Düşünenlerin Düşüncesi

Düşünenlerin Düşüncesi

dusunce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Türkiye, İngiltere ve Fransa ile olan anlaşmalarına rağmen İkinci Dünya Savaşı’nda tarafsız kalmıştır. Fakat savaştan sonra bu tarafsızlık yüzünden dünya siyasetinde yalnız kalması, kendi varlığı üzerine Sovyetler Birliği’nin tehditleri ve ekonomik kalkınma için dış yardıma ihtiyaç duyması gibi nedenlerden dolayı batıklara yönelmek gereği duymuştur. O sırada Avrupa ülkeleri kendi ekonomik ve siyasal güçlüklerinden dolayı Türkiye’ye yardım edecek durumda değildiler.

NATO-Kore-Türkiye-Fransa

Boğazlara egemenlik

O zamanın en kuvvetli ülkesi olan Amerika Birleşik Devletleri de dikkatini Orta ve Batı Avrupa’ya topladığı için Türkiye ile yakından ilgilenememişti. Ancak Truman doktrini ve Marshall planı ile Türkiye’ye yardım etmiş, fakat bu yardımlar Türkiye’nin ihtiyaçlarını daha doğrusu ihtiyacı olan güvenliği yeteri kadar karşılayamamıştı. 10 Şubat 1945 tarihli toplantıda Sovyetler Birliği, Montrö Sözleşmesi’nin yeniden düzenlenmesini teklif etmişti. San Francisco toplantısından evvel ABD ve İngiltere yalnız İngiltere ve Sovyetler Birliği teklif ettiği takdirde ABD’nin bu değişikliğe itiraz etmeyeceğini bildirmişlerdir. Ayrıca Sovyetler Birliği, 7 Kasım 1945’te bitecek olan 17 Aralık 1925 tarihli Sovyet-Türk saldırmazlık antlaşmasını yenilemek istemediklerini bildirmişlerdir. Haziranda Selim Sarper, Molotov ile görüşmesinde, Molotov, Türkiye’nin Sovyetler Birliği ile yeni bir antlaşma yapmak istediği takdirde şu şartları kabul etmesi gerektiğini belirtmiştir: Kars, Ardahan ve Artvin bölgelerinin Sovyetler Birliği’ne verilmesi ve boğazlara egemenlik hakkı. Ayrıca Stalin Türkiye’ye ait Karadeniz kıyılarında Batum’dan Giresun’a kadar olan 180 mil uzunluk ve 75 mil genişliğinde stratejik kıyı bölgesinin Sovyetler Birliği’ne bırakılmasını istemiştir.

Haberin Devamı

Birleşme yolu

Uzmanların tahminlerine göre, Türkiye Sovyetler Birliği ile bir savaşa girdiği takdirde en fazla 6 ay kadar dayanabilir, enflasyon ve iktisadi bunalımın devam etmesinden dolayı geleceği hiç de aydınlık değildi. Sovyetler Birliği 1940-1945 yılları arasında Çekoslavakya, Doğu Prusya, Estonya, Finlandiya ve bütün Doğu Avrupa ülkelerini ilhak etmiş, idaresi altına almıştır. Sovyetler’in bu yayılma politikası, Avrupa’da doğmuş olan büyük boşlukta yeni bir kuvvet dengesini gerektiren batının özgür ülkeleri arasında bir birleşme yolunu açmıştı. 31 Mart 1949’da Kuzey Atlantik Paktı (NATO) kuruldu. 12 devlet tarafından kurulan bu pakt, 24 Ağustos’ta yürürlüğe girdi. Bu pakta Türkiye alınmadı. Özetlenirse, ABD Türkiye’nin NATO’ya katılmasını o günkü duruma göre acil görmedi. Fakat 1950 haziran başında Kuzey Kore’nin Güney Kore’ye saldırmasıyla ABD’nin tutumu değişti. ABD saldırı olayını Birleşmiş Milletler’e götürdü ve üyelerinin bu saldırıya karşı yardımını istedi. Savaşın ilk gününde Güney Kore çok çabuk yenildi ve Seul boşaltıldı. Ancak BM ordusunun müdahalesi ile durum değişti, denge sağlandı. O zaman ki iktidar bu olayı NATO’ya girmek için bir fırsat bilip ABD’den sonra ikinci ülke olarak Kore’ye kuvvet göndermeyi meclis kararı olmadan onayladı. 5 Ağustos 1950’de 259 subay, 18 askeri sivil memur, 395 astsubay ve 4414 er ile toplam 5090 kişilik bir Türk tugayı (pek çoğu gönüllü) kurulmuş, komutanlığına 18 Ağustos’ta Tuğgeneral Tahsin Yazıcı getirilmiş, Albay Celal Dora da 241. piyade alay komutanlığına atanmıştır. Türk ordusu 17-19 Ekim tarihlerinde Kore’ye çıkmış cepheye yürümüş ve ilk olarak Çin ordusuyla karşılaşmıştır. 29 Kasım’da Kunuri zaferini kazanıp, 1953 yılı temmuz ayındaki mütarekeye kadar dövüşmüştür. Bu olay Türkiye’nin NATO’ya katılmasını kolaylaştırmıştır. 29 Kasım gecesi Kunuri’de çok güç şartlar altında, bir dizi savaş vermiş hiç bilmediği bir ülkede bir gecede mevcudunun üçte birini şehit ve yaralı vermiş, mühimmatının %70’ini kaybetmiştir. Bugün Kunuri Savaşları’nın yıldönümüdür.

