Bir kenti depreme hazırlamak sadece yapıların güvenli hale dönüştürülmesiyle olmaz. Kentin insan, altyapı, çevre ve yönetim anlayışının da afetle baş edebilir hale getirilmesi gerekir. Bu da ancak kentte yaşayan herkesin yönetimle bütünleşip bir seferberlik havasıyla iş ve güç birliği yapmasıyla olur
Bir kent toplum, altyapı, yapı stoku, çevre ve yönetim sistemi gibi ana bileşenlerden oluşur. Eğer o kent deprem tehdidi altında ise onu deprem güvenli hale getirmek için tüm bu bileşenleri bütüncül bir anlayışla kentsel dönüşüme tabi tutmak gerekir.
Bilinçli Toplum
İnsanların depremle baş edebilmeleri, her şeyden önce depremin ne olduğunu, deprem öncesinde, deprem sırasında ve deprem sonrasında ne yapmaları gerektiğini iyi bilmeleriyle mümkün. Bu da ancak ciddi halk eğitimiyle sağlanabilir. Deprem bekleyen kentlerde bu tür eğitimler kentte yaşayan her insana ulaşacak etkinlikte olmalı ve bunun için uygun olan her türlü zaman, zemin ve olanak kullanılmalıdır. Eğitim programlarının, diziler kadar olmasa bile, halk tarafından ilgiyle izlenmesinin bir yolu bulunmalıdır. Unutmayalım ki bir deprem kentinde yaşadığının farkında olmayan, evini ve iş yerini bu tehlikeye göre yapmamış ve döşememiş insanlarla bir kenti depreme hazırlamak ve burada deprem güvenli bir yaşamı sürdürmek mümkün değildir.
Güvenli altyapı
Bir kentin altyapısı denilince akla o kentin yolları, köprüleri, tünelleri ve barajlarıyla kanalizasyon, su, doğalgaz, elektrik ve telefon şebekeleri gelir. Olası bir depremde en fazla zararı bu yapılar görür. Bu nedenle de deprem zararlarının çok daha fazla artmasına neden olurlar. Yangınlar ve salgın hastalıklar çoğunlukla bu yapıların tahrip edilmesi sonucu oluşur. Kenti depreme hazırlamada tüm bu yapıların en ince ayrıntısına kadar gözden geçirilmesi, varsa zafiyetlerinin giderilmesi gerekir. İstanbul için özellikle tatlı su barajlarının deprem güvenliğinin sağlanması hayati öneme haizdir. Beklenen Marmara depreminde bu yapıların devre dışı kalması kente en az deprem kadar zarar verir.
Güvenli yapı stoğu
Depremde en fazla can ve mal kaybına yapı stoğunun tahribatı neden olur. Bu nedenle bir kentin yapı stoğunun deprem güvenli olması son derece önemlidir. Deprem güvenli yapı lüks ve pahalı yapı demek değildir. En güvenli yapı deprem sonrası insanların içinden sağ olarak çıktıkları yapıdır. Yapıların deprem güvenli hale getirilmesi yönetim ve halkın iş ve güç birliğiyle sağlanmalıdır. Bu konu asla bir müteahhitlik projesi olarak görülmemeli ve kentin rantı yüksek semtlerinde sürdürülmemelidir. Öyle veya böyle kentteki her evi kapsayacak şekilde yapılmalıdır.
hazırlık gerekli
Bugün uygulanmakta olan kentsel dönüşüm projeleri ya yerel yönetimler tarafından “gecekondu ıslah projesine” veya vatandaşlar tarafından binaları “müteahhide verme” şekline dönüştürülmüştür. Bu yollarla deprem gerekçe gösterilerek imar ve iskân izni daha kolay ve daha kârlı olarak alınmaktadır. Ancak bu tür çalışmalar ya rantı yüksek yerlerde veya çok kısıtlı yapılarda yapılmaktadır. Halkın büyük çoğunluğu ne yapacağını bilmeden beklemektedir. Onlar “kentsel dönüşüm” projelerini televizyon haberlerinden izlemekte ve kendilerini ilgilendirmediğini düşünmektedir. Kendi yaşadıkları yere gelen giden olmadığı için de evinin ve yerinin sağlam olduğunu kabul etmektedir. İşte en büyük tehlike de budur. Muhtemelen kentsel dönüşümün girmediği yerlerde yaşayan milyonlarca insan beklenen depreme hazırlıksız olarak yakalanacaktır.
