Metin ÇORABATIR
1951 yılında Ankara’da doğdu. Namıkkemal ilk ve orta okulları ile Ankara Atatürk Lisesi’ni bitirdikten sonra Boğaziçi Üniversitesi’nden mezun oldu. Milliyet dahil çeşitli gazete ve televizyonlarda diplomasi muhabiri, dış haberler editörü ve haber müdürü olarak çalıştı. 32. Gün programında Genel Koordinatörlük yaptı. 1991 Irak mülteci krizinde Amerikan ABC televizyonu ile çalıştı. 1995 yılında Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Türkiye Temsilciliği’nde Dış İlişkiler Müdürlüğü ve basın sözcüsü oldu. Bu görevinden Mayıs 2013’de emekli oldu. İltica ve göç Araştırmaları Merkezi’nin (İGAM) kurucu üyeleri arasında yer aldı. Boğaziçi Üniversitesi’nde sığınma konusunda doktora tezi yazıyor.
Milliyet gazetesinin 6 Eylül’deki manşeti, Şanlıurfa Valiliği’nin bir raporuyla ilgiliydi. Habere göre, raporda, “sınırı kontrol edemiyoruz” deniyordu. Bu yazıda Türkiye’nin, Suriye’deki olayların yol açtığı dev insani kriz karşısında bundan sonra ne yapması gerektiğini irdelemeye çalışacağım.
Suriye’de Mart 2011’de başlayan olaylar sonucu, BM verilerine göre, geçen hafta itibarıyle komşu ve civar ülkelere kaçmak zorunda kalan Suriyeli mülteci sayısı 2 milyon eşiğini geçti. Komşu ülkelere sığınanların yanı sıra, Suriye toprakları içinde can güvenliği kalmadığı için evlerini terkedip, başka ve daha güvenli bölgelere kaçanların sayısı ise dört milyon. Çatışmalar yeni boyutlar kazandıkça hem mülteci, hem de ülke içinde yerinden edilmiş Suriyelilerin yaşam koşulları giderek ağırlaşıyor.
ZORUNLU GÖÇ
Kimyasal silah kullanılmasını takip eden gelişmeler, 21. yüzyılın bu en büyük zorunlu göçünün daha da artacağı endişelerine yol açıyor. Türkiye, ilk grup Suriyeli mültecinin 29 Nisan 2011’de Yayladağ’dan ülkesine girdiği andan itibaren açıkladığı politikası ile uluslararası toplumun alkışını aldı.
Çünkü Türkiye’nin politikası, yaşamları tehlikede olduğu için kaçan bu insanlara sınırlarını açık tutma, gelenlerin temel ihtiyaçlarını karşılama ve kimsenin zorla, hayatının tehlikede olduğu topraklara gönderilmemesi ilkelerinden oluşuyordu. Bunlar, günümüzün uluslararası mülteci ve insan hakları hukukuyla tamamen uyuşan ilkelerdi. Türkiye ile birlikte, Lübnan, Ürdün ve Irak ile Mısır da benzer politikaları benimsediler. Ancak gelinen noktada artık bu politikaların sürdürülebilirliği, söz konusu ülkelerin hükümetleri ve kamuoyları tarafından tartışılmaya başlandı.
YARDIM ÇAĞRISI
Bu durum karşısında Suriye’ye komşu ülkelerin bakanları, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ni de yanlarına alarak Cenevre’den tüm dünyaya, yardımların hızla arttırılması, aksi takdirde hazmetme kapasitesinin sonuna gelindiği ortak çağırısında bulundular. Bu çağırının tamamen etkisiz kalacağını söylemek kötümserlik olur. Uluslararası toplum, maddi yardımları arttırmaya, hatta, üçüncü ülkelere mülteci naklederek, komşu ülkelerin yükünü hafifletmeye çalışacaktır. Ancak 500,000 Suriyelinin sığındığı Türkiye, bu yardımlardan en etkin biçimde yararlanabilmek için mevcut politikalarını gözden geçirmek durumundadır. Bunun için, kanaatimizce atılması gereken adımlar şunlar olmalıdır:
Uluslararası işbirliği: Türkiye, bu defa da uygulamada 1988, 1991 Irak mülteci krizleri ve yine 1980 ve 1990’lardaki Bulgaristan, Bosna ve Kosova krizlerindeki “devlet” refleksi ile hareket etti. Mülteciler için “misafir” gibi hukukta olmayan kavramlar kullandı ve uluslararası kuruluşları insani operasyonlarının dışında tuttu. Bu uygulama, dış yardımları yavaşlatmaktadır. Yardım yapacak ülkeler, bu yardımların kullanımında uluslararası bir izleme mekanizması talep etmektedirler.
Yasal düzenleme: Türkiye, Nisan ayında tarihinin ilk sığınma yasasını, (Yabancılar ve Uluslararası Koruma Yasası) kabul etti. Ancak bu yasa bireysel sığınma başvurularında uygulanacak yöntemleri ve mültecilere sağlanacak yeni imkanları tanımlıyor. Yasada kitle göçleri durumunda yapılacaklar sadece bir paragrafla geçiştiriliyor. Böyle durumlarda gelenlere “geçici koruma sağlanabileceği” belirtiliyor. Yapılacaklar ise Bakanlar Kurulu’na bırakılıyor. Yani yeni yasaya rağmen fiilen yasal bir boşluk var. Alınan önlemler anlık adımlardan oluşuyor. Bu insani krizin daha iyi yönetilebilmesi için hızla yeni bir “Geçici Koruma” yasası çıkartılmalıdır.
İLETİŞİM STRATEJİSİ
Kampların yeri: Suriye’de olasılığı yüksek gelişmeler karşısında sınır ilerindeki kampların daha iç bölgelere taşınması hem ulusal güvenlik, hem de mültecilerin güvenliği açısından kaçınılmaz hale gelebilir. Kentlerde yaşayan yaklaşık 300.000 Suriyeli için de hızla yeni yardım mekanizmaları geliştirilmelidir.
Tanıtım: Türkiye bugüne kadar büyük bir fedakarlık yaptı, yarım milyon Suriyeliye koruma ve yardım sağladı. Ancak uyguladığı iletişim stratejileri nedeniyle bu fedakarlıklarını ve mültecilerin dramını dünyaya yeterince duyuramıyor. Kamplar, uluslararası ve hatta ulusal medyaya önemli ölçüde kapalı tutuluyor. Bu durumda medya, daha rahat haber yapacağı diğer komşu ülkelere yöneliyor. Sonuçta yardım yapacak ülkelerin hükümetleri, kendi kamuoylarına neden Türkiye’ye bu yardımı yaptıklarını açıklamakta güçlük çekiyorlar. Söz konusu iletişim stratejisinin hızla değiştirilmesi gerekir.