Prof. Dr. Özcan Köknel
Prof. Dr. Özcan Köknel, 1954 yılında İ.Ü. Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniğine asistan olarak girmiş, 1995 yılına kadar uzman, doçent, profesör, yönetici olarak çalışmıştır. 1995 yılında emekli olmuş; 2002-2008 yılları arasında Ticaret Üniversitesi’nde ders vermiştir. Bilimsel çalışma, araştırma ve yayınları gençlik sorunları, ruh sağlığı, ilaç tedavisi, alkol ve madde bağımlılığı alanlarında yoğunlaşmıştır. Yabancı dergilerde 50, yerli dergilerde 200’den fazla yayını vardır. Yirmi beş kitabı yayımlaşmış; yirmi kitabın bir ya da birkaç bölümünde yazıları yer almıştır. İki uluslararası, beş ulusal bilimsel derneğin üyesidir. Dört ödül kazanmıştır.
Son günlerde, toplumda, konuşulan, tartışılan konuların başında bütün kurum ve kuruluşlarda durumu, rolü, yeri olan görevlilerin “liyakat” lı olup olmadığıdır. Bilindiği gibi liyakatsız görevliler sorun yaratıp sorunları çözemez. Türkçe sözlük, liyakat karşılığı: Laik, uyumlu yaraşır olmak sözcüklerini vermiştir.
Goleman, İş Başında Duygusal Zeka kitabında liyakat kavramına “kişisel yeterlilik” bölümünde yer vermiş, “Öz Bilinç” “Duygusal Bilinç” “Doğru Öz Değerlendirme” “Öz Güven” başlıkları altında açıklamıştır.
Kişisel yeterlilik, evde, okulda, toplumda eğitim-öğretim ve ortak toplumsal kültür içinde, algı koşullama, deneyim sonucu kazanılır. Davranış etkileyen kalıcı, doğru, gerekli gerçekçi kalıplar oluşturur. Bu kalıplar beceri, yeti ve yetenektir.
Beceri: Bireyin, bedensel ve ruhsal gücünü, amacına, durumuna uygun olarak kullanmasıdır.
Yeti: Bireyin, dikkat, algı, bellek, düşünce, imgeleme, dışa vurma gibi bilişsel işlevlerini doğru kullanarak gerekli, gerçekçi davranış eylemi yapmasıdır.
Yetenek: Bireyin bir duruma, dıştan gelen uyaranı, iletiyi, etkiyi, doğru ve hızlı biçimde algılaması, anlaması, yorumlaması, doğru gerekli, geçerli tepkiyi vermesidir.
İnsanın toplumdaki değeri
Çağdaş insan, bireysel ve toplumsal sorumluluk bilincini birleştirebilen insandır. Bu birleştirme için kişisel yeterlilik gereklidir. Böylece çağımızın insanı bir yandan toplum içindeki görev ve sorumluluklarını sürdürürken, diğer yandan da kendini geliştirme aşma ve kişiliğinin tüm beceri, yeti ve yeteneklerini kullanma olanağına kavuşmuştur.
Bireysel ve toplumsal bilincin birleşmesi yeterlilik süreci içinde gerçekleşir. Bu sürecin sağlıklı işleyebilmesi, insanın içinde yaşadığı toplumun, fizyolojik, ruhsal gereksinimlere sağladığı doyum ölçüsünde mümkündür. İnsanın bedensel, ruhsal, toplumsal bir bütün olarak toplumda değeri olmalıdır. İnsan, doğanın ve toplumun en değerli, üstün varlığı olarak görülmelidir. İnsanın yeterli olma çabaları toplumdan anlayış ve destek görmelidir. İnsanlar toplumda yeterlilikleri ölçüsünde saygınlık kazanmalıdır. Kişisel yeterliliği, liyakatı sağlayan, geliştiren güç güdülenmelidir.
Güdülenme (Motivation), insanın davranışını, tutumunu, eylemini başlatan, yöneten, yönlendiren, sürdüren güç, kuvvettir. Güdüler, doğuştan gelen, yaşamı sürdürmek için gerekli olan içgüdüler ( instinct) ile eğitim, öğrenme ve pekiştirme gibi sonradan kazanılmış dürtüleri (drive, trieb) içerir. Genel olarak güdüler dört kaynaktan beslenir.
Toplumsal güdüler
Varlığı, yaşamı koruma içgüdüleri: Beslenme, uyku, cinsellik gibi temel içgüdülerden kaynaklanır. Bunlara hareket, kaçma, koruma, annelik gibi dürtüler de eklenir.
Haz güdüleri: “Hedonistik Dürtüler” olarak adlandırılan bu grupta, insana haz ve mutluluk veren bütün iyi ve kötü alışkanlıklar yer alır.
