Celal KARAVELİOĞLU
1952 yılında Urfa’da doğdu. İlk ve orta öğrenimimi Urfa’da gördü. AİTİA’yı bitirdikten sonra Öğretmenlik, Müfettişlik, Sayıştay denetçiliği, İdare Mahkemesi Üyeliği ve başkanlığı ile Bölge İdare Mahkemesi Başkanlığı görevlerinde bulundu ve 2002 yılında emekli oldu. İmar Hukuku ve İdari Yargılama Usulü ile ilgili beş kitabı bulunan Karavelioğlu evli ve iki çocuk babasıdır.
İnsanlar gibi sular da konuşur. Su, şimdi konuşuyor ve bize “Sizin gözyaşlarınız da ‘ben’im. Benim çocuğum olan kıyı sizin de çocuğunuz değil mi?” diye soruyor. Biz, esirgedik iyiliğimizi topraktan, ağaçtan, sudan, kumsaldan, havadan, kuşlardan. Unuttuk onların bize ait olmadıklarını ve hepimizin Tanrı’sının aynı olduğunu.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Ramazan Bayramı’nda, Ege koylarında yaptığı incelemede gördüğü yapılar üzerine yanındakilere “Bu kadar vicdansızlık olmaz. Yapılaşma denize kadar girmiş. Kıyı Kenar Çizgisi hak getire. Neredeyse denize düşecekler. Bu kadar da olmaz” dediği basına yansıdı. Sayın Başbakanın su yolculuğu sırasında kıyılarda gördüğü yapılaşma neden böyle oldu? Bu sorunun cevabını vermek için suyun, karanın ve temiz havanın birleştiği bir alan olan kıyıda bir hukuk yolculuğu yapmak gerekir. Bu yazıda bu yolculuk yapılmakta ve görülenlere bakarak “neden böyle olmasın ki!” denilmektedir.
NEDEN BÖYLE?
Böyle olur, çünkü; dünden bugüne siz Devlet olarak:
Ülke bütününde sosyal ve ekonomik plan kararlarının mekana yansımasını, mekandaki oluşumların kalkınma planlarına aktarılmasını, ülke ölçeğindeki yatırımların dengeli dağılımını, kentleşme ve nüfus dağılımını sağlayan “Ülke Fiziksel Planı”nı; ülke fiziksel ve kalkınma planları ilkeleri doğrultusunda hazırlanan; bölgesel kademelenme. Bölgesel alan kullanımı ve alt yapıya ilişkin kararları ve yatırımları zaman ve mekan boyutu ile belirleyerek, ilgili kuruluşların sektörel uygulama plan ve programlarına yansımasını, yatırımların koordinasyon ve yönlendirmesini sağlayan “Bölge Planı”nı yapmamış; ülkenin çevre, kıyı, yerleşme kentleşme, planlama-uygulama süreçlerine ilişkin yasal-yönetsel doğru ve sürekli bir sistemi oluşturamamış; alt ölçekli parçacı planlar ve birbirinden kopuk kanun ve kararlarla ülke topraklarını kullanmış, kıyıları yönetmiş ve arsa ve konuta yönelik spekülatif eylemleri körüklemiş... Hukuksal nitelik olarak; doğal bir servet ve kaynak olup, herkesin serbestçe kullanımına açık olan kıyının, Devletin hüküm ve tasarrufunda olduğu yolundaki Anayasa hükmü ve bu hükümlerin sonucu olarak bu alanlarda özel mülkiyete dayalı yapılaşmaya gidilemeyeceği ve müktesep (kazanılmış) hak ilkesinin uygulanamayacağı açık ve esasen bu durum Anayasa Mahkemesi kararlarıyla ortaya konulmuş iken, kıyıda özel mülkiyete dayalı yapılaşmaya izin vermiş (göz yummuş) ve kazanılmış hak ilkesini uygulamış...
1957 yılında 6758 sayılı İmar Kanununu yalnızca Belediye sınırları içindeki yapılara uygulanmak üzere çıkarmış ve belediye sınırları dışında kalan, kıyının da bulunduğu diğer alanlarda yapılacak yapılara ilişkin hiçbir düzenleme yapmamış ve aynı yıl çıkarılan ve yine yalnızca belediye sınırları içindeki yapılara uygulanacak olan İmar Yönetmeliği ile su kenarından itibaren sadece 30 metre derinlikteki bir bantta özel yapılaşmaya izin verilmeyeceğini hükme bağlamış; ancak bu hükmü de uygulayamamış...
