Siyasi kaygılarla ortaya konulan söylemler dışında Türkiye’nin Suriyeli mültecilerle ilgili politika değişikliğine yönelik gelişmelerin olduğunu söylemek de oldukça zor. 2014 yılında yürürlüğe giren 6458 numaralı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun Dördüncü Maddesi, geri göndermeme ilkesine bağlılığı açıkça vurgulamaktadır. Ayrıca 8 yılı aşkın bir zamandır Türkiye uyum/entegrasyon konusundaki tüm acemiliklerine ve eksikliklerine rağmen 3.6 milyon mülteciye dokuz yıldır sağladığı uluslararası korumayı politikasının temeli yapmayı sürdürüyor. Üstelik İdlib, şu an Türkiye’nin de parçası olduğu “çatışmasızlık bölgesi” olup yoğun rejim ihlallerine sahne olmakta, Ankara da bu ihlalleri uluslararası platformlarda şikayet etmektedir. Eğer bazı Suriyelileri sınır dışı ediliyorsa bunu Afrin, Cerablus gibi Türk askerinin koruması altındaki bölgeler varken İdlib’e göndererek yapıldığını ileri sürmek, Türkiye’yi katmerli bir vicdansızlıkla suçlamak anlamına gelir. Öte yandan hâlihazırda çeşitli kamu kuruluşları eğitim, istihdam, geçim ve yaşam şartlarının düzeltilmesi, sosyal uyum, sağlık, dil eğitimi gibi birçok sektörde, AB, ABD ve başka fonların da yardımıyla önemli çabalar harcamaktadırlar. STK’lar projeler yürütmektedir. Bütün bunların yanı sıra Türkiye’nin, öncüleri arasında bulunduğu ve 2018’de onaylanan Küresel Mülteci Mutabakatı çerçevesinde Aralık ayında en üst düzeyde katılmaya hazırlandığı Küresel Mülteci Forumu toplantıları öncesinde bağlı olduğu uluslararası ilkelerinden sapma anlamına gelecek bir politika değişikliğine gitmesi mümkün görülmemektedir.
Geri gönderilmeler
Ancak tüm bu argümanlara karşılık eğer geri gönderme gerçekleştiyse, bunun hukuki boyutuyla ele alınması gerekir. Bazı savlara göre geçici koruma altındaki Suriyelilerin geri gönderilmeyeceği resmen açıklanmış olmakla beraber, veri güncellemeleri sırasında kayıtları yenilenmediği için bazı Suriyeliler geçici korumadan çıkarıldıkları gerekçesiyle geri gönderilmiş olabilirler. Ancak bazı Suriyelilerin geçici koruma statüsünden çıkartılmış olmaları, onların hayatları ve özgürlükleri tehdit altında olacağı ülkelerine geri gönderilmelerini yine de meşrulaştırmaz. Kimi yetkililerin suça karışmış Suriyelilerin geri gönderileceklerine dair açıklamalarının hayata geçirilmesi de 1951 Mülteci sözleşmesinin sınır dışılarla ilgili 32. Maddesinin ihlali anlamı taşıyabilir.
Zorla geri gönderilme iddialarının gerçek olabileceğine yukarda sıraladığımız ikinci dereceden delillerle karşı çıkarken, İstanbul valiliğinin açıklamasındaki unsurlar üzerinde dikkatle düşünmemiz gerektiğine inanıyoruz. Valilik açıklamasında başlıca dört gurup yabancı statüsüne atıfta bulunuyor. Bunların birincisi İstanbul’da kayıtlı 500,000’in üzerinde, geçici koruma kapsamındaki Suriyeli Mülteci. Açıklamadaki ikinci statüdeki yabancılar, İstanbul’da geçerli ikamet izinleriyle yaşayan ancak uluslararası koruma statülerinin dışında bulunan yabancı kişiler. Düzenli göçmen diyebileceğimiz bu kişilerin sayının da 500,000 civarında olduğu kaydediliyor. Toplam sayıları bir milyonun biraz üzerinde olan bu iki yabancı grubuyla ilgili bir sorun bulunmuyor. Valilik açıklamasında yer alan üçüncü grubu, başka şehirlerde kayıtlı olmakla beraber, mecburi ikamet şehirleri yerine İstanbul’da düzensiz yaşayan tahmini 200,000 kadar Suriyeli mülteci oluşturuyor. Dördüncü statüdekiler ise, Türkiye’ye ister düzenli olarak giriş yaptıktan sonra kalma sürelerinin ötesinde İstanbul’a yaşamaya devam eden ya da tamamen düzensiz bir biçimde ülkeye girmiş ve İstanbul’da yaşayan yabancılar.
İdari bir önlem
Mecburi ikamet şehirleri yerine İstanbul’da yaşayan, geçici koruma altıdaki Suriyeli mülteciler için valilik bu insanların 20 Ağustos’a kadar illerine geri dönmeleri gerektiğini hatırlatıyor, bu tarihten sonra zorla söz konusu illere gönderilecekleri belirtiliyor. Bu karar aslında bir politika değişikliği değil 2016 tarihli kararların daha sıkı uygulanmasını öngören bir idari önlem olarak görülmelidir. Çocuklarının ancak mecburi ikamet illerinde eğitim hakkından yararlanabilecekleri, sağlık hizmetlerine bu illerde erişebilecekleri, çalışma izinlerini aynı şekilde bu şehirlerde alabilecekleri gibi teşviklere rağmen, bu insanlara bugüne kadar belli ki İstanbul’da yaşamak daha cazip gelmektedir. Bunun ana nedenlerinden birisi hayatlarını kazanacakları iş olanaklarının İstanbul’da daha çok olmasıdır. Diğeri ise küçük şehirlerde yerel nüfusa oranlarının yüksekliğinin onları daha görünür kılmasıdır. Böylece baskılara, hakaretlere ve saldırılara uğramaları kolaylaşmaktadır. İsveç örneğinde olduğu gibi seyahat özgürlüklerine konacak kısıtlamalar ekonomi, sosyal ve kamu düzeni gerekçeleriyle meşru görülebilse de, uzun bir aradan sonra hemen geri dönüşlerini talep etmek hem insani hem de pratik açılardan zorluklar içerecektir.
YARIN: Suriyeli mülteciler