise, Obama’nın ilan ettiği kırmızı çizgilerin aşıldığının ve uluslararası toplumda Esad karşıtı büyük bir tepki dalgasının yayıldığının bilincindedir. Ne var ki, Rusya, ABD ve müttefiklerinin Esad sonrasını öngöremediklerini gördüğü ve El Nusra-El Kaide birlikteliğinden rahatsız olduklarını bildiği için, kimyasal saldırı sonrası büyük çaplı bir operasyon beklememektedir. Rusya, kısa süreli ve havadan gerçekleştirilmesi planlanan operasyonun Esad’ı deviremeyeceğini gördüğünden ve uluslararası toplum çerçevesinde teşkilatlanan Esad karşıtı nefret dalgasının biraz olsun sönmesi gerektiğini düşündüğünden olsa gerek, operasyona karşı çok ciddi bir direnç göstermemektedir. Nitekim Rusya, kendi vatandaşlarını Suriye’den tahliye etmiş ve Dışişleri Bakanı Lavrov da “Rusya’nın hiçbir ülke için savaşmayacağını” ilan ederek hava operasyonunun önünü açan bir tavır sergilemiştir. Rusya, mevcut kriz ekseninde uluslararası piyasada artan enerji fiyatlarının kasasını doldurmasından da oldukça memnundur.
Bu çerçevede, Suriye Krizi’nin kendisi açısından kontrol edilebilir bir seviyede kalmasını sağlamaya çalışmakta ve kimyasal saldırı gibi ahlaki bir meselede geri adım atarak kendi meşruiyetinin devamlılığını sağlamaya çalışmaktadır. Suriye’nin bölgesel destekçileri olan İran ve Hizbullah ise, Suriye’ye düzenlenecek operasyonun uzun sürmesi ve Esad’ı cezalandırmaya değil de devirmeye yönelik bir eyleme dönüştüğünü görmeleri halinde, Suriye’nin yanı sıra Lübnan ve Irak’taki toplumsal/siyasal gerginliği iç savaşa dönüştürecek hamleler yaparak cepheyi genişletebileceklerdir.
TÜRKİYE’NİN DURUMU
Türkiye ise, kimyasal saldırı sonrası gelinen noktadan memnundur. Nitekim ABD ve müttefikleri, Esad’ı cezalandırabilmek için “sınırlı” da olsa bir askeri operasyon düzenleme niyetini açığa vurmuşlardır. Ne var ki, Türkiye, Esad’ın devrilmesini ve Suriye muhalefetinin yönetimi devralmasını arzulamasına rağmen, ABD’nin El Nusra-El Kaide faktörü nedeniyle muhalefete sıcak bakmaması gerçekliğinden rahatsız olmaktadır. Türkiye, Suriye’de tüm kesimleri içerecek geniş çaplı bir muhalefet koalisyonunu kurgulamak için çabalamış, ancak bu konuda başarılı olamamıştır. PYD liderliğindeki Kürtler ile Nusayriler ve Hıristiyanların önemli bir bölümünün Esad karşıtı koalisyona katılmak istememeleri bunun bir göstergesidir. Operasyon bağlamında Türkiye’nin endişelenmesi gereken en önemli faktörler, Lübnan’da kaçırılan THY pilotlarının hayatının daha büyük bir risk altına girmesi, Türkiye-Suriye sınırındaki gerginliğin daha da artması sonrasında Reyhanlı tarzı büyük çaplı katliamların yaşanması olasılığının yükselmesi ve enerji konusunda bağımlı olunan Rusya ile İran’ın Türkiye’ye yönelik tavırlarının olumsuz yönde etkilenmesidir.
Guta Saldırısı, Esad’a karşı ilk kez askeri seçeneklerin değerlendirilmeye başlandığı bir dönüm noktası olarak görülmelidir. ABD’nin kendi prestijini kurtarabilmek ve ahlaki sorumluluğunu yerine getirebilmek için “sınırlı” da olsa bir operasyona sıcak bakması, Esad’ın devrilmesini isteyen Türkiye için önemlidir ancak yeterli değildir.
Kriz ekseninde yükselen enerji fiyatları sayesinde ciddi bir ekonomik girdi sağlayan Rusya ise, ABD’yi meşruiyet krizinden uzak tutacak ve uluslararası toplumun ahlaki sorumluluğunun altını çizecek kısa süreli ve sınırlı bir hava operasyonuna karşı çıkmayacağını göstermiştir. Ne var ki, BM denetçilerinin bölgede yapacağı araştırma bitmeden ve hazırlayacakları raporu görmeden, yani mevcut şüpheleri gidermeden harekete geçmek “tek taraflı” bir oldu-bitti olacaktır.