KIYI KANUNU
1966 yılında “Milli Kıyılar Kanunu” hazırlamış, ancak yasalaştıramamış; kıyılara özgü ilk yasal düzenlemeyi 1972 yılında 1605 sayılı Kanun ile 6785 sayılı İmar Kanununa ilave edilen “Ek 7 ve 8. madde” ile yapmış ve maddelerin uygulamasına ilişkin yönetmeliği üç yıl sonra 1975 yılında çıkararak ilk kez “Kıyı Çizgisi”, “Kıyı” ve “Deniz, Göl ve Nehir Kenarı” terimlerini tanımlamış içinde hiçbir yapı yapılamayacağını hükme bağlamış;ancak halkın kıyılardan yararlanması ve doğal yapının korunması için çok yetersiz olan bu 30 metrelik mesafeyi dahi uygulayamamış ve yine 1605 sayılı Kanuna eklenen Ek 7 ve 8. maddelerin Resmi Gazete’de yayımlandığı 30.7.1972 tarihinden önce kenardan 10 metreden az uzaklık içinde yapılan yapılarda kazanılmış hak olduğunu kabul etmiş ve daha sonra 1984 yılında çıkarılan 2981 sayılı Kanun (kısacası imar affı kanunu) ile, 6785 sayılı İmar Kanunu ek madde 8 kapsamına giren alanlarda 10 Ocak 1975 tarihinden önce ihlalle yapılmış tüm yapıları, imar mevzuatına uygun inşa edilerek kullanma izni alınmış yapılar olarak kabul etmiş ve 1975 yılından sonra Ek 7 ve 8.maddeler gereğince çıkarılan yönetmeliğin 1.03 maddesi kapsamında olan yerlerde mevzuata aykırı olarak yapılan yapıları da 2981 sayılı Kanun kapsamına alarak meşrulaştırmış ve 3290 sayılı Kanun ile açılmış olan davaları “konusuz” bırakarak, haklarında yıkım kararı alınmış ve kesinleşmiş olan yıkım işlemlerini de önce durdurmuş sonra kaldırmış...
Kıyı Kenar Çizgisinin belirlenmesinden önce gerek kıyıda gerekse sahil şeridi içinde kalan tapu mülkiyetli alanları, kıyının doğal niteliğini korumak ve kamu yararı amacıyla Anayasanın 46. maddesi ve Kamulaştırma Kanunu hükümlerine göre kamulaştırmamış ve adeta mülk sahiplerine, bu yerler sizin tapulu malınız gidin istediğinizi yapın demiş... 3086 sayılı “İlk” Kıyı Kanunu’nu 1984 yılında ancak çıkarmış; kıyı ve sahilleri korumak için çıkarılan bu Kanunda: “Sahil Şeridi”ni; kıyı kenar çizgisinden itibaren kara yönünde imar planı olan yerlerde en az 10 metre , diğer yerlerde 30 metre genişlik olarak tanımlamış ve planlı yerlerde kıyı kenar çizgisine 10 metre, plansız yerlerde 30 metre uzaklıkta yapı yapılmasına izin vermiş ve Kıyıda da “Eğitim, spor veya turizm amacı tesisler ile “özel yapı”ların yapılabileceğini kabul etmiş ve bu hükümlerle kıyı ve sahilleri koruyacağınızı düşünmüş...
ANAYASAYA AYKIRI
Anayasanın 43. maddesine açıkça aykırı olan bu hükümlerin ve sonuçta bu Kanunun tümünün Anayasa Mahkemesince 1986 yılında iptal edilmesinden sonra 4 yıl 1 ay 22 gün hareketsiz kalıp, nihayet 1990 yılında 3621 sayılı şimdiki Kıyı Kanunu çıkarmış ve dört yılı aşkın bir süre kıyılardaki yapılaşma koşullarını “Genelge” ile düzenlemiş ve çıkardığınız yeni Kanunda da sahil şeridini (sanki, 3086 sayılı önceki Kıyı Kanunu ile düzenlenen planlı alanlardan 10 metre, plansız alanlarda 30 metre genişlik hükmü, bu derinlikler ile sahillerin korunamayacağı nedeniyle Anayasa Mahkemesince, Anayasaya aykırı görülerek iptal edilmemiş gibi) bu kez 20 metre genişliğindeki alan olarak tanımlanmış bu düzenlemenin de, Anayasa Mahkemesince 13.9.1991 tarihinde iptal edilip 21.1.1992 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak altı ay sonra yürürlüğe girmesinden sonra 1.7.1992 tarihinde yeni yasal düzenlemeyi yaparak 100 metre genişliği getirmiş...