Haberin Devamı

NATO’ya nasıl ve niçin girdik sorularının cevabı bunlardır sanırım. Bugün Fransa NATO’yu ve bu ittifak içinde olan Türkiye’yi neden bu ittifak içinde diye sorgulamaktadır. Fransa İkinci Dünya Savaşı’nda kendi güçleriyle kazanamadığı bir savaşın galipleri arasında sayılıp, NATO’nun kurucu üyeleri arasında yer almıştır. Paris’in kurtuluşu için Paris’e girecek Amerikan zırhlı birliği yerine De Gaulle Eisenhover’a rica ile Leclerc komutasındaki 2. tümenlerinin girmesini sağlamıştır. Fransa ile NATO’nun arasında çok zamanlar problemler yaşanmıştır.

Haberin Devamı

Siyasi kanat üyeliği

1966 yılında De Gaulle Fransa’yı NATO’nun askeri kanadından çıkarmış, siyasi kanat üyeliği devam etmiştir. Fransa 5 Aralık 1995’te askeri kanada dönmeyi aşamalı olarak teklif etmiş ve Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkmasına rağmen bu ülkenin askeri kanata dönmesini veto etmemiştir. Türkiye NATO içindeki sorumluluğunu bilerek muhtemel bir krize yol açmamıştır. Fransa’nın Türkiye üzerine Suriye sorunu üzerinden düşmanca davranması ve bunun üzerine Cumhurbaşkanının verdiği cevap üzerinde biraz bilgilenmek gerekir. (Senin ne alakan var Suriye ile?) Fransa’nın Suriye üzerindeki emelleri Haçlı Seferleri ile başlamıştır. Buradaki dini ve ekonomik hedeflerini gerçekleştirmek için her türlü dini ve etnik ayrımcılığı yapmıştır. Devamlı olarak Marunileri Dürzilere karşı kullanmıştır. Fransa bu emellerini gerçekleştirmek için Arap milliyetçiliğini de kullanmıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere ile Fransa aralarında yaptıkları Sykes-Picot Antlaşması ile Suriye Fransız mandası olmuştur. Suriyeliler Fransa’nın bu politikalarına karşı grev ve gösteriler yapmış, Fransa her türlü işkence, hapis, katliam ve sürgünlerle bu olayları bastırmıştır. Havadan uçaklarla sivil halkı bombalamış, çoğu çocuk ve kadın 3 bin kişinin ölmesine ve yaralanmasına neden olmuştur. 1925’te yine başlayan bir isyanı bastırmak için yaptıkları bombardımanlarla sivil asker ayırımı yapmadan 7344 kişiyi öldürmüşlerdir.

Çok hafif kalıyor

Günümüzde Fransızlar tarihte asıl soykırım ve katliamları kendilerinin yaptıklarını görmezden gelerek bu konuda Türkleri suçlamakta, Türkiye üzerinden bugün dışlandıkları Suriye politikasında söz sahibi olmak istemektedirler. Fransızların Cezayir kurtuluş savaşında Fransız asıllı Cezayirliler ve melezlerden oluşan kara ayaklılar denen topluluk üzerinden Cezayir halkına yaptıkları çok yakın tarihte yer almıştır. Sayın Cumhurbaşkanımızın bu tarihi hakikatler ışığında Fransa’ya söyledikleri çok hafif kalmaktadır.

Kaynaklar:

1) Başbakanlık Osmanlı arşivi

2) Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı arşivi