Prof. Dr. Sami SELÇUK
Yargılama ilkeleri
Biz hukukçular, özellikle yargıçlar için AİHS’nin en ünlü düzgüsü (norm), “Adil/Dürüst Yargılanma Hakkı”nı (procès à un droit équitable) düzenleyen 6’ncı maddedir. Bu maddeye göre, herkes (özellikle suçlanan kişi), 1-yükletilen suç öncesi Yasayla Kurulmuş Doğal, 2-bağımsız, 3-yansız bir mahkemede, 4-makul sürede, 5-suçlama bildirilip açıklanarak, 6-savunması için zaman ve kanıtları değerlendirme hakkı tanınarak, 7-müdafiden ve ücretsiz çevirmenden yararlanarak, 8-a)kamuya açıklık, b)silahların eşitliği, c)meramını anlatma, d)dürüst işlem, e)suçsuzluk karinesi ilkelerine uyularak “yargılanma hakkı”na sahiptir. Yargılanan insanın karşısına yargı erki olarak çıkan devlet de, ilk ve ortaçağların tuzakçı, kalleş devleti değilse, özü ve sözüyle gerçekten çağımızın hukuka bağlı dürüst, mert, çağcıl devleti ise, “adil/dürüst yargılama erki”ni (procès à un pouvoir équitable) bu ilkelere uyarak kullanmak zorundadır.
Görüldüğü üzere, adil yargılanma hakkının ilk ilkesi “doğal/yasal mahkeme/yargıç ilkesi”dir ve buna göre suçlanan kişi, suçu oluşturan eylem öncesi yasayla kurulup belirlenmiş doğal bir mahkemede yargılanacaktır.
Tarihin tanıklığına göre, Osmanlılar ve Cumhuriyet dönemlerinde de görüldüğü üzere, bu ilkeye her zaman uyulmamış ve büyük acılar yaşanmıştır. Bu konuda öğrencilerime gösterdiğim iki çarpıcı örnek vardır: Merhum Mithat Paşa’yı yargılayan Yıldız Mahkemesi (ya da Çadır Mahkemesi) ve Merhum Menderes ve arkadaşlarını yargılayan Yassıada Mahkemesi (Divanı).
Hukukun dedikleri
Unutulmasın ki, savcıların ve yargıçların tek bir efendisi vardır: HUKUK.
Yassıada mahkemeleri ile yargılamayı yapan yargıçlar hakkında hukuk, tartışılamaz ve olumsuz yargısını çoktan vermiştir. Özellikle verilen ve yerine getirilen ölüm cezalarını bağışlamak olanaksızdır. Hele bir de benim gibi oldum bittim ölüm cezasına karşı olan biri için bağışlamak şöyle dursun, kahredici bir olaydır, kurulan ve yerine getirilen yargılar.
Ölüm cezası konusunda 1970’li yıllardan bu yana yazdıklarım açıktır: Devletin resmen ve tasarlayarak (taammüden) işlediği bir cinayet olan, binlerce yıldan bu yana önleyici etkisinin kesin olmadğı açığa çıkan, çağçıl cezada aranan esnekliği yapısında barındıran ve adli yanılgıdan dönme olanağını yok eden ölüm cezasına ömrüm boyunca karşı çıktım.Günümüzde Atatürk getirseydi bile yine karşı çıkardım. Çünkü toplumbilimin ve efendim olan hukuk biliminin dediği budur ve ben, kendimin, şunun bunun heveslerine değil, yalnızca bilime baş eğerim. O kadar.
Bu konuda çok yazdım. İlk örnekleri de şu: Ardı ardına yayımlanması gereken ölüm cezasıyla ilgili yazılarımdan ikincisi yayımlanmayınca Milliyet’in “Düşünenlerin Düşüncesi” sayfasını yöneten Sayın Ali Gevgili’ye bunun nedenini sorduğumda bana Sıkıyönetim Komutanının ikinci yazı çıkarsa gazeteyi kapatacağını söylemişti 1970’lerde. Bu ortamda benim için tek sevindirici olay, Merhum İsmail Cem’in bu yazıdan söz etmesiydi.
Yineliyorum: Merhum Menderes ve arkadaşlarının asılması, devletin tasarlayarak işlediği yüz kızartıcı bir cinayettir.
Bu nedenlerle 2004’te ölüm cezasını kaldıranları yürekten alkışladım. Onlarsa bugün AB ile ölüm cezasına karşı çıkanları aldatmış izlenimini yaratıyorlar. Bilimin ulaştığı sonuçlara karşın, yaşadığımız ortamda bugün ölüm cezasına karşı çıkmak, ne yazık ki, bir “fazilet mücadelesi”ne dönüşmüştür! Kaygılı ve üzüntülüyüm.
Prof. Dr. Sami SELÇUK
1937’te Konya’da doğmuştur. 1959 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirmiştir. Selçuk, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde doktora yapmış, 1986 yılında doçent, 2006’da profesör olmuştur. 7 Temmuz 1999’da Yargıtay Birinci Başkanlığı’na seçilmiştir. 15 Haziran 2002’de yasal yaş sınırı nedeniyle emekliye ayrılan Selçuk, Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Ceza Hukuku Anabilim Dalı Başkanlığı görevini yürütmektedir.