Bu yasal düzenlemenin hemen sonrasında Uygulama Yönetmeliğinin değiştirerek 11 Temmuz 1992 tarihinden önce (Anayasa Mahkemesince iptal edilen Kıyı Kanundaki 20 metre genişliğin geçerli olduğu dönemde) yapılmış veya su basman seviyesine kadar inşaatı tamamlanmış yapılarda müktesep hak olduğunu kabul etmiş ve ayrıca sahil şeridini 50’şer metrelik iki bölüme ayırarak; birinci 50 metrelik bölümü tümüyle toplumun yararlanmasına açık alan (yeşil alan, çocuk bahçesi, gezinti alanları, yaya yolu gibi); ikinci 50 metrelik bölümü de, toplumun yararlanmasına açık günübirlik yapı ve tesislerin yapılabileceği alan olarak tanımlamış; ancak bu hükümleri de uygulayamamış ve 2.4.2013 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan Yönetmelik değişikliğiyle, kıyı kenar çizgisine 50 metre mesafede her tür yapı yapılmasına izin vermiş ve böylece 1.7.1992 tarihinden bu yana sahil şeridinin ikinci 50 metrelik bölümünde yapılan tüm yazıları bir güzel meşru ve imar mevzuatına uygun yapılar haline getirmiş...
GECEKONDU KANUNU
İçinde, kıyı ve sahil şeritlerini korumakla görevli idarelerin de bulunduğu bazı kamu kurum ve kuruluşları ile yerel idarelere de bu yerlerde yönetim binası, kamp ve sosyal tesis yaptırmış... Kıyı kenar çizgilerini, kimi yerlerde doğru ve bilimsel esaslara göre tespit etmemiş; ettiklerinizi de uygulayamamış ve yargıya da “Sakın ha! İdarenin işine karışma ve onun takdir yetkisini kısıtlama” demiş...
Kıyıya yaklaşık yarım yüzyıldır ihlalle yapılan yapıları, 1966 yılında yürürlüğe giren Gecekondu Kanunu’nun 18. maddesine göre, herhangi bir karar almaya dahi gerek olmaksızın yıkmanız mümkün iken yıkmamış; ayrıca bu alanlarda yapılan ruhsatsız ya da ruhsat ve eklerine aykırı yapıları, 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun 14. maddesiyle göndermede bulunduğu 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 32’nci maddesine göre de yıkmanız ve 42. maddesine göre ilgilileri hakkında idari para cezası uygulamanız mümkün iken bu hükümleri de uygulamamış ve bu yapıları yapanlar hakkında suç duyurusunda bulunarak haklarında ceza davası açılmasını sağlamadığınız gibi açılan davalarda çıkan mahkumiyet kararlarını da sayısız af kanunu ile ortadan kaldırmış ve bu uygulamaya çıkarmış olduğunuz 5841 sayılı Kanun ile TCK’nun 154. maddesini değiştirerek devam etmiş...
KULLANIM İZNİ
Ve hâlâ ülkenin tüm kıyı ve sahil şeritlerinde yapılmış olan yapıların (bina ve tesis) nerede, hangi tarihte ve hangi mevzuatın yürürlükte olduğu dönemde yapıldığı; bunların yapı ruhsatı ve yapı kullanma izinlerinin olup olmadığı; bu yapıların hangilerinin tümü ya da bir kısmı ile sonradan tespit edilen kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı ve bu alanların, kamu yararını sağlamak için kamulaştırılması halinde yaklaşık bedellerinin ne kadar olabileceği ve bunun kaynağının nasıl bulunabileceği yolunda kapsamlı bir çalışma yapmamış ve bu alanların kamulaştırılmaması halinde yarım yüzyıldır süregelen el atma ve ihlallerin devam edeceğini düşünmemiş... İseniz, elbette ki kıyılarda yapılaşma “bu kadar olur”; az bile!
Özay Şendir
F-35 meselesinde kitabın orta yeri...
29 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Ankara’da ‘değerlendirme’ kulisi: Öcalan ile kim görüşecek
29 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Diploma mı, meslek mi?
29 Kasım 2024
Abdullah Karakuş
Bölgede satranç ve terörle mücadele
29 Kasım 2024
Mehmet Tez
Suudi Arabistan başarabilecek mi?
29 Kasım 2024