Toplumsal güdüler: Toplumda bireye saygınlık kazandıran bedensel, ruhsal, toplumsal farklılık, saygınlık, üstünlük sağlamaya yönelik güdülerdir. Bunlar arasında, gerçek olan ya da olmayan nitelikler yanında toplumsal duyarlılık, etkinlik, görev, ileri görüş, yardım severlik sayılabilir.
Kültürel güdüler: Bilgi, inanç, adalet, hukuk, bağımsızlık, özgürlük, sanat, müzik gibi alanlarda değişmeye, gelişmeye yönelik yaratıcı, üretici çabalardır.
Özet olarak güdülenme, amaca ulaşmaya sağlayan ya da kolaylaştıran duygusal güçtür. Başarma dürtüsü, bağlılık, girişimcilik, iyimserlik öğelerini içerir.
Kişisel yeterlilik toplumsal, kültürel güdülerin gücüyle kazanılır. Bireyin yaşadığı toplumsal ortam ve kültür yapısı bu kazanımda etkili olur.
5 kişiden biri yoksul
Aile ilişkileri, ekonomik düzey, eğitim-öğretim durumu niceliği, niteliği etkili önemli öğelerdir. Ülkemizde, bilgili, ilgili, ataerkil, gevşek, dışlayan, tutarsız beş tip aile vardır. Bilgili, ilgili aile, çocuğun, gencin, kimliğine, kişiliğine önem verir. Ataerkin aile, baskıcı, sert, sıkı ve tutucudur. Diğerleri, gevşek, ilgisiz, tutarsız, çatışmalı ailelerdir. Bu aile yapılarında toplumsal, kültürel güdüler etkili olmaz. Kişisel yeterlilik kazanılamaz.
Türkiye İstatistik Kurumu 2015 yılı için yaptığı “Gelir ve Yaşama Koşulları Araştırması” ile ekonomik düzeyde yaşama koşulları arasındaki ilişkiyi ortaya koymuştur. UNICEF ekonomik yetersizliğin yoksulluğun eğitim-öğretim düzeyini düşürdüğünü belirtmiştir. 2015 yılında, en çok gelir elde eden yüzde onluk dilimde kişi başına ayda ortalama 4264 lira gelir düşüyor. Bu dilim tüm gelirin yüzde otuzunu alıyor. İkinci yüzde onluk dilimde kişi başına ayda ortalama gelir 2164 liradır. Buna karşın, en az gelir elde eden yüzde onluk alt dilimde kişi başına ortalama aylık gelir sadece 321 liradır. Bu dilim tüm gelirin yüzde iki buçuğu ile yaşamaya çalışıyor. Nüfusun yarıdan fazlası kişi başı ayda ortalama bin lira ile geçim savaşı veriyor. Bu durum her beş kişiden birinin AB ölçülerine göre yoksul olduğunu gösteriyor.
Eğitimde kısıtlama
UNICEF’e göre, “Her ülkede, her çocuğun, gencin kaliteli eğitim öğrenim alma hakkı vardır” düşük ve orta gelir düzeyinde olan ülkelerde, ilkokul dönemindeki çocukların yarısı, ortaokul dönemindeki gençlerin dörtte biri temel eğitimden yoksun kalmaktadır. Özetle, ekonomik düzey, eğitim, öğretim düzeyini olumsuz etkiliyor. Son günlerde yayınlanan ulusların eğitim-öğretim araştırmasında en üst düzeyde olan ülkelere yedi puan verilmiştir. Bu araştırmada ülkemiz dört puanla alt sıralarda yer alıyor.
Bu koşullar içinde yetişen çocuklar, gençler, yaşayan erişkinler, korunma ve haz güdülerinin sağladığı güçle varlığını sürdürmek için çabalıyor. Toplumsal, kültürel güdüleri kullanacak gücü ya da ortamı bulamıyor. Bu durum kişisel yeteneği olan, liyakatlı bireylerin yetişmesini, gelişmesini kısıtlıyor. Az sayıda yetişen liyakatlı bireyler, değişik nedenlerle tercih edilmiyor. Bu nedenlerin başında, bütün kurum ve kuruluşlarda çalışan, sözü geçen üst düzey etkili yetkili kişilerdir. Bunların çoğu kendinin liyakatlı olduğuna inanır. Bu durum çevresinde bulunan alt düzey çalışanların oluşturduğu sanal liyakat algısıyla sürdürülür.
Öte yandan, sözü geçen etkili yetkili kişiler, politik siyasal görüş, inanç, etnik köken, aile, akraba, eş, dost, hemşeri yakınlığı ekonomik durum, çıkar ilişkileri nedeniyle liyakatlı kişileri tercih etmez.
Çözüm, Başbakanın açıkladığı eğitim-öğretim planını, programını, reformunu uygulamak; liyakatlı kişilerin seçiminde bağımsız, tarafsız davranmaktır.