Deprem ve çevre
Deprem en büyük çevre felaketidir. Deprem sırasında bazı kentlerde, örneğin İstanbul’da, inanılmaz boyutlarda evsel ve endüstriyel atık, parlayıcı, patlayıcı ve zehirli kimyasal madde açığa çıkarak havayı, toprağı, gölleri, akarsuları ve denizi kirletebilir. Kuşkusuz, bu kirlilik besin zinciri vasıtasıyla insana hastalık olarak geri dönerek deprem sonrası süreçte de can kaybına neden olabilir. Bu durum 1986 yılında olan Çernobil nükleer reaktör patlaması ile kıyaslanabilir. Bu kaza başlangıçta sadece Rusya’da can kaybı oluşturdu ama yarattığı çevre kirliliğiyle patlamadan çok sonraları dahi ülkemizde bile insanların kanserden ölümüne neden oldu. Ayrıca, beklenen Marmara depreminin İstanbul’da oluşturacağı yıkıntı ve molozların çevreyi kirletmeden kaldırılıp depolanması bile çok büyük bir maliyeti ve planlamayı gerektirecektir. Bütün bunların kentsel dönüşüm projeleri içerisinde şimdiden düşünülmüş ve planlanmış olması lazımdır.
Bilinçli yönetim
Deprem kentlerinin özgün yönetim anlayışı olmalıdır. Bu kent yönetimleri tüm kentsel planlamalarını depremi gözeterek yapmalıdır. Bu tür kentlerde kentsel gelişme siyasi hesap veya ranta göre değil, insanın can ve mal güvenliğinin korunması doğrultusunda olmalıdır. Böyle yerlerde afet sırasında veya sonrasında kullanılabilecek sosyal donatıların, barınakların açık alanların, park ve bahçelerin, hastanelerin ve acil müdahale merkezlerinin inşasına çok daha önem verilmelidir.
Deprem gerekçesiyle kentsel dönüşümün başlatıldığı İstanbul’da yönetimin kent planlaması konusundaki bazı karar ve tasarrufları endişe yaratmaktadır. Kentte neredeyse bulunan her boş arsaya veya yeşil alanlara bina yapılmaktadır ve nüfus yoğunluğu artırılmaktadır. Üstelik de bu binalar birçok semtte gökdelen şeklinde olmaktadır. Henüz daha yönetmeliği, standardı, denetim ölçüt ve mekanizmalarının yeterince oluşturulmadığı bu yüksek yapıların beklenen depremdeki performanslarının ne olacağı endişe konusudur. Riski daha da artırdıkları muhakkaktır. 3. havaalanı, 3. köprü ve kanal projeleri hiç kuşkusuz iyi niyetle ve daha iyi hizmet amacıyla planlanmıştır ama İstanbul gibi bir deprem kentinde maalesef istediğimiz her projeyi ve her tip yapıyı yapma lüksümüz yoktur. Riski daha da artırmamak aklın ve bilimin gereğidir.
Güçbirliği gerekir
Bir kenti depreme hazırlamak sadece yapı stokunun deprem güvenli bir hale dönüştürülmesiyle olmaz. Kentin insan, altyapı, çevre ve yönetim anlayışının da afetle baş edebilir hale getirilmesi gerekir. Bu da ancak kentte yaşayan herkesin yönetimle bütünleşip bir seferberlik havasıyla iş ve güç birliği yapmasıyla olur. Ne yazık ki, bugünkü kentsel dönüşüm ağırlıklı olarak bazı belediye ve müteahhitlerin gündemindedir. Hâlbuki deprem herkesi ve her yeri etkileyecektir. Ciddi bir araştırma yapmadan depremde nerenin nasıl etkileneceğini kimse bilmemektedir. Yapınızın sağlam veya çürük olduğuna siz karar verin diye sorumluluğu vatandaşa yüklemek de doğru değildir. Bizim gibi kaderci toplumlar kendilerine bir şey olmayacağını ve kendi yerlerinin sağlam olduğunu düşünme eğiliminde olacaklardır. Eğer kentsel dönüşümü Devlet eliyle tüm kente yaymaz ve kentte yaşayan herkesi bu işin içine çekmez iseniz, yârin dönüşüme uğramamış yerlerdeki can kaybının hesabını veremezsiniz.
Prof. Dr. Naci Görür
Çökelbilim (sedimantoloji) konusunda uzmandır. 1975-1988 yılları arasında Türkiye’nin hemen hemen her çökel havzasında araştırmalar yaptı. Uluslararası bir proje olan ”Okyanus Tabanlarını Delme Programı” kapsamında Hint Okyanusu’nda Avustralya’nın kuzeybatı şelfinde çalıştı. 1993-2003 arasında TÜBİTAK deniz araştırmaları koordinatörü olarak çok sayıda deniz araştırmaları projesi içerisinde yer aldı. 1999 depremlerinden sonra araştırma faaliyetlerini Marmara Denizi’ne kaydırdı. Nautile adı verilen insanlı bir denizaltıyla Marmara’nın 1240 m dibine daldı ve İstanbul’u tehdit eden fayı inceledi. Marmara Denizi’nde yapılan bu uluslararası çalışmalar sonucu bu deniz jeolojik açıdan dünyanın en iyi bilinen bir iç denizi haline geldi. Görür “denizaltı gözlem istasyonu” kurmak için çabalarını sürdürmektedir.